
Hâlid Ziya Uşaklıgil’in romancılığında Sefile, birkaç açıdan konuşulmayı hak eder. O vakte kadar Müslüman mahallelerinde görmediğimiz düşkün kadını edebiyatımıza bu roman getirmiştir. Ancak ondaki bu cesaret dönemin teftiş kurullarının darbesiyle karşılaşır. Sefile, büyük romanı Aşk-ı Memnû’nun da bir tarafıyla habercisidir.
Hâlid Ziya’nın romancılığında ilk romanı Sefile ile son romanı Nesl-i Ahîr’in dikkat çekici tarafları vardır. Bu iki roman arasında yazdıkları ile bu romanlardaki tavır, neredeyse birbirinden epey uzak noktalarda bir hassasiyeti ve muhtevayı barındırır. Nesl-i Ahîr, Hâlid Ziya’nın kitaplaştığını göremediği, gazete sayfalarında tefrika hâlinde bıraktığı son romanıdır. II. Meşrutiyet senelerinde kaleme alınan bu romanda Hâlid Ziya hiç olmadığı kadar politik bir bakışla Meşrutiyet’in ilanı öncesinde Avrupa’da meydana gelen muhalefeti, II. Abdülhamid’in özellikle gençler üzerindeki tesirini, sosyal çürümeyi, aile kurumunu, ahlakî zaafiyeti geniş İstanbul manzaraları altında, sokak ve caddelerde tartışır. Hâlid Ziya, bu romanından önce, Servet-i Fünûn romancılığının bütün hususiyetlerini bir araya getiren, salon köşelerinde, insanın duygularını merkeze alan, büyük nispette derin bir aşk hadisesi etrafında cereyan eden kurgularla örülü romanlar yazmıştır. Bunlara hastalıklar da eşlik eder. Herhangi bir toplumsal mesele üzerine fikir yürüten bir sahne yaratmadan küçük muhitlerde yaşanan insan ilişkilerini son derece güçlü psikolojik tahlillerle kaleme alır. Bu romanlar bir kenarda tutulduğunda Sefile’nin daima ayrı bir yeri olacaktır. Bu roman, o vakitler dünya edebiyatında hüküm süren çeşitli roman anlayışlarının tesirinde Hâlid Ziya’nın belki hikâyelerinde karşımıza çıkacak olan son derece realist hatta natüralist, sert sahnelerle Mazlume adlı bir genç kızın fuhşa sürüklenişini anlatır. Sadece Mazlume’nin değil romanın kadın kahramanlarının bir ikisi hariç hepsi kadınların beden ve ruhlarını çürüten bir yapı olarak fuhuş içerisinde onları ölüme götüren hastalıklarla acı çekerek yok olup giderler. Bu roman, Hâlid Ziya, Servet-i Fünun edebiyatı içerisine girmeseydi onu Türk romanının ilk toplumcu-gerçekçi romancısı yapabilirdi dedirtecek kuvvettedir. Sefile’den hemen sonra yine İzmir’de tefrika ettiği Nemide, bu türden bir hassasiyeti çabuk terk ettiğini, birkaç yıl sonra Servet-i Fünun çatısı altında yazacağı romanlarını haber verdiğini gösterir. Hâlid Ziya’yı Sefile ile başladığı çizgiden uzaklaştıran saiklerin başında muhtemel ki bu romanın sansür heyeti tarafından reddedilmesi gelir.
BASILMASI CAİZ DEĞİLDİR
Hâlid Ziya, İzmir’de arkadaşları ile beraber Nevruz, Hizmet gibi süreli yayınları çıkarmış, yazmaya ve yayıncılığa çok erken yaşlarda başlamıştır. Sefile’yi 1886’da Hizmet’te tefrika ettiğinde henüz yirmili yaşlarının başındadır. O sıralarda bir vesile İzmir’de kısa bir süre konaklayan Recaizade Ekrem ile tanışır, aralarındaki hukuk, mektupların İstanbul ve İzmir arasında gidip gelmesiyle genişler. Bir kuşağın üstadı olan Ekrem, Sefile’nin kitaplaştırılması teklifini “Niçin Sefile’yi kitap hâlinde bastırmıyorsun? Onu bana gönder, Encümen-i Teftiş ve Muayene’den ruhsat alalım.” sözleriyle Hâlid Ziya’ya iletir. Hâlid Ziya bu teklifi hatıralarında “Küçüklere karşı büyüklerin göstermekle mükellef oldukları himaye vazifesine bir ders teşkil eden bu teklif...” sözleriyle karşılar. Gazeteden tefrikaları keser ve Recaizade’ye gönderir. Onun muvasalatı ile roman Encümen-i Teftiş ve Muayene Heyetine sunulur. Uzun bir bekleyişten sonra postada bir mektup ve fersude hâlde müsveddeler bulur. İlk nüshanın bir kenarında kırmızı mürekkeple encümenin bir şerhi vardır. Burada “şerair-i İslamiyeye mugayereti hasebiyle” bu romanın basılmasının katiyen caiz olmadığı haber verilir. Çünkü Müslüman bir kızın fuhşa sürüklenmesi kabul edilemez. Ahmed Midhat Efendi’nin Henüz On Yedi Yaşında romanında Osmanlı toplumunda kadının “düşkün” olması gayrimüslimlerin bir meselesi olarak anlatılırken Hâlid Ziya bunun Osmanlılarda herkesi ilgilendiren bir krize dönüşebileceğini göstermiştir. Kırk Yıl adlı hatırlarında encümenin kararına bakışını, İstanbul’un hangi semtlerinde bu romanda dile getirdiği türden hayatların yaşandığını, İslam bahane edilerek bu meselenin konuşulmasının engellendiğini anlattığı uzun paragrafları vardır. Velhasıl müsveddelerin yıpranmasından da anlaşıldığı üzere roman hakkıyla okunmuş, encümen kararını vermiş, romanın kitaplaşmasını reddetmiştir. Hâlid Ziya, çok genç bir romancı olarak bu sarsıntıyı sakinlikle karşılayamamış olmalı ki Sefile’nin müsveddelerini yakmıştır. Bu huzursuz manzarayı bir söyleşisinde “Sefile’den üzgün ayrıldım. Bunu müteakip, tefrika olarak Nemide’yi yazmaya başladım.” sözleriyle hatırlar. Söz konusu yakıp yok etme hadisesini Mai ve Siyah’ta Ahmed Cemil’in şiir kitabını yakmasıyla kendi edebiyatında yaşatmıştır. Şunu da söylemek gerekir ki Hâlid Ziya, ne zaman Sefile’den söz açsa romanı yakmasından pişmanlık duymadığını hatta encümenin kararından mutlu olduğunu dile getirmiştir. Çünkü bu romandaki “beceriksizlik ve acemiliği” hiçbir zaman kendine yakıştıramamıştır. Hatta bir söyleşisinde “Bugün beni hicabımdan kızartacak olan bu eser ortadan kayboldu.” diyerek sevincini paylaşır. Birkaç yıl sonra Türk romanını yeniden doğuracak ve bu romanın esasını teşkil edecek Mai ve Siyah ve Aşk-ı Memnû’yu yazacak bir romancının ilk eseri karşısında böyle acımasız oluşunu kabul edebiliriz ancak Sefile, bu derece kenara itilecek bir roman hiç olmamıştır. Tanzimat romanları arasında bile bir seviyenin çok üstündedir.
SEFİLE TANZİMAT ROMANIDIR
Sefile, kurgusu, karakter inşası ve muhteviyatı ile bir Servet-i Fünun romancısı olarak tanınan Hâlid Ziya’nın aslında Tanzimat romanları arasında okunması gereken romanıdır. Nitekim bu roman, Tanzimat romanı dendiğinde akla gelen Sergüzeşt, Karabibik ve Araba Sevdası’ndan önce yazılmıştır. Sefile’nin o vakte kadar hatta kendisinden sonra da uzun zaman göremeyeceğimiz sert sahnelerle örülü kurgusu bu romanın özellikle talebe kalabalığına okutulmasını engeller. Bu da romanın gözden uzak kalmasının sebeplerinden biridir. Oysa Hâlid Ziya’nın genetik mirasın insan kaderi ve psikolojisi üzerindeki tesirini tartıştığı büyük romanı Aşk-ı Memnû’dan önce Sefile’de bunun ilk denemelerini ortaya koyduğu görülür. Mazlume’nin Beyazıt Camii avlusuda açlık ve sefalet içerisinde bulunup götürüldüğü evin sahibi Mihriban ile onun kızı İkbal arasında ruhen de bir benzerlik vardır. Anne-kız romanın ilerleyen sayfalarında anlaşılacağı üzere fuhuş içerisinde bir hayat yaşamaktadır. Aşk-ı Memnû’da Bihter ve Firdevs Hanım arasındaki ilişki daha önce Sefile’de karşımıza çıkar.
Sefile, ilk olarak 2006’da Ömer Faruk Huyugüzel tarafından kitap hâline getirilmiştir. Akademik olarak ciddiye alınabilecek bu ilk çalışmadan sonra ikincisini Ayşe Tepebaşı ortaya koymuştur. Hâlid Ziya’nın bütün eserleri Selçuk Atay’ın editörlüğünde bir heyet tarafından edisyon-kritikle yeniden yayımlanmıştır. Söz konusu çalışma da bu sayede gün yüzüne çıkmıştır.









