|
28 Şubat"ın ardından

Türkiye''de cumhuriyetin kuruluşundan 1950''ye kadar ülke tek-parti (CHF-CHP) rejimi tarafından idare edilmiş, 1946-50 sürecinde, İkinci Dünya Savaşı sonrası konjonktür''ün getirdiği zorunlulukla çok partili sisteme geçilmiştir. 1950''den beri seçimle işbaşına gelen hükümetler DP dönemi başta olmak üzere sürekli olarak tek-parti döneminin statükosunu savunan ve sürdüren bürokratik ve elit çevrelerce hazmedilememiş, onların direniş ve karşı ataklarına muhatap olmuşlardır. Bunların başında da silahlı bürokrasi gelmiştir. Türkiyedeki bürokratik elit Mustafa Kemal''le/Atatürkçülükle özdeşleşen tek-parti dönemi resmi ideolojisini elinde bir silah gibi görerek, seçimle işbaşına gelen hükümetleri hizaya getirme(!), tedip (!) etme aracı olarak kullanmışlardır.1960 askeri darbesinden 27 Nisan E-Muhtırasına kadar süregelen uzun dönem, ülkede gerçekleşen açılım ve reformları geri alan, tek-parti dönemi statükosuna dönüşü amaçlayan bir süreç olarak karşımıza çıkmıştır. 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül askeri darbesi sonrasında, bu sürecin en önemli dönüm noktalarından biri 28 Şubat post-modern askeri müdahalesidir.

Asıl itibarıyla, 28 Şubat 1997''de zirveye çıkan bu müdahalenin ilk emareleri 1993''te Cumhurbaşkanı Turgut Özal''ın vefatı sonrasında görülmeye başlandı. Özal dönemindeki, ekonomi başta olmak üzere, gerçekleştirilen reform ve açılımları geriye döndürmeye yönelik politikaların izlenmeye başladığı görülmüştür. Bir yandan Uğur Mumcu suikastı ile başlayan provokatif eylemler, Özal''ın ölümü ardından Bingöl''de 33 askerin katledilmesi olayı, 2 Temmuz 1993 Sivas olayları, 1995''teki Gazi Mahallesi olayları bu sürecin ön adımlarıydı. 5 Nisan 1994 Ekonomik Kararları, Özal''ın ekonomik reform politikalarının esasını oluşturan 24 Ocak kararlarından geriye dönüşün kararları olarak ortaya çıkmaktaydı. O dönem, aynı zamanda başta 1992 Kasım''ı,ardından 1994 Mart''ında mahalli/belediye seçimlerinin önemli oranda galibi olan Refah Partisi''nin yükselişe geçtiği dönem oldu. 1989 Mahalli seçimlerinde .birinci parti olup, İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere belediye başkanlıklarını alan SHP 1989-94 arasındaki dönemde büyük bir başarısızlık göstermiş, 1994''te İzmir hariç büyük oranda elindeki belediyeleri RP''ye kaptırmıştı. 1995 Aralık seçimlerinde ise Refah Partisi birinci parti konumuna gelmişti. Bu süreçte siyasete, siyaset dışı güçlerin müdahalesi artış gösterdi. Refah Partisinin Mesut Yılmaz''ın ANAP''ı ile koalisyona girme girişimi son anda askerlerin Mesut Yılmaz''ı ikna etmesi ile önlenir. Askerlerin Mesut Yılmaz''a, RP ile koalisyona girmemesini, karşılığında kendisine başbakanlık koltuğunu verecekleri söyleniyordu. Son anda önlenen RP-ANAP koalisyonu yerine, ANAP ile DYP arasında Anayol koalisyonu kurulur. Ancak bu koalisyon Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller arasında zaten öteden beri var olan anlaşmazlık ve çekişmenin iyice su yüzüne çıkması, RP''nin Tansu Çiller aleyhine verdiği gensorunun Mesut Yılmaz tarafından da desteklenmesi ile bozulur.

Bunun ardından çeşitli çevreler, RP-DYP koalisyonunu zorlar. Uzun çabalar sonucu Temmuz ayında Prof Dr. Necmeddin Erbakanın başbakanlığında Refahyol hükümeti kurulur.. Oysaki, DYP''nin, özellikle DYP-SHP hükümeti döneminde en fazla çekişme içinde olduğu parti Refah partisi olmuştu. Bugünden bakıldığında, bu koalisyonun RP''ye yönelik operasyonda, RP''nin önüne atılmış bir tuzak olduğu görülebilmektedir. Nitekim o dönemde bu tehlikeyi sezdiğim için, koalisyonun gerçekleşmesine en fazla muhalefet edenlerden biriydim. 1995 seçimlerinde iktidara gelebilme şansına sahip olan RP''nin, askeri darbe çekincesi ile adeta frene basıp, birinci parti konumunda kalmasının ardından böyle sorunlu bir koalisyona razı olması garipsenecek bir durumdur.

