Başörtüsünün bir "tehlike" olarak görülmesinin ideolojik temelsizliği ve keyfi uygulamaların altını doldurmak için sonradan biçilen akıldışı söylemlerle, kim tarafından ne zaman ortaya atıldığı meçhul strateji kriterleri üzerinden yürütülen bir politika olmasından.
Yani, bunlardan değil, devletin önce azarla, sonra tecrit cezasıyla, giderek yoketme politikasıyla şekillenen düşmanlığa varmış yasağının anlamından bahsetmek gerekiyor.
Bu gereklilik, doğal taraf olunması nedeniyle meseleye mesafe koyamama, objektif kalınamama ve "duygusal" davranılma ihtimali bulunan "başörtüsü" konularında fazlaca yazmama kararı alınmış olunmasına rağmen, kalemi anlatmaya koyulduğunuz bütün mevzulardan saptırarak ille de bu konuya çeviren tek bir cümleyi söyleyebilmek ihtiyacından kaynaklanıyor aslında: Çok çok tebrik ederiz. Bir kişiyi daha yola getirdiniz! Başarı hanenize bir puan daha ekleyebilirsiniz.
Danıştay'ın tepkiler çığa dönüştükten sonra, daha son sözü söylemediğini belirten "henüz erken" açıklaması, "olmaz artık bu kadar" diyen milyonlarca insanın yüreğine biraz olsun su serpmiş olsa da, hukuk kurallarıyla idare edilen bir ülkede, sokağın "kamusal alan" ilan edilerek bir öğretmenin, Aytaç Kılınç'ın mesleğinin inancının karşısına dikilmesi suretiyle başının açtırılmasına kelam etmemek mümkün değildi anlayacağınız.
Öfkeden müteşekkil bir dil bu yankısını duyduğumuz. Hukuk aromasına batırılarak legalize edilmiş bir yasak zihniyetiyle, ümüğüne çöktüğü vatandaşının özgürlük, dolayısıyla yaşama alanını daraltıp-genişletme yetkisine mazhariyetini kanıtladığını varsayan bir zorbalığın lisanı.
"Mesleğini elinden alırım ha" tehdidiyle inadını eyleme döken, merdivenin bir alt basamağında durduğu için zulme direnmeye yetkisi bulunmayanlara güç gösterisi yapan, bu suretle muhatabını "yıldırarak" yola getirmeye yarayan bu dile sardırıldıkça, -demokratik, anayasal düzenlerde hedef budur- devlet-birey ya da devlet-toplum ilişkisinde sağlıklı bir ilişki kurulamaz.
Devletin işlevi de, elindeki gücü dikte ederken zorbalığa varan bir inada yazılarak, vatandaşını tehdit ve ardından oluşan korku üzerinden zapt altına almak değil, -en azından- toplumsal birlik ve beraberliği incitmeyen uygulamaların altına imza atmasıdır.
YÖK Başkanı Erdoğan Teziç'in endişesine bakın hele: "Başörtüsü, kötü örnek teşkil edebilir." Kimin örnek alınması, kimin alınmaması konusunda bile vatandaşına doğruyu vazeden, red cevabında ise bir an tereddüt göstermeden parmak kesebilen muktedirler, herkesi sınırları önceden çizilmiş birörnekliğe çağırıyor. Gelmeyen olursa, başına geleceklerden elbette kendisi sorumlu oluyor.
Daha kötüsü de var:
Yağdırılan emirler karşısında, boynunu bükerek sessiz kalmayı tercih eden ve aynı zorbalığı çoğalttığının farkında bile olmayan suskun kitleler ise, bu toplumun öteden bu yana getirdiği en önemli çıkmazını işaret ediyor.