|

Deli Orman’dan Pazarcık’a

Emel Özkan yeni kitabı Deliorman’dan Çıktım Yola’da ailesine ait hatıraları bir araya getiriyor. Balkanlar’dan Bilecik’e uzanan bu hikaye aynı zamanda Osmanlı’nın son dönemleri ve genç cumhuriyete ait bir çok olayı da bölge insanın gözüyle görmemizi sağlıyor. Hatıratın ana anlatısı ise Özkan'ın dedesi olan 1934 doğumlu Temel Gümüş.

Yeni Şafak
04:00 - 15/03/2019 Cuma
Güncelleme: 12:16 - 14/03/2019 Perşembe
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
MEHMET FARUK KURT

Bugüne kadar iki şiir kitabı yayınlanan şair Emel Özkan, gözümün nuru dediği çocuklarına ithaf ettiği hatırat kitabını okuyucuyla buluşturdu: Deliorman’dan Çıktım Yola. Dedesinin baba dedesinin Balkanlardan göçüş hikâyesiyle başlayan hatırat, ailenin 1880’de Bilecik’e yerleşmesinden 1979’da Bilecik’ten göç etmesine kadarki sürece odaklanıyor.

“Hatırat çalışmasına, atalarımın hayat hikâyelerini öğrenirken, yurdun yakın tarihiyle yüz yüze gelebilmek gayesiyle başladım. Umduğum üzere, dedemi dinledikçe uzaklar yakınlaştı. Geçmişe karşı marifet arttıkça, muhabbet de çoğaldı. Bir diğer maksadım, takriben yüz yıllık zaman diliminde gerçekleşen günlük hayattaki değişimin izini, nesillerin anıları üzerinden sürebilmekti. Hususi temennim ise ceddin serencamını kayda geçirip çocuklarıma bir yadigâr bırakabilmek oldu.”

Hatıratın ana anlatısı, 1934 doğumlu olan anne dedesi Temel Gümüş’e ait. Sağır ve dilsiz olarak dünyaya gelen, geçirdiği çiçek hastalığı nedeniyle de baktığı yeri ancak görebilen dedesini, babaannesinin yakın ilgisi hayata bağlamış. Bir ameliyatla duyma ve konuşma yetilerine kavuşan dedesine askere gitmek bile nasip olmuş.

KÜLTÜREL ZENGİNLİKLER YİTİRİLİR

Hatıratın odağındaki Bilecik’in Pazarcık ilçesi, farklı topluluklardan insanlar barındırdığı için farklı ve zengin bir kültüre sahiptir. 1950’lerden itibarense bu durum değişir. Kültürel zenginlikler yitirilir, üretim şekilleri, ahlak anlayışı değişir, lisan fakirleşir. Bütün bunları bir “kayıp” olarak nitelendirir yazar: “Kayıplar hakkında etraflıca malumat edinebilmek için, yöre insanına ve bilhassa hanımlarına müracaat ettim. Böylece Pazarcık’ın yakın tarihi ve âdetleriyle ilgili daha çok bilgiye ulaştım ve çalışmanın konu sahası genişledi.”

Hatırat, yazarın dedesinin baba dedesi İbrahim Gümüş’ün 1864 yılında Deliorman havalisinde dünyaya gelişiyle başlıyor. Deliorman havalisi, henüz Osmanlı memalikinin bir parçasıdır. Bulgar çetecilerin baskınları halkı göçe zorlamaktadır. 1877-78 Osmanlı Rus Muharebesi başlamaya yakın, köylüleri olan medreseli bir hafızın ihtarı ve yardımıyla yurtlarını terk ederek göç yolculuğuna çıkarlar. Uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından Bilecik’te dururlar. Pazarcık nahiyesine bağlı, Gümüşdere adını verdikleri bir yurt kurarlar.

Ancak acılar son bulmaz. Bilecik, Millî Mücadele sırasında Yunan kuvvetleri tarafından üç kere işgal edilir. 1921 senesinin Ocak ayında vuku bulan ilk işgal, düzenli ordunun ilk tecrübesi olan I. İnönü Harbi ile dört günde geri püskürtülür. Düşman yenilse de vazgeçmez. Bir süre sonra Afyon’a kadar ilerleyen düşman kuvvetleri, “bir yıldan fazla istila ettikleri Pazarcık’ı esir kampına çevirirler âdeta.”

Bu işgal sırasında şaşırtıcı hadiseler yaşanır: “Köyümüzde büyüklerini tınlamayan bir çocuk, kendisini yavrusuna benzeten bir Yunan neferiyle oyun oynarmış. Evdekilere, “Gâvur dayım beni çağırıyor.” diyerek yanına kaçarmış.”


HESNA HANIM’ıN YIRTIK KULAKLARI

“Yunanlar nice eza verseler de Pazarcık’taki kadınların namusuna el uzatmamışlar. Öyle ki Türk erkekleri, can güvenliği endişesi arttığında ferace giyerek dışarıya çıkarmış… Halkın elinde avucunda ne varsa yağmalamışlar. Kadınların ziynetlerini üzerlerinden hışımla toplamışlar. Anneannemin anneannesi Hesna Hanım, kayınvalidesinin kulaklarının bundan ötürü yırtık olduğundan bahsedermiş çocuklarına.”

5 Eylül 1922’de Pazarcık işgalden kurtulur. Yunan ordusu kaçarken yerleşim ve ekim yerlerini yakarlar, köydeki tüfekhaneyi infilak ederler. Yangın alıp başını gider. Ahali ya civar köylere dağılır ya da boş arazilerde sabahlar.

Anadolu insanı acısını türkülerle, ağıtlarla saklar, nesilden nesile aktarır. Hikâyesiyle beraber bir türkü şöyledir: “Hırsını alamayan asker, gelinlik kızlardan birkaçını alıkoymuştur. Gümüşdereli Zemine ise kendi ayağıyla gitmek ister. Ağabeyi Abdurrahman, bacısının uzun saçlarından yakalayıp çekse de kaçmasına mâni olamaz. Fakat Rumlar, gönüllü esiri geri gönderip şaşırtırlar. Hanımlar da bu hikâyeyi bir nağme ile hafızalara yazıverirler:

“Şu Lefke’yi kara duman bürüdü / Zaptiyeler kol kol aldı yürüdü / Zemine de hanımı Abdurrahman sürüdü / Yandı da Lefke cayır cayır / Bize de mesken oldu çadır”

Yangından sonra köyde hızlı bir toparlanma sürecine girilir. Elinde olan, olmayana verir. Tarlalar ekilir, esnaf dükkan açar, işgalin izleri unutulmaya çalışılır. Elbette bu mümkün olmayacaktır. Hafızalardan silinmesi mümkün olmayan acıların izleri, eşyalardan da silinemez: “Pazarcık’ta ikamet eden Meliha teyzemiz, pencereleri değiştirirken tahta uçlarının yanık olduğunu görüp de nasıl şaşırdıklarından bahsetmişti. Civarda sağlam bir ağaç dahi kalmamış. Evi barkı tekrar inşa eden cümle ahali, bulabildikleri kalıntıları kullanmış böyle. Yöre, Zümrüdüanka misali küllerinden doğmuş.”

Yazar, Pazarcık’a dair bu bilgileri aktardıktan sonra, Temel dedesinin birçok hemşerisinin ikamet ettiği Yalova’ya taşınacağı 1979’a kadarki zamanın izini, başta dedesi olmak üzeri aile büyüklerinin hikâyeleri üzerinden sürüyor. Yörenin kültürünü ve dönemin siyasi olaylarının topluma nasıl yansıdığını hem fertler, hem de kültürün en görünür olduğu zamanlar olan merasimler üzerinden okuyucusuna sunuyor. Yöredeki farklı toplulukların birbirleriyle olan ilişkilerini, yörenin tanınmış simalarını, yöre insanının geçim kaynaklarını, düğünleri, bayramları, eğlenceleri detaylı olarak anlatan yazar; atasözleri ve deyimleri de anlatımının içerisine nakşederek Anadolu toprağının kendine has özelliklerini, Anadolu insanının duygu ve zihin dünyasını da yansıtarak okuyucunun önüne seriyor. Ayrıca mekânların bugününün fotoğraflarını, albümlerden bulduğu ailenin ve köyün geçmişe dönük ahvalini yansıtan fotoğrafları, günümüzde atıl vaziyette olan alet edevatların fotoğraflarını da hatıratın içine yerleştirerek zengin bir içerik oluşturmuş.

#deli orman
5 yıl önce