|
Ortadoğu"dan tecrid ve İslâmi Hareketlerin geleceği

Üç yıl öncesine kadar, Türkiye"nin dışa açılan vizyonu, Ortadoğu ve Balkanlardaki konumuna ilişkin gayet iyimser tahminlerde bulunulmaktaydı. Davos"taki "One Minute" olayı ile, Türkiye"nin Ortadoğu"daki popülaritesi zirve yaptı. En son 2011 başında Suriye ile olan vizeler de kaldırılmıştı. Son üç senede ne oldu da, âdeta bir içe kapanma, çevreden soyutlanma dayatması ile karşı karşıya kalındı. Şu var ki, Tunus"ta başlayan "Arap Baharı-Rebî"u"l-Arab" sürecinin sonraki aşamalarının kesinlikle, Türkiye"nin lehine değil aleyhine sonuçlar doğurduğu muhakkak.. Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve Avrupa ülkelerinde yaşayan Arap diasporasının; politik karar vericileri yanlış yönlendirip, inanılmaz bir çıkmaza sürüklemiş oldukları ortada. Bu sadece Türkiye için de geçerli bir durum değil. Özellikle, Hafız Esed dönemi mağduru Suriye diasporasının birçok ülkeyi Suriye"de içinden zor çıkılır bir batağa sürüklemiş oldukları gerçeğini kabullenmemiz gerekiyor. Suriye"de 1963"ten beri iktidarda olan bir rejimin ayakta kalabilmek için her türlü yöntem ve fenalığı göz önüne alabileceği gerçeği gözden kaçırılmamalıydı. Üstelik, Ortadoğu denkleminde önemli bir dengeyi oluşturan Suriye üzerinde oluşan, Rusya-Çin-İran mihverinin, rejime sonuna kadar destek politikaları da göz ardı edilmemeliydi. Suriye ve Mısır"da gelinen durumun, sadece Batılı süper güçlerin oyunu ile de izah edemeyiz. Daha Arap Baharı"nın başlangıcında Batılı güçlerin, İhvân ve benzeri oluşumların bu ülkelerde iktidara gelmelerini arzu etmedikleri zaten açıkça dillendirilmekteydi. Baştan beri gizlenen bir tutum değildi. Burada, İslam dünyasındaki politik karar vericilerin, politik aktörlerin uzun vadeli strateji belirleyebilme yeteneklerinden önemli ölçüde mahrum olduklarını da gözler önüne sermektedir. B,C,D planları olmayan, tek seçeneğe dayalı politik stratejilerin ne tür onulmaz yaralara yol açabileceği hesap edilebilmeliydi. 2011 başlarında, açık olup, rahatlıkla gidilebilen Arap başkentlerinin her birinin teker teker haram kılınması süreci nasıl okundu?!.. .

Suriye ve Mısır gibi, iki önemli coğrafyanın Türkiye"ye kapatılmış olması orta vadede çözülmesi gereken çok ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor. Suriye"de her ne olursa olsun, âcil bir ateşkesin sağlanması ilk elde yapılması gereken icraattır. Diğer tüm çözümlemeler bundan sonra gelir. Suriye"de ateşkesin sağlanması, ülkeye dışarıdan gelmiş tüm yabancı güçlerin/savaşçıların tümü ile çekilmesi ve ülkenin/Suriye"nin bölünmesinin mutlaka önüne geçilmesi evvel emirde lâzım olan mevâdtan"dır. Ortada maalesef sürdürülebilecek ne onurlu bir mücadele, ne de onurlu savaş kaldı. Özellikle, yabancı savaşçıların katliâmları, rejimin karşı katliamlarını artırmaktan ve zulmün iyice yayılmasından başkaca işe yaramadı. Ne olursa olsun, Suriye"de ateşkesin sağlanması için Türkiye; hangi ülke ile masaya oturulması gerekiyorsa, masaya oturum ile bu ateşkesi acilen sağlamalıdır.

Mısır söz konusu olduğunda ise, ülkedeki askeri darbe Türkiye"nin Suriye üzerinden Ortadoğu"da elinin zayıflatıldığı bir döneme rast getirildi. Mürsî idaresine yönelik askeri darbe karşısında çaresiz kalındı. Müslüman Kardeşler Hareketi ise, 85 yıllık bir örgütlenme olmasına karşın Arap Sokağındaki dindar halk tabanının nabzını elinde tutmayı günümüze değin maalesef başaramamıştır. Bu konuda ciddi özeleştiriye de ihtiyaç vardır. Soğuk Savaş döneminin ideolojik etkisi ile şekillenmiş bir örgütlenme olarak, İhvân hareketi, doktorlar-mühendisler-avukatlar elitinin ötesine pek geçemeyen bir hareket olma özelliğinde... Düşünün İslâm"ı dâva edinen bunca yıllık siyasal-dinî bir hareketin din âlimleri, ulemâsı olmasın- dâvetçilerden oluşan Müslüman Kardeşler Hareketinin ulemâ ve entelektüellerden yoksun oluşu neden hiç sorgulanmadı. Bu hareket, uluslararası düzeyde kaç tane entelektüel veya din âlimi çıkarabildi? Elbette bu sorun, sadece Müslüman Kardeşler Hareketi için değil tüm siyasi-İslâmi oluşumlar için geçerli. Halkının %80"ler oranında namaz kıldığı bir ülke olan Mısır"da bu hareket neden Cami"yi, halkın dindarlığını yanına alamadı. Burada iki ana neden üzerinde durabiliriz:

Soğuk Savaş dönemi ideolojilerinin etkisi ile oluşan ideolojik bakış açıları ve sloganlar, ikincisi de ideolojik filtreden geçmiş selefiliğin etkisi. Bu iki ana etki devam ettiği müddetçe Müslüman Kardeşlerin halkın dindarlığını, Cami"yi yanına alabilmesi zor görünmektedir. Özellikle, Ebu"l-Ula El-Mevdûdî"nin "Kur"ân-ı Kerîme Göre Dört Terim" adlı ünlü eserinde şekillenen, tekfirciliği-hâriciliği, siyasal radikalizmi çağrıştıran anlayışın etkisi sürdüğü müddetçe bu pek de mümkün görünmemektedir. Oysa ki, Müslüman Kardeşler"in Hasan El-Bennâ"dan sonraki ikinci mürşid-i âmm"ı merhum Hasan El-Hudaybî"nin "Duâtun Lâ Kudâte- Dâvetçiyiz Yargılayıcı Değil" adlı eseri, tüm hareket mensuplarını bu etkinin olumsuz sonuçları konusunda uyarmayı hedefleyen bir eserdi. Bu raddeden sonra bile; Müslüman Kardeşlerin Arap Sokağının dindarlığı, geleneksel İslami kurumlarla, Mısır"ın tarihi ile, daha özelde El-Mukattam dağının eteklerindeki zengin İslâm tarihi birikimi ile barışabilmesi mümkündür. Zira, bu ülke"de askeri idare dışında, İhvân haricinde bir siyasal seçenek de bulunmamaktadır.

İhvan hareketi, ancak Hasan El-Hadaybî"nin belirlediği çizgi üzerinden halkın dindarlığı ile, tasavvufi gelenek ile, Risâle-i Nur Külliyâtı"nda billurlaşan irfân ile, El-Mukattam dağı etekleri ile özdeşleşen zengin İslam tarih ve kültürü ile barışık bir köprü kurabilirse, buluşma sağlayabilirse, büyük bir dinamizm oluşturabilir.

10 yıl önce
Ortadoğu"dan tecrid ve İslâmi Hareketlerin geleceği
“Olimpiyat terörü”
Blair"in dönüşü: Moderniteye iman etmek
Beraber ve Solo İllüzyonlar
Dünyanın, “Batı sapma’sı ve saldırısı” sorunu var!
Hoşgeldin, sefalar getirdin