|
Makul olandaki akıldışılık

Frankfurt Okulu''nun öncülerinden Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno saf aklın, medya tekniklerinin, kültür, medeniyet, ekonomi, bilim ve teknolojinin eleştirisini yaptıkları Aydınlanma Diyalektiği''nde (Dialektik der Aufklarung/1944) temel olarak ''rasyonel ve makul'' olarak gösterilen modern değerlerdeki ''irrasyonalite ve akıldışılığa'' işaret ederler.

Uzay, nanoteknoloji, atomun/hücrenin en küçük zerreciklerine kadar hesaplanabildiği kuantum fiziği ve nörobiyoloji çağındayız...

Ama bütün bu kesinliklere, ölçüm ve matematiksel hesaplamalara rağmen kendimizi hâlâ kontrol dışı ve anlamsız bir sürprizler dünyasında bulabiliyoruz.

Liberal ve seküler aklın vaadettiği özgürlük, refah ve adalet yerine hayatımıza krizler, çatışmalar, sömürü ve tahakküm stratejileri yön veriyor.

Bilim ve teknolojinin geldiği aşamaya rağmen beklentileri karşılanamayan insanlar giderek eski kültürel formlarına, sihre, aidiyetlerine, mitoloji ve metafiziğe yöneliyor.

İroniktir…

Akıl çağında, hakikat ve mitos iç içe geçiyor.

***

Bu anlamda, kendi değerlerine ihanet eden ve onu çarpıtan bir dünya ile karşı karşıyayız.

Horkheimer ve Adorno''nun eleştirel teorisinin özünü de bu anlayış oluşturuyor.

Zaten düşünce ve ideolojinin eleştirisi, bir bakıma vaatlerin eleştirisidir.

Martin Luther King, 1968 yılında öldürülmeden hemen önce "Amerika''ya söyleyeceğimiz tek şey artık şu: Kağıt üstünde söylediklerine sadık kal" demişti.

Bu çağrı hâlâ karşılık bulmuş değil…

Ne Aydınlanma düşüncesi ne modernite ne sanayi devrimi ne kapitalizm ne de liberal ve sosyalist ideolojiler….

Hiçbiri verdiği vaadi gerçekleştiremedi.

***

Estetik Teori''de de Adorno ''4M''den bahseder....

İnsanlık tarihinin geçtiği aşamaları masal/büyü, mitoloji, metafizik ve matematik ile tanımlar.

İnsanın doğayı kontrol etme ve dünyayı anlama çabası günümüzde matematik ve fiziğin şekillendirdiği son aşama olan bilimsel teknoloji ile devam ediyor.

Aydınlanma ve modernite epistemolojisinin dayandığı matematiksel/fiziksel paradigma, temelde doğanın ve dünyanın dimistifikasyona/büyüçözümüne uğratılma sürecidir.

Ancak büyüçözümü/bozumu siyaseti ''büyübozgununa'' dönüştü.

Artık bir umut olarak görülen post-modern paradigmanın vaat ettiği düzenden de giderek uzaklaşıyoruz.

Küreselleşme sonrası ya da ''çağdaşlaşma sonrası/post-contemporary'' diye isimlendirilen yeni bir dönemin eşiğindeyiz.

Ve bu dönemde ''ilkel, demode, geri, öteki, tarihdışı, mistik, mitolojik ve dinsel'' diye geride bırakılan ne varsa geri dönüyor/döndü.

Aslında, kültür ve siyaset dünyasında tanrılaştırılan figürler ile ''bilim, ilerleme, yenilik, ulusal değerler, ekonomik gelişme, demokrasi ve insan hakları'' gibi kutsallaştırılan kimi ''dokunulmaz'' kavramlar, baskı altına alınan masal, büyü ve mitos dönemlerine ait ''ilkel'' formların yeniden tezahüründen başka bir şey değil.

***

Modern ve post-modern dünyamıza ait bazı değer, kavram, figür ve şahıslar fetişleştirilmiş ve bazıları da artık metafizik anlam kazanmış durumda.

Örneğin, liberal kapitalist piyasa ekonomisine alternatif önermek neredeyse ''akıldışı bir çaba'' olarak görülüyor.

Oysa bilim, ilerleme, yenilik, piyasa ekonomisi ve kapitalist gelişme anlayışı ile ulus devletleşme sürecinden beslenen paradigma son iki yüzyıldır küresel düzeyde açlık, sefalet, savaş, kıyım, farklılık ve etnik temizlikten başka bir şey üretmedi.

İnsan hakları, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet kavramları bugün dünyanın büyük bir kesiminde ayaklar altında.

Ama buna rağmen Aydınlanma düşüncesinden kalma kültürel, bilimsel ve düşünsel nosyonlar dokunulmazlıklarını sürdürüyor.

İnsanlık kendini doğanın gazabından koruyacak bilim ve teknolojiyi üretti.

Belki bir yere kadar doğayı ehlileştirdi de.

Ancak rasyonel ve duygusal dünyasını vahşileştirdi.

Bugün her insan küçük bir provakasyonla neredeyse diğerinin ölüm bahanesi ve makinesine dönüşebiliyor.

***

Peki bu süreci ve paradigmayı dönüştürmek ya da bundan kurtulmak çok mu zor?

Bizi ölüm, ayrımcılık, yoksulluk, yabancılaşma, yalnızlık ve yarışa zorlayan bu anlayışa bağlayan ne?

Buna henüz doyurucu bir yanıt bulabilmiş değiliz.

Çünkü hâlâ tahakküm kurdukça ve tükettikçe kendimizi daha genç daha zengin ve daha güzel hissediyoruz.

Ve ne yazık ki hâlâ öldükçe ve öldürdükçe ''yaşayabiliyoruz!''

Yaşadığımız vehmine kapılıyoruz.

Her şey de zaten makul görünen bu akıldışı vehimde düğümleniyor.

11 yıl önce
Makul olandaki akıldışılık
Hepimiz aynı mahalledeniz zaten!
Solaris: Akl-ı selim değil, ruhun tekâmülü
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar