|
"Alevilik ayrı bir din midir?"

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün “Alevilik İslam''dan ayrı bir din''dir. Ve Cemevi bu dinin ibâdethânesidir.” demiş.

677 Sayılı Tekke Ve Zaviyelerin Kapatılmasına yönelik Kanunun varlığı, yıllardır bu kanunun kaldırılamamış olması, Alevilerin bir kısmını “ayrı bir din” arayışına iten en önemli nedenler arasındadır. Türkiye''de Alevi-Bektâşî kesimin örgütlü yapılarının kentleşme sürecinde kendileri için statü arayışındadırlar.Bir yandan resmi ideolojinin temelleri olan inkılap kanunlarının getirdiği engelle karşılaşıp, Devrim kanunu duvarına toslamaları, diğer yandan resmi ideolojiye, cumhuriyet devrimlerine gösterdikleri sadakat birbiriyle çelişir bir durum arzetmektedir.

Bu yüzden, bugün Alevilerin hangi legal zeminde kendilerini ifade edecekleri en önemli sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu konudaki hukuki zemin kayganlığı meseleyi çetrefilli hale getirmektedir. Başta hukuki zeminin oluşturulması gerekmektedir. Bunu da tarihten bağımsız olarak ele alamayız. Bir yandan bin yılı aşkın bir tarih ve kültüre vurgu yapılırken, diğer yandan modern-ideolojik yaklaşımlarla, tarih ve inançtan soyutlamaya çalışmak çelişki olur.

Alevi-Bektaşi tanımlaması Türkiye''de, özellikle son yıllarda, tarihi kökenleri yüzyıllara uzanan dini-kültürel,hatta belli ölçülerde siyasi bir kimliğe tekabül eden mensubiyeti gösteren bir kimlik tanımını ifade eder. Bir yanda Alevi-Kızılbaş Ocakları, diğer yanda Bektaşi Tarikatı mensupları ve bunun birbirine telif edilmesi sonucu ortaya çıkan ortak , ancak homojen bir yapı arzetmeyen bir kimlik yumağı ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hala daha “Meşhur Meçhul“ olma konumunu sürdüren mevcut kimliğin çevresinde süregelen spekülatif yaklaşımlar , bu kimlik mensuplarının dahi sağlıklı bir tanım aralığı geliştirme sıkıntısı çektiğini göstermektedir.

Alevilerin bir bölümü inanç alanında ve diğer alanlarda yaşadıkları kimlik bunalımına karşın, kentleşme/modernleşme sürecinde beliren yalnızlaşma/yabancılaşma olgusunu ortadan kaldırmak için, -manevi alanda ihtiyaç duyulan eksikliği gidermeye yönelik olarak- geleneksel inanç motif ve değerleri sembolik de olsa yaşatmaya çalışmaktadırlar.

Alevi-Bektaşi kimliğinin tanımlanması konusunda, günümüzde birçok yayın yapılıp, hacimli eserler ortaya konmuş olmasına karşın, ciddi ve sağlıklı bir araştırmanın, bilgiye dayalı derinlemesine tanımlamaların, özellikle modern, ideolojik endişe ve “tarafgirliklerden” bağımsız değerlendirmelerin çok az olduğu gözlemlenmektedir.

1200''lü yıllarda Vefailiğin Babaiyye kolunu kuran Baba İlyas-ı Horasani, Ahi Evren ve Hacı Bektaş-ı Veli''den başlayarak yüzyıllar içinde sui generis bir yapıda şekillenen, “Tasavvuf”, “Tarikat” temelli olup, Şah İsmail ve Safevi devletinin yükselişi ile zamanla siyasi ve toplumsal boyut kazanan bu kimlik yumağının günümüze değin araştırma ve çözümlemeleri konusunda önemli bir mesafe katedilmemiştir..Asırların ihmali şeklinde cereyan eden bu sorun etrafında ciddi ilmi araştırmalara , verilere gereksinim duymaktadır.

Çok çeşitli etkilerin yanısıra, Ehl-i Beyt faktörü de Alevî-Bektâşî kimliğinde en temel etmendir. Ehl-i Beyt faktörü birçok ekol ve mezhebin oluşmasında en temel unsurların başında gelmiştir. Ehl-i Beyt faktörünün, siyasal Şiî ekol ve fırkaların ötesinde, Sufî meşreb ve tarikatlarında da temel etmen olduğu yadsınamaz.Hz. Ali (K.V) hakkında Hz. Peygamber''den (SAV) rivayet olunan “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır” hadis-i nebevisi bu etkinin kaidesini teşkil etmektedir. Ayrıca, Ehl-i Beyt mensuplarının karşılaştığı, musibet, facia ve siyasal felaketler Sufî meşreplerin zeminini oluşturan en temel etkilerden biri olmuştur.

Hemen hemen tüm Sufî tarikat silsilelerinde, Hz. Ali başta olmak üzere Ehl-i Beyt üyelerinin bazılarının adlarına rastlanıyor olması ( Hz. Hüseyin, İmam Zeynelabidîn, İmam Ca''fer Es-Sâdık, Musa El-Kâzım, İmam Ali Rıza) da bunu göstermektedir. Siyasal Şiî mezhepleri dışında, Sûfî tarikatlarında da Ehl-i Beyt etkisi temel etmendir.

Bu anlamda, Alevî-Bektâşî kimliğinin de bir Sufî-Tarikat örgütlenmesi olarak Ehl-i Beyt''e dayandığı kuşku götürmez bir gerçektir. Bunun dışında, Alevî-Bektâşî kimliğinin asıl siyasal ve sosyal oluşum süreci 13. ve 16. yüzyıllar arasını kapsamaktadır..

Alevî-Bektâşîliğin ve salt Bektâşîliğin oluşumundaki etkiler ve ulaşılabilen yazma/yazılı kaynakları bu kimliğin Anadolu''ya ilişkin özgün yapısı ile birlikte, kesinlikle İslâm içerisinde mütalaa edilmesi gerektiğini göstermektedir.

“Tasavvuf-Tarikat” örgütlenmesi çerçevesinde eklektik bir kimlik yumağını ifade eden Alevîlik-Bektâşîliğin kaynakları da eklektik bir kimlik yumağını oluşturmaktadır. Bu eklektik yapısına karşın Alevî-Bektâşîliğin tasnife tabi tuttuğumuz yazma/yazılı kaynakları bu kimliğin Allah''ın birliğini ve Hz. Muhammed''in (S.A.V) Hakk peygamber olduğunu kabul ettiğini göstermekte ve bu şekilde İslâm içerisinde sui generis yapısıyla bir “Tasavvuf-Tarikat örgütlenmesi olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu bakımdan, Alevîler gibi, müslümanlık içerisinde mütalaa edilen toplulukların ''azınlık'' olarak nitelendirilmesinin hiçbir toplumsal yararı olmayacağı gibi, ciddi toplumsal fay kırılması ve çatışmalara yol açıcı nitelikte olacaktır.

30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen 677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerin seddine ilişkin yasa en önemli engel olarak durmaktadır. Yasa, tüm tarikatları, tasavvuf müesseselerini ve ünvanlarını yasakladığı gibi, Alevî-Bektaşîlere ait seyyidlik, çelebilik, babalık, dedelik vs. Tüm ünvan ve müesseseleri de yasaklamaktadır. Bu şekilde, Alevî-Bektaşî kimliği yasal zeminde kendini ifade edebilme imkanını yitirmektedir. Son yıllarda, kentlere göçün yoğunlaşmasının neticesi olarak, büyük kentlerde birbiri ardınca açılan cemevleri, 677 sayılı yasa engeli yüzünden Dergâh ve Zâviye'' statüsünde açılamamakta, dolayısıyla, İslam dışı bir zemine itilmesini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca bir kısım Batı Avrupa ülkeleri bu durumdan yararlanarak, zamanla ülkelerinde oluşmuş ''Alevi Diasporası'' üzerinden Aleviliğin, Bektaşiliğin İslam''dan ayrı bir din ve Alevilerin ''Gayr-i Müslim Azınlık'' olarak tescil edilmeleri konusunda yoğun bir propaganda kampanyası yürütmektedirler.

Yasal engel kalktığı takdirde, Hacı Bektaş Dergâhı yeniden Alevi-Bektaşî topluluğunun merkezi haline gelmiş olacak, aynı zamanda ''Cemevleri'' ''Dergâh, Zâviye'' statüsüne getirilerek, toplumsal gerilim ve dışlanmalara neden olmayacaktır. Her ne surette olursa olsun, 677 sayılı tekke ve zaviyeler yasası mutlaka lağvedilmeli, Hacı Bektaş Dergâhı yeniden Çelebî ve Dedebaba postlarıyla bu toplululuğun merkezi haline gelmelidir.

12 yıl önce
"Alevilik ayrı bir din midir?"
Yumuşak gücümüzün dinamosu: Millet Kütüphanesi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir