|
Devleti kovalayan deprem...

Pazartesi günü gerçekleşen ''artçı'' depremle birlikte, kaçınılmaz olan gerçek bir kere daha beyan etti kendini; depremle birlikte yaşamaya mecburuz. Deprem, baskıyla örtbas edilen bütün beceriksizliklerin ve hantallıkların iyice çıplaklaşmasına yol açıyor. Bunun yanı sıra halkın kendi imkanlarıyla gerçekleştirdiği dayanışma ve organizasyon müthiş boyutlara ulaşmış durumda. Fakat bunlar sadece el yordamıyla korunma ve yaraları sarma boyutlarına ulaşabiliyor tek başına. Devlet denen organizasyon gücü zaten bir sonraki aşamaya geçebilmek için gerekli. Fakat her geçen gün devletin yeteneksizliği biraz daha çıplaklaşıyor.

Bu topraklarda devlet, kendi beceriksizliğinin ortaya çıktığı her olayı örtbas edebilmede ustadır. Bunun örtbas edilemez aşamaya geldiği noktada ise, tartışmaları sürüncemede bırakmak, zamana yayarak sündürmek devletin geleneksel politikası olmuştur. ''Toplumsal hafıza''nın zayıf olması ile beraber, bir sonraki felakete kadar devletin hantallığının gündemden çıkması kolayca sağlanmıştır hep. Fakat bu sefer ''felaket'' bir türlü gündemden çıkmıyor. Şiddetini azaltarak da olsa gündelik hayatın bir parçası olmaya başlıyor. Bu da felaketle beraber hayat sürdürme konusunda yeni becerileri, örgütlenme kabiliyetini ve sadece doğru değil bir o kadar da hızlı karar alabilme alışkanlıklarını zorunlu kılıyor.

Toplumun tek başına yapabildikleri çoğu noktada hayatın eldeki imkanlarla sürdürülebilmesi için yeterli olabiliyor ancak. Hayatın gerçekten normale dönebilmesi ve felaketlerin hayatın akışını en alt düzeyde etkilemesinin sağlanması, daha üst bir organizasyonu gerekli kılıyor. İşte bu noktada devlete ihtiyaç duyuluyor. Devlet ise gelen gıda yardımlarını resmi depolara aktarma işine enerjisini büyük bir iştahla akıtırken, kendisine asıl ihtiyaç duyulan üst organizasyon taleplerine cevap veremiyor. Bırakın kendisine ihtiyaç duyulan yerde olmasını, işlerin düzgün yürüdüğü yerlerde de otoritesini tesis etmek adına öyle uygulamalar sergiliyor ki, hayatın normale dönmesinden çok otoritenin tesis edilmesini öncelediği izlenimini veriyor.

Devletin bu tavrı, karşısına ekonomik sıkıntılar içinde yuvarlanan, hafızası zayıf ''toplum'' çıktığı sürece hükmünü yürütüyordu. Fakat bu sefer karşısında ''doğa'' var. İradesi söz dinlemeyen, baskı altına alınamayan ve susturulamayan bir güç. Bununla mücadele etmek diye bir şey sözkonusu değil. Tarihte olduğu gibi denizi zincirlerle dövmek de bir fayda sağlamaz. Felaketlere karşı durmak ya da görmezden gelmek yerine, beraber yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Bu da daha işlevsel ve demokratik denetim mekanizmalarına açık bir devlet yapılanmasına kavuşmamızı gerektiriyor.

Devletin demokratik mekanizmaların gözetimine açık hale gelmesine, işlevsel bir güce kavuşmasına, güç teşhiri yerine hayat standartını yükselten hedeflerle donatılmasına itiraz edenler ve devletin hantal yapısını korumayı Cumhuriyet''i korumakla eşdeğer sayanlar, enkaz altında kalan devleti bu durumdan nasıl çıkaracaklarına dair hiçbirşey söylemiyorlar. Sadece Sami Selçuk gibi bu ülkenin insanları adına haykıranlara karşı çıkmaya uğraşıyorlar. Sami Selçuk özlediği Türkiye''yi anlatan konuşmasını ''Yaşasın Türkiye'' diye bitiriyordu. Selçuk''un konuşmasına bütün güçleriyle karşı çıkanlar, deprem bölgesinde devletin oluruyla yapılmış binaları başlarına yıkılan, devlet kurumlarının depremde hasar gören evlerine aynı anda hem ''yıkılmalıdır,'' hem de ''oturulabilir'' dediği insanlara ''Yaşasın Türkiye'' dedirtebilmek için bir yol öneriyorlar mı?


25 yıl önce
Devleti kovalayan deprem...
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler