|
AB, TÜSİAD, siyaset

Avrupa Birliği''ne ilişkin son tartışmalar ilginç bir yönümüzü açığa vuruyor. AB''nin Portekiz''in Feira kentinde gerçekleştirdiği ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği''nin içeriğini netleştirdiği zirveden Türkiye''yi tatmin edecek bir sonucun çıkması pek beklenmiyordu.

Neden? Çünkü Türkiye yaklaşık son 1.5-2 yıldır Türkiye-Avrupa ekseninin geleceğine ilişkin kartlarını hep doğru oynuyor, hamlelerini genelde zaman ve zemin açısından en uygun durumlarda gerçekleştiriyor. AB''nin de, buna karşılık, elindeki kartları saçıp savurması beklenemez. AB "karşı hamle" için yakaladığı bütün fırsatları değerlendirmek zorunda.

Neden? Çünkü Türkiye''nin AB''ne üyeliği bir "aşk evliliği"nin değil, gerçek bir "stratejik savaş"ın sonucu olacak: Uluslararası düzlemde "gönüllü beraberlikler"e pek rastlanmaz; her aktör her an bavulunu toplayıp gidebileceği koşulları elinin altında bulundurmaya ve pazarlık gücünü olabildiğince yükseltmeye çalışır. Türkiye-Avrupa ekseninde olup bitenler (ve olup bitecekler) de bundan ibaret.

AB''nin son hamlesi kendi manevra alanı açısından ne kadar doğru ise, başta Sn. Başbakan olmak üzere Türkiye''nin resmi tepkisi de o kadar doğru. Ama hepsi bu! Kartlar karşılıklı oynandı ve iki taraf şimdiden bir sonraki hamleyi düşünmeye başladı. Bu "kendine özgü" (ve etkisi genel manevra alanına katkısıyla sınırlı) gelişmeden "İşte Avrupa bu kardeşim!" türünde akıldışı bir sonuç çıkarmamak gerekiyor. Üstelik hükümetin, resmi düzlemdeki sert tepkisine karşın, kamuoyunu "Avrupa karşıtı" bir kampanyaya yönlendirmediği de açık. Gelgelelim, kimilerimiz bu tabloyu "umutsuz bir gelecek"in işareti olarak okumakta kararlı.

Neden? Çünkü çoğumuz bugün bile Türkiye''nin son iki yıldır doğru hamleler yaptığına inanmıyoruz. Bunun yerine "dış koşulların dayatması" gibi yarı-mitolojik açıklamalar bize daha anlamlı geliyor -sanki dünya üzerinde dış koşulların belirlemesinden arınık bir ülke varmış gibi! Daha da ilginci, bu tepkiyi verenlerin çoğu -kendileri ne derse desin- siyasetin, yönetimin, devletin performansını "akılcı organizasyonlar"a, "gerçekçi çözümlemeler"e değil, "kişisel etki alanı"na, "önder"e, "karizma"ya bağlı gören anlayışın temsilcisi durumundalar.

Bir başka ilginç örneği de TÜSİAD oluşturuyor. TÜSİAD son siyasi gelişmelere tepki vermekte son derece haklı, ama siyasi dengeleri seçim yönünde zorlayanlara seçmenlerin geçmiş seçimlerde ne cevap verdiği ortadadır; erken seçim hüsranla biter" şeklindeki saptamasında yanılıyor. MHP''nin son taktik hamleleri ve Sn. Demirel''in Güniz Sokak''a dönüşü siyasi dengeleri yerinden oynattı. Geçmiş erken seçimlerde iktidar karşısında hep "güçlü bir alternatif" vardı. Bugün, büyüme eğilimindeki DSP-MHP eksenini zorlayacak tek bir siyasi oluşum mevcut değil. Yarın koşullar değişirse, tam da "siyasi istikrar" açısından erken seçim kaçınılmaz hale gelebilir. Bu süreçte hükümet "Ekonomik İstikrar Programı"nı kararlılıkla uygulayacak ve bunun olumlu sonuçlarının iktidarın yayılım alanında boy göstermesini bekleyecek. İktidarın "olumlu" yanı toplumun farklı kesimlerinde hissedildikçe, "erken seçim" de anlamlı bir siyasal araca dönüşecek. Merkez Sağ''ın geleceğinde klasik formül işlemiyor, "erken seçim" ve "istikrar" biribiriyle çelişik iki terim oluşturmuyor.

Seçmenin dörtte üçünün sağ eğilimli olduğu Türkiye''de siyasal çözümleme ve değerlendirmeler hazırlarken sağ kesimden uzmanlara kulak vermemekte direnen TÜSİAD''a duyurulur.

24 yıl önce
AB, TÜSİAD, siyaset
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi