
Yazar Melih Tuğtağ’a yeni kitabı İyi Haberler Ajansı vesilesiyle merak ettiklerimizi sorduk. Tuğtağ, “Devasa beyaz bir çarşafın üzerine bir karasinek konsa çarşafı değil sineği konuşuruz. Çarşafın üzerindeki sineğin kapladığı alan belki milyonda bir ölçüsündedir fakat o gündem olur genelde. Burada tehlikeli bir nokta var: Kişi bir zaman sonra gündemine dönüşür. Sineğe dönüşmemek için iyiliği de görünür kılmak lazım,” diyor.
Anti-distopya’dan kastın normalde ütopya olması beklenebilir. Fakat vadettiğimiz şey ne bir ütopya ne de tam bir distopya. Aslında klasik distopyaların yaptığı dışarıdan ya da dışlanmış “kötü” tanımına itiraz ediyoruz. Mesela kötü karakter gibi duran yapay zekâ aslında kötü değil, eldeki malzeme ile yemek yapmaya çalışan biri sadece. Ona haber bültenlerini veri olarak sunmuşlar, o da “insan”ı bu bilgi ile değerlendirip çözümler bulmaya çalışmış. Burada insan doğası vurgusu devreye giriyor. Sorumuz şu: İnsanın hakikati; haberlerde, sosyal medyada veya davetlerde görünen kadar mıdır?
nKitapta dünyanın temel problemlerine yapay zekânın önerileriyle çözüm bulunmaya çalışılıyor ancak işler sarpa sarıyor. Günün sonunda düzenin iyilikle, iyiliği yaymakla geri getirilebileceğini görüyoruz. Çocukların dünyasında iyiliğin nasıl bir karşılığı var?
Biriyle tanışırken mesleğim için “yazarım” ya da “sanatçıyım” dediğimde, zihninde çok acayip şeyler canlanıyor. Zihinlerindeki artist tiplemesi fantastik, marjinal, obsesif hatta belki de biraz sapık biri oluyor. Halbuki ben altı üstü pijamasıyla ekmek almaya giden biriyim. Bunu sıradanlık ölçüsü olarak söylüyorum tabii ki. Arkadaşlarıma bakıyorum, %90’ı sanatçı, onlar da böyle. Herkes çok normal. Peki zihinlerdeki o “acayip” sanatçı algısı nereden geliyor? Çünkü sıra dışı olana anlatıda yer vardır. Anlatılan sanatçı tiplemeleri hayatın doğal akışının zıttına koşanlarınkidir. “İyilik”in kaderi de “normal” gibi. Çoğunluk iyidir, iyilik standarttır, en sık görülendir; fakat hep kötü konuşulur. İyi Haberler Ajansı’nı biraz da bundan dolayı yazdık açıkçası. Göstergeler çağında, görülen gündemin çarpan değeri ellileri yüzleri bulmaya başladı. “Kötülük daha görünür, bu kadar görünür ise kesin daha havalıdır” mantığı yer etmeye başladı. Şu an 5-15 yaş arası olan çocukların 15 yıl sonrasını merak ediyorum bu sebeple.
Ben organik bilginin tekrar kıymetleneceğini düşünüyorum. İnsanlık tecrübesi buna benzer pek çok sınavı aynı cevaplarla geçti. Mesela bir dönem İstanbul’da köşkler yıkılıp “daha prestijli” olduğu zannı ile apartmana dönüştürüldü. Şu an ise bilgi aslına rücu etti, köşkler, müstakil evler, villalar tekrar iade-i itibar görüyor. Bence bilgi ile kurduğumuz obur ilişki de biraz buna dönecek. Teknoloji okuryazarlığı dijital medya çağından önce doğan bizlerin problemi. Bu çağın içine doğan çocuklar, yeni doğmuş bir tayın ayakları üzerinde durmayı hemencecik kavrayabilmesi gibi içgüdüsel olarak organik, teyit edilebilir bilginin kıymetini kavrayacaktır. Bizim üzerimize düşen sorumluluk kısmında şunu söyleyebiliriz: Sadece düşüncemizi desteklediği için yalan bir haberin önünü ardını düşünmeden yaymaya devam edersek bir gün biz de ayetteki “Size bir fasık bir haber getirirse” ibaresindeki fasıklar zümresine dahil oluruz. Bunu hükmünü bilenler ciddiyetini de anlamıştır. Genelde yalan söylemek de yalan habere kanmak da yalanı yaymak da nefisle alakalıdır. Ya birini övmek çok hoşumuza gidiyordur ya da sövmek. Yalana bu yüzden meylederiz. Genel bir kaidedir: Nefse hoş gelen değil, doğru olanı yapmalı insan.
Tek bir doğru cevabı olmayan bir soru bu. Hem öyle hem değil diyebiliriz. Kendinden uzaklaştığı için nefsini bilemeyen, bu yüzden de Rabbine ulaşamayan bir nesil geliyor. Kendini keşfetme kısmı böyle bakınca güzel gibi. Fakat bazı çeviri eserlerdeki maksadın bu olmadığını, cinsiyet üzerine oynanan oyunlara varan daha menfi amaçları olduğunu da görüyoruz. Ya da akran zorbalığı gibi kanayan yaralar için de farklı bir matematik var. Çok eser üretilmesi lazım, fakat sizin de vurguladığınız gibi “buraya bakarlar” posteri gibi zerreden kürreye etki eden bir iç güçle değil, “çok satılıyor benzerini çakalım”cı bir yaklaşımla hazırlanıyor bazı kitaplar. Kaçınılmaz olarak verim düşüyor tabii ki. Yayıncılık tüketici alışkanlıklarından azade olarak yapılamaz ama gerçek bir dert ile içeriden dışarıya doğru doğurgan bir kuvvetle hareket etmeden de yapılamaz. Hakiki ihtiyaçlar ile satış kaygısı dengede tutulmalı. Bu kolay mı? Hayır. Zor olduğu için de kıymetli. İyi yayıncı ile kötü yayıncı böyle ayrılıyor birbirinden.
BU AYIN KİTAPLARI
Gerçek mi sanal mı?
Fatma Zehra Aydemir’in kaleminden çıkan Oyundan Kaçış, 11 yaş ve üzeri genç okurlar için yazılmış, heyecan dolu bir distopya. Hikâye, Yek Dünya adlı kusursuz sanal bir evrende geçiyor. Burada herkes görevini başarıyla tamamlıyor, herkes eşit ve herkes memnun. Ancak 14 yaşındaki Hora için bu düzenin içinde bir şeyler eksik. Duyduğu garip sesler ve gördüğü anormallikler onu, bu “gerçeklik”ten şüphe etmeye zorluyor. Hora’nın sorgulamalarıyla başlayan bu serüven, sadece oyunun değil, benliğin ve özgürlüğün peşine düşen bir kaçışa dönüşüyor. Akran zorbalığına uğrayan bir çocuğun sanal oyunlara yöneliş hikâyesini okurken, siz de kendi “oyununuzdan” kaçmak isteyebilirsiniz.
Oyundan Kaçış, Fatma Zehra Aydemir, Tulu Kitap, Şubat 2025, 174 sf.
Kur’an’ı keşfe çıkıyoruz
Kur’an-ı Kerim’in kısa surelerini çocukların dünyasına taşıyan Kısa Sureler Günlüğüm, 7 yaş ve üzeri okuyucular için hazırlandı. Zeynep Kaya’nın kaleme aldığı, Merve Özcan’ın renkli çizimleriyle hayat bulan bu kitap, 38 kısa sureyi sade bir dille anlatıyor; çocukların anlayabileceği bir günlük formatında sunuyor. Surelerin iniş yeri, ayet sayısı, ana konuları, düşündürdükleri ve ilginç bilgileriyle zenginleştirilen ve tasarımıyla kolay okuma imkânı sunan bu eser sadece öğretici değil, aynı zamanda düşündürücü ve eğlenceli bir keşif yolculuğu sunuyor. Kısa Sureler Günlüğüm hem bireysel okumalar hem de aile ya da sınıf içi etkinlikler için ideal bir kaynak.
Kısa Sureler Günlüğüm, Zeynep Kaya, Gülce Çocuk, Nisan 2025, 80 sf.