Başbakan''ın Libya''ya gerçekleştirdiği ziyaretin ardından müdahale süreci basın-medya ve iş çevrelerinin desteği ile hız kazanır. 28 Şubat askeri müdahalesi, 27 Mayıs veya 12 Eylül askeri müdahaleleri gibi bir gece ansızın gelivermemişti. Bir süreç içerisinde olgunlaştırılarak gerçekleştirildi. Bu darbe sürecinin askeri, sivil, yargı, üniversite, medya ve ekonomi ayakları kurulup işletildi. Medya, işadamları, yargı, STK adı altındaki sivil generaller, üniversiteler,... Tüm örgütlendirilen bu güçler, silahlı bürokrasiye dayanarak bu hamlenin içinde yer aldılar. Ankara-Sincan''da Kudüs gecesinin ardından Orgeneral Çevik Bir''in emri ile tankların yürütülmesi, onun deyimi ile “balans ayarı”, darbenin askeri kanadının daha doğrudan müdahalesinin başlangıcı oldu. 28 Şubat 1997 günü yapılan MGK toplantısı ve alınan kararlar bunun zirvesini teşkil etti. Genelkurmay karargâhında oluşturulmuş olan, Çevik Bir, Erol Özkasnak, Çetin Doğan gibi generallerin başını çektiği “Batı Çalışma Grubu” asker içindeki cuntayı oluşturuyordu. Başta yargı ve üniversite mensupları olmak üzere çeşitli hazır kıta olarak görülen kesimlere Genelkurmay''da irtica bahanesi ile Müslümanlar ve Anadolu sermayesi aleyhinde brifingler verilmekteydi. Hatta, gerek 28 Şubat günü MGK toplantısında ve brifinglerde ailemizin de hedef alındığı daha o dönemde bize söylenmişti.

Haziran 1997''ye doğru bu BÇG''de doğrudan askeri darbe eğilimleri artar. Her ne kadar, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 18 Haziran''da merhum Necmeddin Erbakan''ın istifasının ardından, hükümeti kurma görevini, protokol gereği tevdi etmesi gerekirken, Tansu Çiller yerine, Mesut Yılmaz''a vererek böyle bir darbeyi önlediğini söylese de, asıl engel cunta içinde oluşan çatlaktı. Asıl sorun,cunta içinde, ABD ve Avrupa''daki bir kısım lobilerle ilişki içinde olan laikçi kanadı ile Avrasyacı -ulusalcı laikçi kanat arasındaki anlaşmazlık ve çekişmeydi. Yanı sıra, ABD ve Batı Avrupa''daki lobilerin böyle doğrudan bir askeri darbeye karşı çıkmaları da söz konusuydu. Asıl itibariyle, Haziran ayında çok ciddi ve kanlı bir darbe planlanmıştı. Doğrudan yönetime el konulacak, bir kısım siyasiler ortadan kaldırılacaktı. Ayrıca, çoğu müslüman-dindar kesimlerin önde gelenlerinden oluşan 5000 civarında kimsenin enterne edilip tutuklanması, hatta bir kısmının kurşuna dizilerek, ortadan kaldırılması öngörülmekteydi. Askeriye içinde, askeri bir darbe esnasında şehirlerde olası karşı direniş ve gösterileri engelleyip enterne etmeye yönelik olarak jandarma gruplarına eğitim verilmekteydi. Ancak yukarıda belirttiğim cunta içindeki çatlak ve yurtdışından gelmeyen destek, böyle bir kanlı müdahalenin önünü keser. Hatta o dönemde cuntanın Avrasyacı-ulusalcı kanadına mensup dönemin Birinci Ordu komutanının, diğerlerine “Siz Ankara''da darbe yaparsanız, bende İstanbul''da meclisi toplarım” tehdidini savurduğu Ankara kulislerinde açıkça dillendiriliyordu. Zaten Ağustos 1999''da Genelkurmay komuta kademesinde meydana gelen değişikliklerde 28 Şubat süreci aktörlerinin Avrasyacı-Ulusalcı kanadı ön plana geçmiş, diğer kanadın, Çevik Bir başta olmak üzere tasfiyesi sürecine girilmişti.

12 Eylül gibi doğrudan bir askeri darbe gerçekleşmezse bile bu müdahale süreci aynı hızla 2001 ekonomik krizi ve 2002 seçimlerine kadar devam etti. Etkileri bugün bile devam eden bir süreç halini aldı. Anadolu sermayesinin büyük oranda tasfiyesi, İmam-Hatip Okullarının Orta kısmının kapatılması, Katsayı eşitsizliği ile Meslek liselilerin ve İmam-Hatiplilerin üniversiteye girişlerinin engellenmesi, başörtü sorununun daha ciddi boyutlara taşınması gibi olgular bu sürecin en önemli ürünleri oldu. En büyük kayıp ise, Türkiyenin 1990''lı yıllarını kaybetmesi oldu. Aynı zamanda uluslararası konjonktürün getirdiği fırsatların kaçırılması oldu.

Son olarak, Türkiye''de, resmi ideoloji ve statükoyu koruma adına, askeri bürokrasi merkezli yapılan bu tarz gayr-i meşru müdahalelerin tekrarlanmaması için, sorumluların hesap verme mekanizmasının işletilmesi ve aksatılmaması elzemdir. Yanı sıra, Müslümanlık başta olmak üzere, ülkemizin gerçek kimlikleri, farklılıklar arzeden toplumsal katmanlar ile barışık, bireysel ve toplumsal özgürlük alanlarının geliştiği, Kürt sorunu, Alevilik sorununun barışçı çözümünde ciddi adımların atılacağı yepyeni bir sistem ve anayasa en acil ihtiyaçtır.

12 yıl önce
28 Şubat"ın ardından
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi