|

Ankara edebiyatın merkezi mi taşrası mı

Türk edebiyatında mahfiller İstanbul’da şekillendi. Millî mücadele Ankara’da daha teşkilatlı bir hâle gelince İstanbul’daki edebiyatçı ve gazeteciler Ankara’ya geldi. Cumhuriyet’in meclislerinde mebusluk tevcihi edebiyatçılar için Ankara’yı bir ikbal kapısına çevirdi. Ankara’nın İstanbul’dan sonra edebiyatın merkezîliğine talip olması tabiî bir sürecin neticesi değildi.

Yakup Öztürk
04:00 - 15/09/2019 Pazar
Güncelleme: 09:19 - 15/09/2019 Pazar
Yeni Şafak
Soldan sağa, Orhan Veli, Şinasi Baray, Oktay Rifat,  Melih Cevdet Anday. ( 1940)
Soldan sağa, Orhan Veli, Şinasi Baray, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday. ( 1940)

Akşam gazetesi 1946 yılı Kasım ayında okurlarını ilgilendirmeme pahasına bir ilana yer veriyor: “Bay Sermet Muhtar Alus’un matbaamıza uğraması yahut yazı işleri müdürüne telefon etmesi rica olunur.” Alus, o yıllarda Akşam’ın yazarı. Belli ki telefon henüz yaygınlık kazanmamış. Kendi yazarlarına sayfa sütunlarından seslenmeye mecbur kalmışlar. Sonra telefon her eve girdi, ardından elektronik ortamda haberleşmeyi sağlayan e-postalar bu türden duyuruları bir anda eskitti. Teknolojinin son hamlesi sosyal medya ile birlikte iletişim kurmak sıradanlığın ötesine geçti. Sosyal medya sadece ilişki biçimlerini değiştirmedi, edebiyatın en hassas kaynakları olan hatıra, mektup ve günlüğü de ölüme götürdü. Artık hepsi, hafızanın nostaljik birer malzemesi.


Sosyal medya türlerin ölümü kadar mahfilleri de yok ediyor. Gazete idarehanesinde, bir dergi bürosunda, kitapçıda, kahvehane ya da muhtelif cemiyetlerin merkezlerinde bir araya gelme ihtiyacı gün geçtikçe azalıyor. Sosyal medyada açılan hesaplar, takipçiler var ederek, aynı mekanı ya da havayı solumayan insanların temas etmeden iletişim kurmalarını sağlıyor. Bu, kimi zaman sahte hesaplarla bir sanat adamına kolayca ulaşmayı, kendisi hakkında herhangi bir terbiye süzgecinden geçmeden konuşabilmeyi de getiriyor. Dergi mutfağında yetişmek, filancanın mahfilinde yer almak var olmanın eşiği olmaktan çıktı. Edebiyatın omurgası usta çırak ilişkisinin cereyan ettiği mahfillerin bir bir hayatımızdan çekilmesi yeni bir edebiyat anlayışını getirdi. Hepi topu üç hikâyesi yayımlanmış bir gencin, üç hikâye kitabı değil üç hikâye, hikâyeciliği üzerine dergi sayfalarında başlıklar açılabilmesi mahfilsizliğin yarattığı boşluğun sonucu.

Türk edebiyatında mahfiller ya da daha geniş manasıyla muhitler İstanbul’da şekillendi. Tanzimat öncesi klasik Türk şiirinin üretildiği yıllarda saray çevresinde ya da bazı şairlerin maişetlerini karşıladıkları dükkânlarda var edilen mahfilleri Haluk İpekten’in kaleminden okumak mümkün ancak mahfillerin bir muhite dönüşmesi 19. asrın ikinci yarısından sonra oldu. Babıâli çevresinde kurulan gazeteler, edebiyatçıların bir araya geldikleri ilk sivil merkezlerdendi. Onları dergi idarehaneleri takip etti. Hikâye 1990’ların başında gazetelerin plazalara taşınmasına kadar sürdü. Bu süreci sekteye uğratan mütareke yıllarında İstanbul’un işgali oldu. İşgal yılları Osmanlı payitahtına yabancı askerlerin yığılmasını getirince gazetecilerin hareket sahaları daraldı. Ankara’da, devletin kurtuluşu için mücadele verenler yanlarında kamuoyu oluşturacak ve yeni devletin şekillenmesini sağlayacak entelektüellere ihtiyaç duydular. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde kongrelerle başlattığı millî mücadele Ankara merkezinde daha teşkilatlı bir hâle gelince İstanbul’daki edebiyatçı ve gazeteciler Ankara’ya nakletti. Böylece, Hakimiyet-i Milliye ve Anadolu’da Yenigün gazetelerinin idarehaneleri devrin meşhur mahfilleri arasına girdi. Sadece siyasî iktidarın merkezi Ankara’ya kaymadı edebiyat da Ankara’da kendisine yeni bir muhit inşa etmeye başladı. Bu muhit, işgalden uzaklaşmak isteyenlerce kuruldu. Sonra Cumhuriyet’in meclislerinde mebusluk tevcihi edebiyatçılar için Ankara’yı bir ikbal kapısına çevirdi. Başkent Ankara, yeni kurumları ile geldi. Bu da memur edebiyatçıların Ankara’ya yerleşmelerini mecburî kıldı. Ankara’nın İstanbul’dan sonra edebiyatın merkezîliğine talip olması tabiî bir sürecin neticesi değildi. Nitekim, Türk edebiyatında Ankara’da yetişmiş dahi olsa Ankara ile anılan edebiyatçıların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Vekillikleri sona erenler, mektepten mezun olanlar, memuriyeti terk edenler, Ankara’nın Cumhuriyet’le gelen rüzgarının dindiğini görenler İstanbul’a koştu. Atatürk, Osmanlı payitahtını muhtemel ki yeni rejimin bekası için dönüp bakılabilir bir şehir olmaktan neredeyse ölümüne yakın bir vakte kadar çıkardığı için İstanbul’a gizli hasret duyan edebiyatçılar 1940’lardan önce İstanbul’a gelemediler.

Ankara, İstanbul’un gölgesinde edebiyat muhiti olma mücadelesi verdi elbette. Bugün Türk edebiyatının önemli dergilerinin bir kısmı Ankara’da kuruldu, dikkat çekici romanların bir kısmı Ankara’da yazıldı, kimi şiir topluluklarının temelleri bu şehirde atıldı. Ankara’nın mütarekeden 1980’lere kadar edebî muhit olma hikâyesini Necati Tonga yakın zamanda yayımladığı bir kitabı ile ele aldı. Bir Edebî Muhit Olarak Ankara, yakın zamanda yayın hayatına başlayan ve Mehmet Can Doğan’ın Türk edebiyatı tarihine değerli bir katkısı olarak daima anılacak Çolpan Yayınları arasından çıktı. Kitap yıllar önce hazırlanan bir doktora tezine dayanıyor. Tonga, gazete koleksiyonlarına ve dergilere başvursa da en geniş malzemesini hatıra kitaplarından derlemiş. Mahfilin varlığı hatıraları bir yazı nesnesi hâline getiriyor. Bugün, mahfil yokluğu ile hatıra türünün ölümü arasındaki irtibat da böylece anlaşılıyor.

Necati Tonga, Ankara’nın kimliğine dair iki yorumu hatırlatıyor. Cumhuriyet seçkinleri tarafından Cumhuriyet’in var ettiği bir model şehir ya da devleti ve resmiyeti temsil eden bir gri şehir. İkincisinin Ankara’yı tarihsizleştirdiği söyleniyor. İki yorumun da objektiflikten uzak olduğu iddia ediliyor. Bu iddianın hep hepine haksızca yapıldığı söylenebilir mi? Tonga’nın anlattığı ancak yorumlamaktan uzak düştüğü bir iki misal üzerinde durulmalı. Ankara’nın edebiyat mahfilleri tabiatı itibarıyla devletin gölgesinde şekilleniyor. Her şeyden önce bu şehre gelen edebiyatçılar yeni devletin kurucusu tarafından davet edilmişler, bir onaydan geçmişler, tek partili siyasî hayatın vekili olarak mecliste yer almışlar, TDK ve TTK gibi devletin kurduğu ve biçimlendirdiği kurumlarda kendilerine iş bulmuşlar, İş Bankası gibi ekonomik yapılarda memurluk etmişlerdir. Bunları bir süreliğine göz ardı ederek Necati Tonga’nın kitabına ve Ankara’yı edebî muhit hâline nelerin ve kimlerin getirdiğine bakmak gerekiyor. Kitabın, edebiyat tarihinin mühim bir cüz’ünü tamamladığı da vurgulanmalı.


CUMHURİYET YILLARI

1927’de Servet-i Fünun sahibi Ahmed İhsan Tokgöz, Ankara’ya kısa bir seyahat gerçekleştiriyor. Bu seyahatten dönüşte Ankara-İstanbul mukayesesi yapma ihtiyacı hissediyor. Tokgöz’e göre, İstanbul’da bedbinlik Ankara’da nikbinlik, İstanbul’da menfî Ankara’da müspet hayat, İstanbul’da gevşek ve uyuşuk, Ankara’da çalışan ve faal hayat var. Bir yandan da İstanbul’da her şey köhneleşiyor, Ankara’da her şey yeni. Henüz, edebiyatçılar, Ankara sarhoşluğunu üzerlerinden atamamışlar. Ahmed İhsan kendisini var eden Babıâli yokuşunu çabuk unutmuşa benziyor. Tonga, Tokgöz’le birlikte Tanpınar’ın da Ankara’ya dair yorumlarını kitaba taşımış. Tanpınar, Ankara’nın başkent ve hükûmet merkezi oluşunun Türk edebiyatına tesirini yorumluyor: “Millî savaştan sonra Ankara’nın hükûmet merkezi olması ise edebiyatımızın gerek dil gerekse zihniyet bakımından değişmesine sebep olur. Edebiyatımıza bugün hâkim olan Anadolucu realizm ve halkçılık mistiğinin başlıca âmillerinden biri bu hadisedir. Bugünkü Türk şiirinin mühim bir sayısını Ankaralı şairler yapar. Atatürk inkılaplarıyla gelen değişiklik yüzünden edebiyatımız şu veya bu fikir etrafında geniş bir anket hâlini almıştır.” Turan Oflazoğlu da Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Ankara için edebiyatımızın kâbesi benzetmesi yapıyor. Kutsal, resmî, kuralları olan, sivillikten, esneklikten, hürriyetten uzak. Aslında edebiyatın tabiatından uzak.

Ankara’yı edebiyat muhiti hâline getiren en önemli dönem şairli-yazarlı meclis geleneği. Necati Tonga, 1. yasama yılından itibaren TBMM’de milletvekilliği yapan şair ve yazarların istatistiğini çıkarıyor. Bahsedilen isimler ya Atatürk’ün yakın çevresinden yahut bizzat onun daveti ile vekil yapılmışlar. Atatürk’ün başlattığı bu geleneği İsmet İnönü de sürdürmüş. Edebiyatçıların milletvekili yapılmasında birtakım sebepler var elbette. Necati Tonga bunları sıralıyor. Devlet, sanatçıların entelekteül kimliklerinden faydalanarak halka daha hızlı ulaşmayı arzuluyor. Bu isimler, vekillikleri sırasında Ankara’da daimi ikametgâh bulmakta pek de gönüllü değiller. Oteller, hanlar biraz da eş dost yanında kalarak ilk fırsatta İstanbul’un yolunu tutuyorlar. Ankara’nın mahfil olmasını sağlayan aslında yegâne figür Atatürk ve onun meşhur sofrası. Buranın müdavimlerine zevât-ı mutade diye isim de verilmiş. Necati Tonga, bu sofranın meşhurlarından Ruşen Eşref Ünaydın’ın Atatürk’ten Hâmi Reis Hazretleri diye bahsettiğini yazıyor.

HALKEVLERİ’NİN MUHİTLERİ

Halkevleri ve köy enstitülerinin edebiyat muhitleri açısından önemi büyük. 1932-1951 arasında halkevlerinin dergi, kitap, broşür gibi pek çok yayın yaptığı görülüyor. Ankara Halkevi’nin çıkardığı Ülkü bu dergilerin en dikkat çekeni. Tonga’nın çalışmasından öğrendiğimize göre Ankara Halkevi başkanının doğrudan CHP tarafından seçilmesi, CHP genel sekreteriyle yazışabilmesi ve bütçesinin parti yönetimi tarafından onaylanması buraya verilen önemi gösteriyor. 1940-1950 arasında Milli Eğitim Bakanlığı uhdesinde hizmet veren Tercüme Bürosu da Ankara’nın önemli edebiyat mahfillerinden. Hasan Âli Yücel’in bu dönemde bakanlık makamında olması kurumun mahfil kimliği kazanmasında tesirli oluyor. Halkevleri denince akla köy enstitülerinin gelmemesi mümkün değil. Ankara Halkevi gibi, Hasanoğlan Köy Enstitüsü de bu şehrin meşhur mahfillerinden. Sabahattin Eyuboğlu’nun dil ve edebiyat, Enver Ziya Karal’ın tarih, Aşık Veysel’in müzik, Ulvi Uraz’ın tiyatro, Malik Aksel’in sanat tarihi dersleri verdiği bir eğitim kurumu burası.

YEMEK MEKANLARINDA EDEBİYAT

Bir Edebî Muhit Olarak Ankara, yenilip içilen, bizce edebiyatın haikiki mahfili olan mekânlara da sözü getiriyor. 1955’te yıkılan İstanbul; 1930’ların ortalarında, Nurullah Ataç’la özdeşleşen ve Garip şiirinin ortaya çıkışına sahne olan, Mavicilerin gelip gittiği Özen; 1950’lerin sonunda içinde bulunduğu binanın yıkılmasıyla yok olup giden ve yine Ataç ve Garipçilerle anılan Kutlu pastaneleri önemli. Nurullah Ataç’ın bastonuyla Oktay Rifat’ın üzerine yürüyerek “Seni meşhur eden ellerim kırılsın.” diye bağırdığı mekân Kutlu.

Bu sınıfta, namı Ankara’yı aşan bir yer varsa o da Karpiç Lokantası’dır. Bir hatırat Ankara’dan söz açıyorsa Karpiç’e uğramadan edemez. Karpiç, 1932-62 arasında Ankara’nın önemli edebiyat mahfillerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Lokantanın sahibi Çarlık Rusyası göçmenlerinden Beyaz Rus Juri George Karpovitch. Karpovitch adının zor telaffuz edildiğini fark eden Atatürk “Gel sana Karpiç diyelim.” önerisinde bulunuyor. Karpiç, kuralları olan bir mekân. Lokantaya kıravatsız gelen müşteriler, vestiyerde hazır bulundurulan kıravatlardan birini takmadan içeriye alınmıyor. Karpiç kadar meşhur olmayan Tabarin Bar.

Özen, Nurullah Ataç’ınsa, Şükran Lokantası da Cahit Sıtkı Tarancı’nındır. “Şairin bohem hayattan sıyrılmaya çalışarak ‘Bundan böyle çılgınlıklara paydos.’ dediği yer de, bir kutlama yemeği neticesinde meyhanelere gitmeme yeminini bozup eski dağınık ve derbeder hayatına döndüğü yer de Şükran Lokantası’dır.” Şair, Yaş Otuz Beş ile kazandığı otuz beş bin liralık CHP şiir ödülünü arkadaşlarıyla bir haftada burada harcıyor. Ankara’nın meşhur lokantalarından bir diğeri Missuri. Adını ünlü savaş gemisinden alıyor. Tonga’dan öğrendiğimize göre II. Dünya Savaşı sonunda Japonya’nın yenildiğini gösteren antlaşma bu gemide imzalanmış, gemi bir süre sonra İstanbul’a geliyor. Amerikan hayranlığının zirveye çıktığı günler. Öyle ki camilerin minareleri arasına Hoşgeldin Missuri yazılıyor. Missuri, Türk edebiyatında Maviciler’le anılıyor.

Piknik, Ankara sofralarının kurulduğu mekânlar arasında farklı bir yerde duruyor. Her şeyden önce pahalı ve lüks. Sadece 10 Kasımlarda kapalı. Garsonlarının sigara içmesi, bıyık bırakması ve takım tutması yasak. Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ni yazdığı yerin burası olması onu edebiyat tarihi için ayrıcalıklı kılıyor.

EDEBİYATÇILARIN EVLERİ

Bir Edebî Muhit Olarak Ankara’nın en ilgi çekici bölümleri edebiyatçıların evlerini anlatan sayfalardan oluşuyor. Ahmed Ağaoğlu, Yaşar Nabi, Yakup Kadri, Necip Fazıl ve Şevket Rado, Nahit Fıratlı bu isimlerden bir kaçı. Yaşar Nabi Nayır, evini satıp İstanbul’a taşındığı 1946’ya kadar Varlık dergisini Ankara’da yayımlıyor. Necip Fazıl ve Şevket Rado aynı evi paylaşıyorlar. Necip Fazıl’ın yayımladığı ilk süreli yayın olan Ağaç, bu dairede çıkarılıyor. Ankara’da kadınların kurduğu meclisler de var. Nahit Fıratlı’nın evi bunlardan biri. Ankara Kız Lisesi’nin edebiyat öğretmenlerinden Nahit Hanım, kendi evini açtığı edebiyatçıların neredeyse hâmiliğini yapıyor. Onun koruduğu edebiyatçılardan biri de Orhan Veli. Nahit Fıratlı’nın eşi Halil Vedat Fıratlı’nın Taş Mektep’ten öğrencisi olan Orhan Veli, zamanla Nahit Hanım’la duygusal bir bağ kuruyor. Nahit Hanım, 1949’da eşinden boşanarak İstanbul’a gidiyor ve Arif Damar’la evleniyor.

Kitabın, 1980’lere gelen hikâyesinde kadın edebiyatının güçlü isimleriyle de karşılaşıyoruz. 1970’lerde Ankara’da varoluşçu kadın edebiyatı muhiti öne çıkıyor. Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Nezihe Meriç, Tezer Özlü, Leyla Erbil bu yıllarda başkentteler. Emine Işınsu-İskender Öksüz ailesinin Çankaya’daki evleri Töre dergisi etrafındaki edebiyatçı ve fikir adamlarının toplanma yeri oluyor. Bilge Karasu’nun evindeki sohbetlere Rasim Özdenören de katılıyor. 1960’larda Erdal Öz İstanbul’a geçmeden önce Sergi Kitabevi’ni işletiyor. 1977’de Kızılay’da Akabe Kitabevi ve Mavera dergisi yayın hayatına başlıyor. Ardı ardına sıraladığımız bu dünya Ankara’nın Türk edebiyatında bir merkez olabilme ihtimalini güçlendiriyor ancak bu şehirde hayata başlayanlar bu şehri bir merkez kılmanın hayalini kurmuyorlar. Orhan Veli ve onun gibiler Ankara’yı değil İstanbul’u dinliyor.

#İstanbul
#Ankara
#Rasim Özdenören
5 yıl önce