Bu dünyadan bir Akif geçti

İsmail Özcan
00:0028/12/2007, Cuma
G: 27/12/2007, Perşembe
Yeni Şafak
Bu dünyadan bir Akif geçti
Bu dünyadan bir Akif geçti

Mehmet Akif Ersoy'u yitireli 71 yıl oldu. Şiirlerinde olduğu kadar sohbetlerinde de kitaplarla anlatılabilecek gerçekleri kısa yoldan açıklayıveren Vatan Şairi'ni ölüm yıldönümünde espri ve fıkralarıyla andık

Gerçek aydın (Münevver) olmanın alâmet-i fârikası, ülkesinin ve halkının sorunlarına vâkıf olup, onların çözümü için kendini adarcasına çaba harcamaksa, Akif bu anlamda bir aydındır; ülkesi ve halkı için uç noktada fedakâr bir münevverdir. Akif, millet sorunlarla boğuşurken buna aldırmayıp keyfine bakan bencil insanları nitelemek için "Köy yanar, kahpe taranır." deyimini kullanır, hislerini iyi ifade ettiği için de bu deyimi çok severmiş.

Akife göre Müslümanlar, İslam'ın özü ve ruhu olan ilim, çalışma, dinamizm, yenilik, ilerleme gibi buyruk ve esaslarını anlamamışlar, anlamaya çalışmamışlardır. Bunun sonucu olarak gerilik, yoksulluk, ezilmişlik zengin ülkelere muhtaçlık, Müslüman ülkelerin kaderi olmuştur. Gerçek Müslümanlıkla, Müslümanların durumu arasındaki çelişkiyi Mehmet Akif kadar etkili, gerçekçi ifade edebilen bir başka Müslüman şair ve düşünür çıkmamıştır:

Her insan gibi Mehmet Akif'in de eksikleri, kusurları olabilir; fakat onun dürüstlüğü, gerçekçiliği ve samimiyeti tartışılamayacak kadar açık seçiktir. Akif hakkında en iyi biyografiyi yazmış olan dostu Mithat Cemal Kuntay'ın şu cümlesi çok yerindedir: "Akif, yalan söylemeye muhtaç olmadan hayatını baştanbaşa anlatabilecek nadir insanlardan biridir."

Akif, dürüst ve gerçekçi olmaya hususi bir ehemmiyet verdiğini Safahat'ta şöyle ifade etmiştir:

Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim;

İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.

Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek;

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!

Bu mısralarda belirtildiği gibi Akif'in espri ve fıkralarında da ya bir gerçeğin gizli mesajı ya da toplumsal bir sorunun iğnelenmesi, eleştirilmesi vardır. Bazen bir espri, kısacık bir fıkra, ancak bir kitapla anlatılabilecek bir gerçeği kestirmeden açıklayıverir. Akif'in espri ve fıkralarında hep bu anlamda bir maksat, bir niyet hissedilir. Bu değerli insanı ölümünün 71. yılında espri ve fıkralarıyla analım.

TAVSİYE

İlk meclisteki milletvekilliği sırasında Mehmet Akif'i ziyarete gelen dostları kendisine, o günlerde isimleri çok geçen bazı devlet adamları hakkındaki düşüncelerini sormuşlar. Akif'in cevabı bir tavsiyeden ibaret olmuş:

- Ülke geleceğinden ümit kesmek istemiyorsanız büyük adamları yakından tanımayınız.

Mehmet Akif, Mısır'da ikamet ettiği 1930'lu yıllarda Türkiye'den uzun süre haber alamamış. Neden sonra aldığı bir mektupta ise annesinin öldüğü bildirilip başsağlığı dileniyormuş. Akif, bu mektubu gönderen yakın dostuna haklı bir sitemde bulunmuş:

- Yahu sizden bir haber çıkması için bizim evden cenaze çıkması mı gerek?

Akif'in dostlarından Mithat Cemal, yazarlığı kadar şairliği ile de tanınır. Bir gün Mehmet Akif, Mithat Cemal'le birlikte onun evinin önüne gelmişler. Akif, M. Cemal'e evini göstererek, "İşte senin en güzel beytin!" demiş."

(Beyit, Arapçada hem ev, hem de iki dizelik şiir anlamına geliyor.)

Akif, ölümsüz eseri Safahat'ın son cildi olan Gölgeler'i basma işini, Matbaatü'ş Şebab (Gençlik Matbaası) adında bir basımevine vermiş. Fakat bu basımevi sözü edilen eseri basma işini o derece savsaklamış, o kadar uzatmış ki Akif; evi, işi ve matbaa arasında aylarca mekik dokumaktan bezmiş, usanmış. Akif bu durumu anlatmak için şöyle dermiş: "Şeyyebetnî Matbaatü'ş-Şebab" (Gençlik Matbaası beni ihtiyarlattı).

DEVLET BİLE ALAMADI

Akif, Halkalı Baytar Mektebi'ndeki hocalığı sırasında bir gün, okula İstanbul'dan gidip dönen öğrencilerin, aralarında, "Ben yedi trenini aldım, ben yedi otuz trenini aldım..." gibi konuşmalarına şahit olmuş. (Demek ki "binmek" yerine "almak" şeklinde Fransızca taklidi kullanış o zamandan beri varmış. Bu gün de bazı çevrelerde çay veya kahve içmek yerine, çay veya kahve almak; banyo yapmak yerine, banyo almak gibi ifadeler kullanılmakta ve haklı eleştirilere hedef olmaktadır.)

Türk Edebiyatı hocası Akif, gençlere bu taklit kokan konuşmalarının dilimiz açısından yanlışlığını uzun izah etmek yerine şöyle demiş:

- Çocuklar, o trenleri henüz koca Türk devleti bile alamadı, siz nasıl aldınız?

Mehmet Akif, çok sevdiği, saydığı, Safahat'ında kendisinden bahsettiği, kişiliğini idealize ettiği Bosnalı Ali Şevki Hoca ile bir gün, Vefa Bozacısı'nda buluşmak üzere randevulaşmış. Mehmet Akif randevusuna her zaman olduğu gibi tam vaktinde gelmiş. Ali Şevki Hoca ise bir hayli rötar yapmış. Akif, "Üstadım hayırdır, niçin geciktiniz? Randevunuza geç kalmak sizin mutadınız (âdetiniz) değildir." diyerek bir açıklama istemiş.

Ali Şevki Hoca, Küçük Pazar'dan Vefa'ya çıkan yokuşu kastederek, "Azizim, şu Vefa'ya çıkan dik yokuş yok mu, onu çıkana kadar kaç sefer dinlenmek zorunda kaldım. Yaş ilerledi, artık bizden iş geçti" diye özür beyan etmiş.

Akif en güzel esprilerinden birini Hoca'nın bu açıklaması üzerine yapmış:

- Üstadım, sizin hiç haberiniz yok mu? Yeni nesil bahsettiğiniz o yokuşu dümdüz etti!

AVRUPALI VE İSLAM

Mehmet Akif'in I. Cihan Savaşı yıllarında bazı incelemelerde bulunmak üzere Avusturya ve Almanya'ya bir seyahatte bulunduğu bilinmektedir. Resmi yönü de olan bu seyahat sebebiyle Akif, Avrupa'yı ve Avrupalıyı daha yakından görüp tanıma fırsatı bulmuş; çok değerli gözlemlerle Türkiye'ye dönmüştür. Onun gözlemlerinden biri de bir soru üzerine ifade ettiği şu görüştür: "Avrupalı dediğimiz insanların dinleri işimize, işleri de dinimize benziyor."

Mehmet Akif'in Beylerbeyi'nde, dostu Mithat Cemal Kuntay'ın da Çapa'da oturduğu yıllarda, bir kış mevsiminde, bir gün Akif, M. Cemal'i evinde ziyaret etmek üzere söz vermiş. Fakat tam belirlenen ziyaret gününün gecesinde yoğun bir kar yağmış ve bütün İstanbul beyaz örtüyle kaplanmış. Karla birlikte ortaya çıkan fırtına, şehir içindeki deniz ve kara trafiğini adeta felç etmiş. Bırakın Beylerbeyi'nden Çapa'ya gitmeyi, aynı mahallede evden eve gitmeyi bile zorlaştırmış. M. Cemal, böyle bir havada Akif'in gelmesinin imkânsız olduğunu düşünerek şahsi işlerine dalmış. Öğle ile ikindi arası bir saatte ve gün içinde ilk defa olarak kapı çalınmış. M. Cemal kapıyı açtığında soğuktan bıyıkları donmuş, üstünde biriken karlarla canlı bir kardan adama dönmüş vaziyette Akif'i karşısında görünce tam bir şaşkınlığa uğramış. Hemen Akif'i içeri alıp biraz rahatlattıktan sonra sormuş:

- Üstadım, ulaşımın felce uğradığı, insanın evinden dışarı çıkmaya korktuğu böyle bir havada niçin geldin? Gelmemen için geçerli mazeretin vardı. Verdiği cevap Akif'in ne kadar prensip sahibi olduğunun, iyi yetişmiş bir Avrupalıyı bile hayran bırakabilecek bir dürüstlüğün belgesidir:

- Gelmemem için tek bir şey meşru mazeret olurdu: Vefat etmem!

* İlâhiyatçı- Eğitimci