|
İran "in", Türkiye "out" mu olacak?

Türkiye"nin; İran ile Batı arasındaki nükleer uzlaşmadan son derece memnun olduğu ortada. Ambargonun kaldırılması, petrol ve doğalgaz projeleri, İran eksenli çatışmacı politikaların bölgede yol açtığı durumlar bu memnuniyet için yeterli sebepleri oluşturuyor.

Ama acaba öyle mi?

İran-Batı uzlaşması, devamı gelirse, Türkiye"nin bölgesel ve uluslararası güç haritasındaki pozisyonunu nasıl etkiler? Bugün için bunları sorgulamak biraz lüks kaçıyor sanki. Ama yine de tartışmakta fayda var.

Türkiye gündemi dershaneler üzerinden Cemaat-AK Parti tartışmasına kilitlenmişken "bu konu da nereden çıktı" demeyin. Zira konu, uzunca yıllar Türkiye"nin etkili tartışmalarından biri olacak. Kim bilir, yeni diyalog sürecini yürütenler Türkiye içinde yeni bir muhalefet bloğu üzerinden de hesap yapıyor belki de.

Hazır yakın çevremizde her olup biten bir şekilde Türkiye"nin önünü kapatmaya ayarlıyken, bu dalganın içeride yansımaları olması pekala muhtemel. Etkili bir muhalefet inşasının, bölgesel çevreleme ile uyum içinde olması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Dünya genelinde uygulanan "İslam kendi içinde çatışacak" söyleminin Türkiye için; "muhafazakarlar muhalefeti kendi içinde üretecek" söylemine dönüşmesi endişe verici olacaktır.

Tabii bu yorumlar için şimdilik erken diyelim ve biz konumuza dönelim.

Türkiye"nin son otuz yılına; bölge içi tehditlere karşı güvenli müttefik formülüyle biçimlendirilen "stratejik değer" tanımlaması damgasını vurdu. Soğuk Savaş döneminde bu tanımlama Sovyet tehdidine karşı kullanıldı. Son dönemde ise bölge için tehdit olarak gösterilen İslami yükseliş dalgasına karşı kullanılıyor. Her ne kadar son on yılda süreç tersine döndüyse ve bu konsept büyük oranda aşındıysa da, İran-Batı çatışmasından doğan tehlike Türkiye"nin bu pozisyonunu değiştirmedi.

Şimdi buzlar eriyor. Doğu-Batı sınırı Boğazlar"dan Türkiye-İran sınırına kayıyor. Türkiye için kullanılan stratejik değer tanımlaması artık İran için kullanılacak diyebilir miyiz?

Nükleer uzlaşma kalıcı hale dönerse bunu diyebileceğiz. İran-Batı gerilimi sona ererse bu ülkenin hızlı yükselişine, Doğu-Batı geçiş noktası olmasına, enerji kaynaklarının güç ekseninde ciddi oranda belirleyici hale gelmesine, özellikle Avrupa"da büyük bir İran sempatisinin gelişmesine tanık olabiliriz.

Bu süreç okuduğumuz gibi giderse İran"dan değil, bölgesel etkileriyle birlikte bir İran İmparatorluğu"ndan söz ediyor olacağız. Türkiye"nin stratejik önemi söylemi yerini büyük oranda İran"ın stratejik önemi tartışmalarına terkedecek.

Devrim sonrası ağır bedeller ödeyen bu ülke, çatışma kültürü üzerinden müthiş bir güç devşirdi ve bugün Ortadoğu"da belirleyici hatta Batı"nın bölge politikalarını bile sınırlayıcı bir güce dönüştü.

Türkiye için İran"ın bu yükselişi, kısa vadeli ekonomik çıkar okumalarından çok daha fazlasını hak ediyor. Batı"nın Türkiye"yi bir nevi by-pass ederek İran"a doğru uzanmasının tek sebebi enerji kaynakları olamaz. Rusya ve Çin"in yükselen gücüne karşı İran"la bir şekilde ortaklık kurmanın yollarını arayacaklar. Bu, küresel ölçekte bir girişimdir, küresel güç haritasıyla bağlantılı bir inisiyatiftir.

Ancak aynı Batı"nın Türkiye"yi sınırlandırma, dengede tutma, tekrar yönetilebilir hale getirme diye bir derdi olduğu unutulmamalı. Son yıllarda "kontrolden çıkan", başına buyruk hareket eden, tarihi hafızasını yenileyen, iddialarını tekrar bugüne taşıyan, gerektiğinde ABD ve Avrupa"yı pek de takmayan, küresel ölçekte bir aktör gibi hareket etmeye başlayan ülke görünümündeki Türkiye"nin bir çok çevreyi ciddi oranda endişelendirdiğini biliyoruz.

Her Yavuz"a bir

Şah İsmail mi?

Açık söyleyelim Arap Baharı süreci, Türkiye"nin büyük yükselişini durdurmasa da yavaşlatmıştır. Arap Baharı sonrası esen rüzgarlar Türkiye"nin aleyhine olmuş, bu ülkeyi tekrar Anadolu"ya hapsetme eğilimleri belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye nereye elini uzatsa orada karşısına birileri çıkarılmıştır, etkinlik alanını daraltmaya dönük apaçık girişimler öne çıkmıştır.

Tekrar soralım: İran"la yakınlaşmanın, nükleer krizin ötesinde Türkiye"yi sınırlama ile bir ilgisi olabilir mi? Bu hiç de yabana atılır bir düşünce değildir. Yakınlaşmanın mimarları Türkiye"nin "müttefikleri"dir ve bu müttefikler uzunca bir süredir Türkiye"den duydukları rahatsızlığı yüksek sesle dile getirir olmuşlardır.

Ancak bu yakınlaşma yepyeni bir cephe de oluşturuyor. Özellikle üzerinde durduğum İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşmasının dışında yeni bir durum daha çıktı ortaya. Bölgede bir çok ülke nükleer güç olma yolunda hızlı adımlar atacak. Diyaloğu yürütenler bu süreci nasıl yönetecek merakla bekliyorum.

Cezayir"den Körfez ülkelerine kadar ondan fazla ülke nükleer güç olma yolunda adımlar atıyor. Bırakalım İsrail"i, bu durum yepyeni bir tehdidi, cepheleşmeyi ortaya çıkarıyor ve bir küresel krize zemin hazırlıyor. İran uzlaşması şu an bu eğilimi iyice tetiklemiş durumda.

2004 yılında, Türkiye"nin de bir süre sonra nükleer güç olma yolunda adımlar atabileceğine, bölgesel eğilimlerin buna işaret ettiğine dair çokça yazı yazdım. Kim bilir, Türkiye"nin bu yeni güç haritasına reaksiyonu belki de bu yönde olacaktır. O zaman bugün İran"la uzlaşan "müttefikler" Türkiye"nin başına nasıl çullanacaklar göreceğiz.

İran barışının Türkiye"yi sınırlama ile ilgili boyutu sorgulanmalı. Düşmanca değil, yapıcı bir sorgulama zarurettir.

Unutmayın, her Yavuz"a bir Şah İsmail lazımdır. Bu denklemi yüzyıllar önce kuranlar bugünün de oyun kurucularıdır.

10 yıl önce
İran "in", Türkiye "out" mu olacak?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’