|
Saraybosna"dan Üsküb"e-3

Türkiye; 1920"li yıllardan beri, Meriç nehri ile Aras nehri arasına hapsedilmiş, Lozan sonrasında da sınırları dışında kalan eski topraklarına yönelik yürüttüğü pasif/statükocu dış politikayla taş üstüne taş koyamamış, kendi Versay"ını yırtamamıştır. 90"lı yıllarda bu parantezden çıkmanın yolları kısmen açıldıysa da, Türkiye bu fırsatları -maalesef- hiç de iyi değerlendiremedi. Kafkaslarda bu tarihlerde cereyan eden hadiseler, Türkiye"deki Kafkas kökenlileri belli bir derecede anavatanlarına yöneltip köprü kurmalarına sevk ettiyse de, tekrar gücünü önemli bir şekilde toparlayan Rusya faktörü ve Türkiye"nin bu yönde sağlıklı hiçbir strateji ve yol haritasına sahip olmaması neticesinde oldukça sınırlı ve yetersiz bir açılımla sonuçlandı. Hele ki, Çeçenistan"da Dudayev öncülüğünde elde edilen kazanımlarla yeşeren umutlar, sonrasında Selefilik/Vahhâbilik faktörüne teslim oluşun yol açtığı tahribat ve hayal kırıklığı ile akamete uğramıştır.

Balkanlar/Rumeli"de ise merhum Özal döneminde başlatılan projelerin, sonrasında statükonun direnişi ile bilinçli bir şekilde önünün kesilmesi ile, geleceğe ilişkin umutları hayal kırıklığına dönüştürmüştür. Türkiye"de 17 milyonu aşkın Balkan/Rumeli kökenli nüfusun bu yönde aktive/dinamize edilip anavatanları ile sağlıklı bağlarının oluşturulamaması, köprülerin kurulmasındaki yetersizlik ve kronik ilgisizlik halen süregelmektedir. Oysaki, Türkiye bu sayıda Balkan/Rumeli kökenli nüfusu barındırırken aynı zamanda bu nüfus, bir kısım çevrelerin "Beyaz Türk" olarak nitelendirdiği, Türkiye"nin büyük oranda elit/seçkinler tabakasını oluşturmaktadır. Buna rağmen, Balkanlar/Rumeli ile sağlıklı bir ilişkinin geliştirilememesi, hala sağlam köprülerin kurulamaması ülkemizde marazlı bir siyasal/toplumsal yapıya işaret etmektedir. Balkanlar ve Kafkaslarda hedeflenen sağlıklı bağların oluşturulması, Türkiye"nin tek-parti dönemi resmi ideolojisi ve statükosunun prangalarından kurtulup, sınırları aşan yeni bir nüfuza kavuşmasının yolunu açacak bir anahtar hükmündedir. Tabii ki, yeni vizyon ve sınırlar ötesi nüfuz artırmanın, maceracılıkla karıştırılmaması şartıyla.

Balkanlar"da hal-i hazırdaki durumu irdelediğimizde, ilk başta gözlemlediğimiz 90"lı yıllardaki savaş ve katliâmlara rağmen Boşnak halkının yılmadan yeniden azimle ayağa kalkabilme yeteneğini gösterebilmesidir. Savaşın bitişi yirmi yılını doldurmadan savaşın yaralarının önemli ölçüde sarıldığını gözlemleyebilmekteyiz. Bunun sırrının da, tüm eksikliklere ve problemlere, Türkiye"nin verdiği desteğin çok yetersiz kalmasına rağmen merhum Alija İzzetbegoviç"in uzun soluklu mücadele ve yatırımlarının oluşturduğu birikimde saklı olduğunu görebilmekteyiz. Ülke"de şehircilik ve temizlik anlayışı, tüm yaşanan sıkıntılara, onca toplumsal yorgunluğa rağmen bir hayli ileri düzeyde. Özellikle, son 70-80 yıllık süreçte ülkede dindarlık büyük darbeler yemiş olmasına karşın, bir kısım dini müesseselerin, medreseler ve tekyeler başta olmak üzere, hayatiyetini legal bir biçimde sürdürüyor olması göze çarpan diğer bir artı puandır. Sadece Bosna-Hersek"te değil, Kosova, Makedonya ve Arnavutluk"ta da bu müesseseler, halen legal vaziyette faaliyetlerini sürdürmektedir. Oysaki bu müesseseler, Türkiye"de 90 yıldır yürürlükte olan inkılap kanunları ile halen yasak kapsamındadır. Buna karşın, Türkiye"nin medreselerin açık/legal olduğu bu ülkelere İmam-Hatip Okulu ihraç ve medrese yerine ikâme etmeye çalışması bizce şaşırtıcı ve kabul edilemeyecek bir tutumdur.

Rumeli"de en kalabalık Müslüman nüfusu 7-8 milyonla Arnavutlar teşkil etmektedir. Ayrıca, Arnavut coğrafyası, Osmanlı dönemindeki genişliğe sahip olmasa da, halen Preşova; Medyeva, Buyanovac"tan Ülgin, Bar ve Çam bölgesine kadar geniş bir sahayı kapsamaktadır. Üstelik, Adriyatik"te uzunca bir sahil şeridine de sahip. Bütün bunlar Arnavutlar açısından çok önemli avantajlar. Bosna-Hersek"teki Müslüman nüfus ise, 1878"den beri süregelen göçlerle bir hayli azalmış, daha çok orta Bosna"da yoğunlaşmış durumdadır. Bosna-Hersek"in, farklı nüfus oranına karşın, Sırpların çoğunlukla kırsal kesimlerde meskun olmalarından dolayı, yarısına yakınının Sırp Cumhuriyetine terk edilmiş olması, diğer yarısının da Boşnak-Hırvat federasyonu şeklinde yapılanmış olması, Müslüman nüfusla meskun Sancak bölgesinin Karadağ ve Sırbistan arasında paylaşılmış olması, Müslümanların elini bir hayli zayıflatan faktörlerin başında gelmektedir.

Arnavutlar da, büyük nüfus ve geniş coğrafya"ya karşın, ikisi Arnavut devleti olmak üzere, beş devlete dağılmış durumda. Sırbistan ve Karadağ sınırlarında kalan Preşova, Medyeva ve Buyanovac, Ülgin ve Bar"daki Arnavutların yaşadığı problemler, Makedonya"da 2001 yılından beri zaman zaman baş gösteren ve son birkaç günde tırmanan olaylar Arnavutlar açısından önemli sorunlar olarak ortada durmaktadır. Kosova"da Mitrovitza/Mitroviçe"nin konumu da önemli bir sorun teşkil etmektedir. Stratejik konumu nedeni ile Osmanlı döneminde de, özel bir önemi haiz olan Mitrovitza bundan sonraki süreçlerde bölgede belirleyici bir rol oynayacaktır.

Sonuç olarak Balkanlar/Rumeli coğrafyasının konumu, Türkiye"nin bölge denklemine, sağlıklı politikalarla tekrar aktif bir şekilde dahil olmasını zaruri kılmaktadır. Özellikle, bölgedeki Arnavut ve Boşnak nüfus ile bağların güçlendirilmesini, işbirliğinin maksimum düzeyde artırılmasını gerektirmektedir. Bunda da atılması gereken en önemli adım, Türkiye"de yaşayan Arnavutlar ve Boşnaklar başta olmak üzere, Türkiye"deki Balkan/Rumeli kökenli nüfusun yeniden aktif/dinamik bir şekilde Balkan/Rumeli denklemine dahil edilmesidir. Unutulmamalı ki, İstanbul"un, Konya"nın, Diyarbekir"in, Erbil ve Süleymaniye"nin güvenliği, Pocitelj, Saraybosna, Travnik, Prusac, Priştina, Tiran, Üsküp ve Tetovo"dan geçer.

10 yıl önce
Saraybosna"dan Üsküb"e-3
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir