Bir serpme kahvaltı sofrası hikâyesi(4)

04:0027/04/2023, Perşembe
G: 27/04/2023, Perşembe
Süleyman Seyfi Öğün

Son yarım asırda solun hızla ekonomi tartışmalarından kopması, neoliberalizmin vazettiği ekonomik akılcılığa tam teslimiyeti, kültürel kulvarlara geçişi tesâdüfî değildir. Bunu Sovyetler Birliği’nin çöküşünün doğurduğu bir entelektüel şok ve revizyon ile açıklamak da kısmî kalacaktır. Bu, bizzat kapitalizmin kendi iç çelişkisinin mahsûlüdür. Kapitalizmin bir fetiş olarak başlattığı ve tüketimde ( talep ) karşılığını bulamayan bir üretim ( arz ) iddiasının sönümlenmesine dayanıyor. Bu açıkları kapatmak

Son yarım asırda
solun hızla ekonomi tartışmalarından kopması,
neoliberalizmin vazettiği ekonomik akılcılığa tam teslimiyeti, kültürel kulvarlara geçişi tesâdüfî değildir. Bunu Sovyetler Birliği’nin çöküşünün doğurduğu bir entelektüel şok ve revizyon ile açıklamak da kısmî kalacaktır. Bu, bizzat kapitalizmin kendi iç çelişkisinin mahsûlüdür. Kapitalizmin bir
fetiş
olarak başlattığı ve
tüketimde
(
talep
)
karşılığını bulamayan bir üretim
(
arz
)
iddiasının sönümlenmesine
dayanıyor. Bu açıkları kapatmak adına, ilk olarak
savaş
; daha sonra da
yeniden bölüşüm
yolları tecrübe edildi. Lâkin ilki
nükleer felâket riski,
diğeri ise
verimlilik düşmesi
ve
mâliyet artışı
ile neticelendi. Sermâye, emek yoğunluklu iş kollarından, teknolojik yoğunluklu işkollarına doğru merkez dünyâdan ayrılıp, ucuz mâliyetli ve düşük vergili yarı merkez ve hattâ çeper coğrafyalara kaymaya başladı. Hem üretim açıklarını açıklarını yamamak, hem de dünyânın artığını çekmeye devâm etmek için üçüncü yol, yâni rezerv para birimi olan ABD Doları üzerinden
aşırı ve karşılıksız
finansallaşma sürecine girildi. Dünyâ çalışacak, üretecek, başta ABD olmak üzere merkez dünyânın toplumları eskisi kadar zahmet etmeden dünyânın artığını hortumlayarak tüketebileceklerdi. Bu yeni sürecin çevrimlerini sağlamak için musluklarını sonuna kadar açıp
tüketimi baskılayan barajların kapakları açılmalı
, vergi salan ve mâlî disiplinle düşünen
devlet
ve yeniden bölüşüme alışmış olan
ulus ve sınıf
gibi yapılardan gelen muhtemel dirençlerini dağıtmak gerekiyordu. Ulus-devlet veyâ devlet-ulus olarak bilinen yapılar nihâyetinde paternalist yapılardır. Bunun için üretim endişesi
taşımayan bir tüketkenliği seferber edebilmek için baba ile son bir hesaplaşma
gerekiyordu. Artık babadan uzaklaşmak, ondan özerklik elde etmek değildi mesele. Doğrudan doğruya
baba öldürülmeliydi
. Sâdece baba değil, onun temsil ettiği
tekmil erillik
. Özerklik değil, en konvansiyonel- pozitif karşılığıyla özgürlüktü mühim olan.
Ulus ve devlet
her nev’i kötülüğün kaynağıydı.
Sivil toplum
bir arılanma alanıydı. Sivil olan her şey kategorik olarak güzeldi. Babayı (Atayı) ve her türlü erilliği çağrıştıran
milliyetçilik
ve
devletçilik
kötü; lâkin
yurtseverlik
güzeldi. (Yurt ne kadar da Demeteryen, yurtseverlik ne kadar matriyarkal bir hissiyattır. Vaktiyle Babalar ve Oğullar’ın romanı yazıldı. Ah bir de bu coğrafyalardan bir edebiyatçı çıkıp
Analar ve Oğulla
r’ı yazar mı acaba?) Ve tabiî ki o anaların anası, en kraliçe ana olan
Doğa Ana
… Eril üretim toplumunun ona yaptıkları… Bedeli sorulması gereken başka bir dosya… Ve, ve bunların tekmili ile çocuklaşmak arzusu… “İçinizdeki Çocuğu Keşfedin”, “Kendinizi Şımartın” başlıklı sayısız beşinci sınıf kitap…Babayı öldürerek onun temsil ettiği
olgunlaşmak
idealinden kopmak
.. Kantçılığın tasfiyesi.. Diğerkâmcılıktan vazgeçiş, Sartre’ın yakılıp kül edilmiş mirâsı, yâni
sorumsuz bir özgürlükçülük
,
kendine ve kendi çocukluğuna dönüş.
Sonra yazlık ve kışlık olmak üzere ikiye ayrılan kültürel gettolaşmalar geldi. Bu gettolarda babaerkillik ve erilliği temsil ettiği için dışarıda kalanlara karşı hınç biriktiriliyor ve âyinsel olarak boşaltılıyordu (Catharsis).. Burjuvalar 20. Asır’da kültürel olarak hadım edildi.
Orta sınıflaşma
bunun başka adıdır. Hadımlaştırılmış ve burjuva karakterini kaybetmiş olan orta sınıfların bugünkü nesilleri ise sâdece çocuklaşmıştır. Çünkü çocuktur asla hayır demeyen, doymak bilmeyen, önüne
konulan her şeyi merak edip tüketmek isteyen
… Üretim iddiası olgunlaşmayı gerektiriyordu. Tüketim dünyâsı ise tam aksine çocukluğa dönüş; çocuklukta ısrârı.. Bu çocuklaşmaya
tüketimde narsisizm, siyâsette ise otizm
eşlik edecektir.
Muhafazakârlar tüketim olgusuyla esastan hesaplaşmaktan kaçtılar
. Perhizkârlıktan savurganlığa doğru bu geçişi ahlâkî olarak karşılayacaklarını ve dengeleyebileceklerini zannettiler. Bu esaslı bir yanılgıydı. Tüketim muhafazakâr hayatları esastan sarstı. Bu, çok konuşuldu, yazıldı.. Muhafazakârlık, tüketimi ölçülendireceğini, ideal tüketicilerin muhafazakârlar olduğunu varsayıyordu. Hâlbuki mesele basit olarak tüketmek meselesi değildi. İşin özünde baba ve erillik meselesi vardı. Liberal inceltici muhafazakârlar için bir noktadan sonra doz aşımı semptomu gösteriyor, kabûl edilebilir olmaktan çıkıyordu. Bunlar muhafazakârlığın asla bırakamayacağı kalelerdi. Kredi kapitalizminin krizlerinin baş gösterdiği 2000’li senelerin başlarından îtibâren bu kalelerin tehdit altında olduğu algısı yaygınlaştı ve
muhafazakârlık siyâsete istikâmet verecek bir sendrom olmaktan çıkıp sağcılaştı ve organik değerlerinin savunusuna geri döndü.
Bu sert bir bölünme ve kutuplaşma tekmil dünyada yaşandı. Türkiye de bundan nasibini aldı.

