Kent ve kültür tarihçisi Orhan Türker'le İstanbul'un en eski semti Edirnekapı'yı gezdik ve hikayesini dinledik.
Pili Andianupolesor semtinin, tarih içerisinde adım adım Edirnekapı'ya dönüşünün hikâyesini Yunanca kaynakları da tarayarak kitaplaştıran Orhan Türker'le bu unutulmuş eski Bizans semtinin tarihine ve bugününe yolculuk yaptık. Pili Andianupoleos'dan Edirnekapı'ya Unutulmuş Bir Bizans Semtinin Hikâyesi adlı kitabıyla Orhan Türker, bu tarihi semtin önemini kayıt altına alırken aynı zamanda yapılan tahribata da dikkat çekiyor ve 'Burası tahrip edilecek bir şehir değil, sadece bize değil çocuklarımıza da miras bırakıldı' diyor.
Edirnekapı semtinde geriye doğru çok boyutlu bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz Orhan Türker'le. Semtin önemli Bizans ve İslam yapılarını tek tek dolaşıyor, çeşmeler, camiler, hamamlar, kiliseler arasında tarih içerisinde Edirnekapı'ya doğru ilerliyoruz.
Kırım seferinden sonra İstanbul canlansın diyerek Fatih Sultan Mehmed'in Kefe'den getirip bölgeye yerleştirdiği nüfusun zaman içinde İslamlaşması ve Edirnekapı'ya gerçek kimliğinin kazandırılmasının hikâyesi üzerinden işte aziz İstanbul'un Edirne'ye açılan kapısının öyküsü:
Edirnekapı bölgesinin Bizans yönetiminden, Osmanlı idaresine geçişini, tarihi süreç içerisinde uğradığı değişim ve tahribatı kayıt altına alıyor Türker. Edirnekapı, Bizans'tan bize gelen semtler içinde en önemli yerleşim bölgelerinden biri. Surların hemen yanı başında kurulan semtin ne yazık ki büyük bir talihsizliği de var. Etraflı bir araştırma için yeterli Türkçe kaynak yok. Orhan Türker, Yunanca kaynakları da tarayarak semtin geçmiş zaman haritasını çıkarmayı başarmış. Yunanca kaynaklar, özellikle Bizans dönemi İstanbul'unu araştırmak için olmazsa olmaz bir veri bütünlüğü sunuyor.
Edirnekapı semtinin şimdiye kadar tespit edilebilen en eski yapısı bugün Kariye Müzesi olarak bilinen ve yerli yabancı çok sayıda turisti ağırlayan eski Hora Manastırı yeni Kariye Müzesi'nin Ayasofya'yla yaşıt olduğu biliniyor. Manastır ve bölgenin tamamı, fetihten sonra yaklaşık yüz yıl boyunca harabe olarak kalıyor. Sonra manastır camiye dönüştürülüyor ve bölgeye Müslüman nüfus taşınıyor. Cumhuriyet döneminde cami, müzeye dönüştürülüyor. Tarihi okumalar yapmak için böyle önemli yapıların çok büyük kaynak zenginliği sunduğunu belirten Türker, önce Theodosius surlarının yapılığını sonra da manastırın inşa edildiğini söylüyor.
Bizans İstanbulunda şehir, Ayasofya ve Hipodrom'dan başlayıp Edirnekapı bölgesine kadar uzanıyordu diyen Orhan Türker, Ayasofya'nın önünden geçen caddenin, Çemberlitaş ve Saraçhane'den ilerleyerek bugünkü Fevzipaşa Caddesini takip ederek Edirnekapı surlarına kadar çıktığını belirtiyor. Bir kısmını birlikte yürüdüğümüz caddenin, Bizans'tan bugüne hiç değişmediğine değinen Türker, biz binlerce yıldır hala aynı caddeyi kullanıyoruz, Edirnekapı'dan bir top yuvarlasan o Ayasofya'ya kadar yuvarlanır' diyor.
Edirnekapı, İstanbul şehrinin Edirne'ye giden yola açılan kapısı. İsmini de buradan alıyor. Bir Bizans yöntemi olan bu adlandırmayı Osmanlı da değiştirmemiş, sadece Türkçeleştirerek aynen uygulamış. İstanbul surları üzerinde bulunan elli kapının tamamına yakınında benzer bir yöntem izlenmiş. Edirne'nin ismini değiştirmiş, Edirne kapısının ismini de ona uygulamış. Orhan Türker, Edirnekapı'dan çıkan birisi hiçbir yere sapmadan dümdüz ilerlerse Edirne'ye varabilir, diyor.
Edirnekapı'nın tarihi ve kültürel konumu elbette bu kadarla sınırlı değil. Manevi önemi de var. İstanbul'un fethi esnasında apayrı bir önem arz ediyor Edirnekapı. Elli üç gün süren kuşatmanın ardından Fatih Sultan Mehmed'in askerlerinin şehre ilk girişi bu kapıdan ve bölgeden oluyor. Bu yönüyle Konstantin'in İslam çizmesiyle ilk kez tanışması burada gerçekleşiyor.
Bölgenin en büyük İslam yapısı, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan adına yapılan Mihrimah Sultan Camii'dir. Halk arasında Edirnekapı Camii olarak da bilinen cami, Edirnekapı'nın hemen girişine, kapıdan girenleri karşılayacak şekilde şehre vurulmuş bir İslam mührü gibidir. Caminin neredeyse kendisiyle yaşıt bir efsanesi de vardır. Mimar Sinan'ın yaptığı camii, yedi tepeli eski İstanbul'un tam olarak altıncı tepesinin üstüne inşa edilmiş, muhteşem bir yapı. Şehre hâkimiyeti tam olarak hesaplanmış, Haliç'ten bakıldığında bile görülmesi mümkün bir taç gibi Edirnekapı'ya oturtulmuştur. Mimar Sinan'ın belki planlayamadığı, belki de Mihrimah Sultan'a dinletemediği bir hesap hatası da vardır. Bölgenin zemini depreme oldukça dayanıksızdır. İstanbul'un her büyük depreminde hasar gören camii en son 1999 depreminde de uzun bir restorasyona alınmıştı. İstanbul'un belki ışığı en güzel yansıtan camii olan Mihrimah Sultan Camii için yüzyıllardır gelen diğer efsane de şöyledir; Denir ki Üsküdar'a inşa edilen Mihrimah Sultan Camii'nin çok karanlık olmasından ötürü Hanım Sultan bundan memnun kalmamış ve Sinan'dan İstanbul'un en aydınlık camisini yapmasını istemiştir. Güneşin hemen her ışığını alan Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii böyle ortaya çıkmış.
Osmanlı'ya ilişkin farklı bilgilerden biri de Mihrimah Sultan Caminin hemen elli metre karşısındaki Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesi'nin hikâyesi. Türker'in anlattığına göre Mihrimah Sultan Camii'nin inşasından önce altıncı tepenin hemen üstünde eski bir Rum kilisesi varmış. Tam olarak caminin bugünkü yerinde… Osmanlı idaresi camiyi kilisenin yerine yapmak ister ama diğer taraftan da Rum vatandaşlarını gücendirmek istemez. Çözüm, hemen elli metre ileriye kilisenin aynısının tekrar inşa edilmesinde bulunur. Üstelik yıkım parası da fazladan kiliseye verilir. Bugün hala kullanılan kilise, Mihrimah Sultan Camii ile birlikte Edirnekapı'dan şehre girenleri karşılayan ikinci yapı. Kapıdan girdiğinizde Mihrimah Sultan Camii sağda, Aya Yorgi Kilisesi solda kalıyor.
İstanbul Edirnekapı bölgesini bilenler bilir, hemen Karagümrük'te bugün Karagümrük Stadı olarak kullanılan yolun metrelerce aşağısında çukur bir saha vardır. Orhan Türker'le yaptığımız Edirnekapı gezimizde öğrendiğimiz ilgi çekici detaylardan biri de bu. O alandaki çukurluğun sebebi, doğal yüzey şekilleri değil, bilinçli bir kazıymış. Her dönemde su sıkıntısı çeken İstanbul, bundan iki bin yıl önce de aynı probleme çözüm üretirken çareyi dev sarnıçlar yapmakta bulur. İstanbul'un bugün birçok yerinde müze olarak ziyaretçilerini karşılayan sarnıçlar gezilebiliyor bile. En bilineni ve büyüğü Yerebatan Sarnıcı. Yer altı sarnıçlarının yol açtığı maliyeti azaltmak için Bizans, açık hava sarnıçları yapar. Yapımı daha kolay ve ucuzdur. Bugün Karagümrük Stadı'nın olduğu çukurluk işte eski bir açık hava sarnıcı. Alan kazıldıktan sonra suyu kaçırmasın diye alt tabanı ve etrafı dört beş metre kalınlığında taş duvarlarla örülür. Taş duvarlar dikkatli bakanlar için bugün hala görünebiliyor.







