|

‘Geç Kalan’ın yüzleşmesi

Tarık Tufan’ın “Geç Kalan”, hayata ve ölüme farklı bir açıdan bakan ve okurunu kendi içinde bir yüzleşme yapmaya hazırlayan özel bir novella. Farklı bir dil ve üslup denemesini başarıyla gerçekleştiren Tufan, kendi hayatına bile yabancılaşan kahramanının olabildiğince ertelediği yüzleşmesinden kaçınamadığı noktaya dikkat çekiyor.

Suavi Kemal Yazgıç
04:00 - 15/11/2021 Pazartesi
Güncelleme: 03:24 - 15/11/2021 Pazartesi
Yeni Şafak
Tarık Tufan, kitabı sadece hikayesi ve karakterleriyle değil diliyle de inşa ediyor.
Tarık Tufan, kitabı sadece hikayesi ve karakterleriyle değil diliyle de inşa ediyor.

3 Ocak 1889. Sabah saatleri. İsviçre’nin Basel şehri. Friedrich Wilhelm Nietzsche, yürüyüş yaparken bir atın kırbaçlanmasına şahit olur. Atın kırbaçlanmasına engel olmaya çalışır. Sonra da ata sarılır ve bir süre sonra da baygınlık geçirir. İki gün kendine gelemeyen Nietzsche, akıl hastanesine götürülür ve 1900 yılındaki ölümüne kadar önce annesinin sonra da kız kardeşinin bakımına muhtaç bir şekilde yaşar. Bu uzun ve malumatfuruş girişi, sözü Tarık Tufan’ın yeni kitabı “Geç Kalan”a getirmek için kaleme aldım. Zira kitabın ilk cümlesi tam olarak şuydu: “Sahile bir ölü at vurdu, ilk gören ben oldum.”

Romanın kahramanı, bu tecrübeyle bir şok yaşar. Zihninde bir kara kutu açılır adeta. Nietzsche’nin yaşadığı tecrübe onun ölümüne sebep olmasa da ölümüne dek yaşayacağı bir zihinsel çöküşü başlatmıştı, “Geç Kalan”ın kahramanın at cesedini görmesi ise halının altına süpürürcesine zihnine boca ettiği ve görmezden geldiği nice karanlık detayın su yüzüne çıkmasına, sürekli ertelediği yüzleşmeyi kaçınılmaz hale getirmesine yol açıyor. Hemen sonraki satırlarda “ölü atlar bir savaşı kaybetmenin ilk işaretidir” cümlesi de nasıl bir metinle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Peki, kaybedilen savaş ne? Esasen bu bir görmezden gelme, reddetme, yok sayma savaşı. Bu her insan için mağlubiyetin mukadder olduğu bir savaştır esasen. Ertelenen hatta ertelenmek ne demek iptal edilmeye çalışılan bir “yüzleşmenin” novelleası olarak okuyabiliriz “Geç Kalan”ı… Tarık Tufan’ın kitaplarında “yüzleşme” en çok kullanılan temalardan biri. Ancak “Geç Kalan”ın yüzleşmesinin sertliği ve doğrudanlığı önceki romanlarından hiçbirinde olmadığı kadar bariz.

TUTULMAMIŞ BİR YAS


Kendi hesabıma tutulmamış bir yasın hikâyesi olarak okudum “Geç Kalan”ı. Yasın illa ki hayatını kaybetmiş birinin arkasından tutulması gerektiğini düşünmeyin. Terk edilmek de bir yası gerektirebilir. Vedaların, elvedaların da bir yas beklentisi vardır. Ömrün devam etmesi yasın hakkının verilmesine bağlıdır. Kahramanımız ise ömrünü devam ettirmeyi ve yas tutmayı reddetmek yerine inkâr etmeyi tercih etmiş. Bu tercihin illa ki uzun uzadıya düşünerek verilmiş bir karara bağlı olmasına gerek yok. Pekala bilinçli bir şekilde karar vermeden de bir insan bunu yapabilir. Ancak bilinçli ya da bilinçsiz bu kararı veren her insanın bilinci ve bilinçaltı bu yükü bir yere kadar taşıyabilir. Kahramanımızın o at ölüsüyle karşılaştığı nokta bardağı taşıran damla olarak karşımıza çıkıyor. Ondan sonra kahramanımızın bilincinin sele kapılmış bir çöp parçası gibi sürüklenişine şahit oluyoruz. Bu sürüklenişi bir arayış olarak da okumak mümkün elbette. Zira sürüklenirken tutunacak bir dal arar insan.

Bu dal, romanda geçen “Sonsuz Anlam Evi” olabilir mi? Gerçek hayatta o tuzağa razı olan o kadar çok insan var ki, gerçeklik hapishanesinde bir yalan bile teselli olabiliyor. Ancak bu teselli ile yetinmeyenler “dar kapıdan” geçmeyi tercih edip daha sahici, daha sahih olanın arayışına başlayabilir. Belki bütün bu söylediklerimi bir de yazarının cümleleriyle özetlemeliyim. Tarık Tufan’ın başka bir romanı bağlamında söylediği şu sözlerin tam da bu roman için de geçerli olduğunu düşünüyorum: “Yaşamımız boyunca ruhumuz hayatın zehirleriyle muhatap oluyor ve farkında olmadan o zehir ruhumuza, kalbimize sirayet ediyor. İçsel kavgalarımız, yüzleşmelerimiz bu zehri bir nebze atabilmek için. Aksi halde ölüyoruz. Buradaki ölüm, bildiğimiz manada bir ölüm değil, hayatın değersizleşmesi, insanın hakikatsiz bir yaşam sürmesi.”

YENİ BİR DİL İNŞA EDİYOR

Tarık Tufan, kitabı sadece hikayesi ve karakterleriyle değil diliyle de inşa ediyor. Bir önceki romanda yakaladığı dilden başka bir dil ve üslup inşa etmeyi cesaret ederek yapıyor bunu üstelik. Halbuki bir “tekrarla” kolayca üstesinden gelebilirdi ve yeni bir dil ve üslup aramaya gerek görmeyebilirdi. Tarık Tufan okuru da bundan bir-iki kitaplığına da olsa şikâyetçi olmayabilirdi ve o “tanıdık” dil ve üslup onlara daha da cazip görünebilirdi. Tufan ise bir riski göze alarak “bulduğunun” garantisine eyvallah demeden yazmakta olduğunun ihtiyaç duyduğu dilin ve üslubun hakkını vermeyi hedefliyor. Üstelik bunu yaparken amacı şapkadan tavşan çıkarmak, okuru şaşırtıp gözünü kamaştırmak da değil. Edebiyat aracılığıyla insandan insana ulaşan veya ulaşamayan o gizli yolu keşfetmek. En yalnız insanı bile sadece kendi varlığıyla değil diğer insanlara yönelen o yollar ve çıkmazlar aracılığıyla tanıyamaz mıyız zaten? Sırf bunun için bile Tarık Tufan’ın bir sonraki kitabı beklenilmeyi hak ediyor bence.

Yazıyı bitirirken bir at hikâyesi de benden olsun. Samatya’da yaşadığım çocukluğumda birkaç defa surların dibinde at kesimine şahit oldum. Üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen hâlâ hafızamın taze olduğunu “Geç Kalan”ı okumaya başlayınca fark ettim. Kitap bu yüzden benim için fazlasıyla sarsıcı oldu. Başka anılar da zihnimde tetiklendi sonra. Meğer ben de bir yönüyle “Geç Kalan” olabileceğimi fark ettim sonra.

Evet, böyle bir anınız olmayabilir. Ancak hemen herkesin zihninde yeterince tutulmamış bir yas, hakkı verilmemiş, görmezden gelinen, yok farz edilerek atlatılmış sayılan bir yüzleşme vardır illa ki…Tarık Tufan’ın “Geç Kalan”ı işte de tam da bu yüzden sarsıcı bir yüzleşme kitabı.

#Tarık Tufan
#Doğan Kitap
#Friedrich Wilhelm Nietzsche
2 yıl önce