Nihâyet gelelim şu serpme kahvaltı mes’elesine.. Seçimlere giderken oluşturulan 6’lı Masa’yı kuran Sayın Kılıçdaroğlu onu Halil İbrahim Sofrası’na benzetmişti. Bülent Korman ise, bence çok doğru olarak ona Serpme Kahvaltı Masası dedi. Serpme kahvaltıda neler yoktur ki.. Kızarmış patates de oradadır, reçel de, bal da hardal da. Bunun gelenekle bir alâkası olduğunu zannetmiyorum. Olsa bile fikrim değişmez. En zıt tatların birbirine karıştığı tam bir görgüsüzlük ve israf masasıdır Serpme Kahvaltı Masası.. Kimse bunu çoğulculuk ve zenginlik diye yutturmasın lütfen.. Kesif olarak baba nefretinin ve babayı temsil eden bir lidere karşı husûmetin birleştirdiği sol(?) ile yol kazâsına uğramış; babanın hışmına uğramış intikam peşindeki evlâtlardan ve ortada kalmış bâzı sağ(?) kalıntıları birleştiren, arada bir ortalığı dağıtarak error verse de kucaklayıcı(?) “anne” figürünün ortalarda dolaştığı, hınç ve intikâm duygularıyla kurulan tuhaf bir masa bu. Seçimlerin antropolojisi, üzerine düşündükçe, yer yer acı da olsa çok güldürüyor beni…

#Ekonomi
#Arz
#Talep
#Finansallaşma
#Sol
#Muhafazakar
#Altılı Masa
#Kemal Kılıçdaroğlu