|

İdeoloji ve İslamcılık arasındaki ilişki

Meselenin düğüm noktası, sekülerizm anlatısı ve İslamcılık ilişkisidir. Çünkü İslamcılık reddetmekle birlikte İslam ve sekülerizm diyalektiği üstünden yükselir. Özellikle de seküler dünya görüşünün maddeciliği yüceltmesini reddederek ve onaylayarak kendi anlatısını öne çıkarır.

Aliye Çınar Köysüren
00:00 - 1/09/2012 Cumartesi
Güncelleme: 22:46 - 31/08/2012 Cuma
Yeni Şafak
İdeoloji ve İslamcılık arasındaki ilişki
İdeoloji ve İslamcılık arasındaki ilişki

İslamcılık kavramsallaştırılması itibariyle bir türlü '-izm' çağrışımı yapmaktadır. Dolayısıyla üzerinde ideolojimsi bir sis vardır. Tıpkı seküler ve sekülerizm çağrışımında olduğu gibi, İslamcılık da ilk bakışta İslam'ın bir tür siyasi ve ideolojik görünümü gibi gelmektedir. Dolayısıyla “İslamcılık ideolojik bir anlatı mıdır?” sorusu cevaplamak zorunluluk haline büründü.

Öncelikle ideolojiden ne anladığımızı ortaya koyalım: İdeoloji, belirli fikirlerle zihinleri manipüle etme stratejisidir. İdeoloji kelimesinin içeriğinde, zımnen hile ve yanlış yönlendirme vardır. İdeolojileştirme sürecinde, yanlış yönlendirme bir paravan altında sürdürülür. Böylece o, gücünü bizatihi varlığından değil; diğer düşünceleri gölgelemek suretiyle, kendini parlak gösterme mücadelesinden alır.

İDEOLOJİNİN TEMEL EKSENİ

İdeolojinin mekaniği, resmin tamamını göstermeme veya görünen kısmını çarpıtarak verme üstünden döner. Başlangıç adımı olarak, insan tekinin kendi resmini de başkalaştırmayı hedef edinir. Zira insan kendine yabancılaştıkça, ideolojilere yaklaşır. İdeoloji, vicdanla insanın dönüşeceği ve gelişeceğine itiraz eder. Böylece ideoloji, insanın aslına isyandır ve ihtirasa pirim vermektir.

Peki, İslamcılık nedir? İslamcılık, isimlendirme itibariyle, modernizm dalgasıyla gelen güçlü tahakküm ve sömürü hamlesi karşındaki savunu ve direncin adıdır. Üç kıtaya hâkim olmuş bir medeniyetin kıskaç altında kalma cendereisine başkaldırıdır. Yönetim erki olarak İslam'ın hâkimiyetini öne süren dalgalarda şüphesiz ideoloji türünde bir çağrışım vardır. Şüphesiz hayatın tamamına nüfuz eden İslam'ın yönetimi dışlaması düşünülemez. Ancak salt iktidar olarak İslam talebi -mesela Mısır gibi sömürü altındaki muhitlerde- ideoloji olarak verilmektedir.

Moderniteyi bir ideoloji olarak okursak, alternatif olma gücü olmayan İslamcılığın onun yerine geçme arzusu siyasal anlamda ideolojiktir. Ancak insanın kendine yabancılaşmasından özgürleşmesi, aslıyla buluşma yolu olarak selam ve sükûnet hali, İslam'ın şemsiyesinin açılmasını istemek tam da ideolojiye karşı duruştur. İslam yolu, insanın kendiyle barışmasıdır. İsyan ve öfkeyi teskin etme; deruni çığlığı durdurma çağrısıdır.

Oysa ideolojiler isyandan beslenir. İdeolojilerin en güçlü vaatleri bile müntesiplerine tuzak kurmuştur. Mesela Marksizm emek ve emek ilişkilerini nihai güç olarak konumlarken, bugün bu güç odakları birer iflas eşiğini göstermektedir. Zira sömürü üzerinden beslenen bir sistem sonunda, bir başka güç tarafından sömürülecektir.

Görüldüğü gibi, meselenin düğüm noktası, sekülerizm anlatısı ve İslamcılık ilişkisidir. Çünkü İslamcılık reddetmekle birlikte İslam ve sükülerizm diyalektiği üstünden yükselir. Özellikle de seküler dünya görüşünün maddeciliği yüceltmesini reddederek ve onaylayarak kendi anlatısını öne çıkarır. İlk adımı atan seküler öğretidir. Mesela, sekülerizm, dünyevi olana kutsallık atfetmeye başlayınca, İslamcılık ise dünyanın önemini öne çıkarmıştır. Uhrevi anlatıyı dünya üstünden vermiştir. Bu diyalektiği fitilleyen sekülerizmdir.

Sekülerizm, İslam dünya görüşünün dinamiğini ve yönünü o kadar çok etkilemiştir ki, İslam, geleneğini günceleme ihtiyacını; yenilenme sürecinin çekirdeğini de seküler ve modern algıdan almıştır. Kapitalizmin arz-ı endam etmesi karşısında İslamcılık, “alan elin değil de, veren el olmanın” önemini vurgulamıştır. Kapitalizme paralel maddeyi öne çıkarmışlardır. İslamcılar ekonomik yenilgiyi ve üstesinden gelme staretijisini sekülerizmle mücadele esnasında fark etmişlerdir. Sekülerizm ve İslamcılığın bu karşılıklı etkileşimi, karşılaşmalar ve yüzleşmelerle olmuştur. Esasında tartıştığımız ilişki, köle-efendi diyalektiğidir.

Seküler dünya ve İslam dünyası ilk karşılaştıklarında bir tür şaşkınlık yaşamışlardır. İlkin, birbirlerini sıradan bir nesne olarak gördüler ve görmezden gelmeyi tercih ettiler. Çünkü onlar, ötekine yaklaşırken adeta kendilerini/özneliklerini yitirir gibi hissettiler. Sonrasında aşağıladıklarının kendilerinde mevcut olduğunu gördüler. Efendi, kendinde bulunan köle taraflarını köleyle karşılaşınca görmüştür ve bu acı vermiş, sendeletmiştir.

Köle, efendiyle karşılaşınca sulta altında can çekişmekte olduğunu ve mücadele vermesi gerektiğini, keserin kemiğe dayandığını kavrar. Bu durumda her iki taraf, bilinçte tarihine ve gelceğine yönelir. Öz-bilinç durumuna ulaşma bundan başkası değildir. Esasında paravanlar ve geçmişe ait teselliler, bilincin uyanmasının örtük de olsa birer tezahürüdür. Tarihin özeti olan bazı kilit noktalar, bir paravan ve avunma işlevi görür; tam bir hatırlatma şamarı vurur iki tarafa da. Mesela Ayasofya, hem seküler hem de İslam dünyasının kendi bilinçlerine yolculukta köprü işlevi görmüştür! Ayasofya tarihin kilididir. Bizanslılar ve Türkler, köleliği ve efendiliği bu tarihi yapıtta görmüşlerdir. Bu karşılaşma, fark etme ve hatırlama ve de tam olarak “bilinçlilik” durumudur.

FARKLI KUŞAKLAR VE İSLAMCILAR

Seküler ve İslamcı dünya, daha sonraki karşılaşmalarda kendi üstünlük ve kontrol noktalarını bulmuştur. İki alternatif kaçınılmazdı: Ötekini görmezden gelme ya da kendini tehdit altında hissetme. Bu iki durumda, kendilerinin farkındalığı örtülü kalmıştır. Öz-bilinçliliğe doğru ilerlemek için kendini yeniden bulmanın tek yolu üstünlük için bir mücadeleye girmektir. İşte ilk İslamcı kuşak bunu yaptı ve mücadeleyi zorunlu gördü. Ancak daha sonra yenilgi ve bozgun durumundan kaçış zorunlu oldu. İkinci kuşak İslamcılar da yeni bir özbilinç durumunda yine mücadele etmek zorunda hissettiler. Ancak onların da dayanacakları kendilerine ait esaslı güçleri yoktu ve kaçmayı yeğlemek zorunda kaldılar; zira kölelik, her şeye rağmen ölümden daha iyiydi.

Şimdiki İslamcılık tartışması kralın çıplaklığının ilanıdır. Öz-bilinçteki kuluçka yumurtaların hepsi kabuğunu kırmış ve hayatla buluşmak istemektedir. Sekülerizm de saklandığı maskelerin düşmekte olduğunu görmektedir ve içindeki paravanlar ardındaki küçük cüce kölelerin büyümekte olduğunu her geçen gün müşahede etmektedir. Şimdilerde biz, stranç oyununda şah-mat yapmak için manevra arayışını 'İslamcılık' olarak tartışıyoruz!

* Doç. Dr., Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
12 yıl önce