
"İlim Dili" ile "Halk Dili"ni birleştirmek gibi akıl almaz bir garabetin rağbet gördüğü nadir memleketler arasında bulunmamız hasebiyle "Bir ilim dilimiz bile yok!" diye şikayet etmenin pek bir işe yaramayacağını bilmez değilim. Lâkin gündelik dilin bütün düşünce dünyamızı istila ettiği, birkaç yüz kelimeyle hemen her meselenin hall u fasl edildiğinin sanıldığı, hatta sözümona ciddi alanlarda yıllarca ihtisas yapmış kimselerin bile "halkın anlayabileceği sûrette" söz söylemeyi marifet saydığı bir vasatın "niçin böylesine aşağılarda seyrettiği" suâlinin cevabını bulmak gerekiyor. Nitekim "madde" yerine "özdek", "cevher" yerine "töz", "a''raz" yerine "ilenek", "had" yerine "tanım", "resm" yerine "tanıtım" terimlerini kullandıkları takdirde "düşünce"nin irtifa kaydedeceğini iddia edenlerin istikametini tayin ettikleri bir "dil" siyasetiyle düştüğümüz seviye erbabının meçhûlü olmasa gerek...
Meselâ –seviye ve kalitesi ne olursa olsun- ülkemizde felsefecilerin değil, sadece felsefe tarihçilerinin yetişiyor olması nasıl gözardı edilebilir? "Varlık" üzerine, "Bilgi" üzerine konuşmaya başlayanların "Varlık" ve "Bilgi" üzerine konuşmayı beceremeyip "Varlık" ve "Bilgi" üzerine konuşulanları aktarmaktan öte bir iş yap(a)mamaları nasıl tabii bir durum olarak nitelenebilir? Dilimizi Arapça ve Farsça''dan arındırmanın lüzûmu üzerine o kadar mürekkep akıtmış olanların en nihayet Türkçe''yi hem sözcük, hem de dizge itibariyle tanınamaz hâle getirmeleri, üstüne üstlük dil dağarcığımızı da tıkabasa yabancı sözcüklerle doldurmaları aceb hiç affedilebilir bir cürüm olarak görülebilir mi?
"Suyu biraz bulandırınız ki derin gözüksün!" sözünü haklı çıkarırcasına kendilerinin bile ihata etmekten aciz oldukları meselelerde "parlak" ve fakat "içi boş" laflar etmeyi entellektüel bir çabanın gereği sayanlar ile sadece erbabına hitaben yazılmış olduğunu bildiğimiz ciddi eserlerin sahiplerini tefrik etmek için ortada neredeyse iknâ edici hiçbir kıstasın bulunmadığını/kalmadığını ve bu çatışmada -tribünlere seslenmek adına- avâm-ı nâs''ın hakem tayin edildiği düşünülürse, kimbilir belki de "gözardı edilebilir, nitelenebilir ve affedilebilir"... Oysa –Ahmed Naim merhûmun işaret ettiği gibi- "lisan-ı avam"ın ilmî ıstılahlar için delil olmaması icab ederdi. Lâkin oldu... İşte şimdi içine düştüğümüz seviyenin derecesi de ortada...
Ma''lûm olduğu üzre medeniyetimizin aslî üç dili vardır: Arapça, Farsça ve Türkçe. Bu diller bilinmeden/kavranılmadan İslâm Medeniyeti''nin o muazzam ve muhteşem ilim mirasını anlamak ve anlatmak imkânı yoktur. Yoktur yok olmasına ama yine de hâlâ Osmanlıca yazılmış basit metinleri dahî tedkik etmeye mecali olmayan zevât tarafından ilim geleneğimiz hakkında fütursuzca ortaya atılmış iddialar zihinleri bulandırmaya devam eder; öyle ki en nihayet "min hisi hu hu"larla koca bir medeniyetin mahsûlâtı görmezlikten gelinir; kendimizi aşağılamanın, "biz adam olmayız" mantığının adı fikir olurken, en kıymetli âlimlerimiz "halkın anlayamayacağı" eserler yazdıkları için suçlu duruma düşürülür.
- "Plaisir''in haz ile tercümesi yanlıştır. (...) Avamın hatası, bin yıllık ıstılah-ı ilmîyi terke nasıl sebep olabilir? Istılah Encümeni''nin canlı lisana riayet edeceğiz diye lezzet tabir-i ilmîsini haz tabir-i âmiyanesine feda etmesi hiç de hoş birşey olmadı. Bu nazariyeye göre, takriben sebep müradifi (eşanlamlısı) olan illet''i de avâm-ı nâs hastalık mânâsına istimal ediyor diye terketmeye razı olacak mı?"
Babanzâde Ahmed Naim''in bu açıklamasının yanısıra bir de ünlü matematikçimiz Salih Zeki''yi dinleyelim:
- "Lezzet lisan-ı felsefede plaisir kelime-i Fransiviyesinin tercümesidir ki buna lisan-ı âdi''de haz veya zevk dahî denilir."
Yukarıda geçen "tabir-i âmiyane" veya "lisan-ı âdi" ya da "lisan-ı avam" terkibleriyle bugün bizim "gündelik dil" veya "halk dili" olarak ifade etmeye çalıştığımız şey kastedilmektedir ki yaklaşık iki asırlık tecrübeden sonra tıpkı "ilim dili" gibi o da kayıplara karıştı ve işbu "dil", bu toprakların çocuklarının fikir dünyalarının en aşağılarda seyretmesine yol açtı.
Kaybettiğimiz asaletin mahiyeti hakkında fikir sahibi dahî olamamak ne de acı verici!
Sevgili İsmail Kara''nın yeni yayımlanan "Bir Felsefe Dili Kurmak: Modern Felsefe ve Bilim Terimlerinin Türkiye''ye Girişi" (Dergah Yayınları, İstanbul, 2001) adlı o muhteşem eserini okuyacak olursanız, inanın, kaybettiğimiz "asalet"in hacmi ve derinliği husûsunda hiçbir şey bilmediğimizi, -bilmek ne kelime, hiçbir şey farketmediğimizi- göreceksiniz.
İsmail Kara''nın uzun bir süredir üzerinde çalıştığını yakından biliyor olduğum bu eseri, hemen her satırında bana zirvelerden eteklere inişimizin hikâyesini anlatır nedense. Bu toprakların çocukları, eğer adam olmak istiyorlarsa, tez elden "adam gibi adamlarımızı" tanımanın yollarını bulmalı...
Sayın Kara, muazzam bir işi başardı ve değerli âlim Babanzâde Ahmed Nâim merhûmun (öl. 1934) felsefî mesâisinin önemli bir kısmını, âdeta "işte anlayın hâl-i pürmelâlimizin nedenlerini" dercesine önümüze getirdi. Hiç tereddüt etmeden söylemeliyim ki bütün bir yaz boyunca defalarca hatmetmemiz gereken bir deryaya kavuşmuş bulunuyoruz.
O halde şimdi şu hakikati idrak etmenin tam da sırası:
"Ben seni dışarılarda arar iken sen benim kendi evimde idin!"
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.