Tevafuk oldu, bir süreden beri bu köşede irade problemini tartışırken güzide dergilerimizden Hece de Mart sayısında, “kötülük sorunu ve edebiyat” temasını ele aldı. Bu sayıda, Turan Koç, İlhami Güler ve Ejder Okumuş hocalar ile birlikte uzunca bir söyleşi yaptık. Bu söyleşiyi ısrarla öneririm. İrade bahsinin bilinç, arzu ve özgürlüğün yanı sıra mutlaka birlikte değerlendirilmesi gereken başlıklardan birisi de “teodise” ya da “adli ilahi” diye bilinen kötülük problemi… Neye, ne kadar muktediriz ve neyin, ne ölçüde farkındayız sorularının haricinde kötülüğün kaynağı ve kötülük karşısında elimizden ne geldiği üzerine de düşünmek zorundayız.
Bizim sözünü ettiğim söyleşimizin yanı sıra, Emin Gürdamur'un Dostoyevski'den yola çıkarak “kötülük sorununun kısa tarihi” üzerine fevkalade iyi ve akıcı bir denemesi de var Hece dergisinin mezkûr sayısında. Gürdamur'un da isabetle tespit ettiği gibi, kötülük problemi, meslektaşımız IrvinYalom'un ölüm konusundaki görüşlerinin ilham kaynağı olan Yunanlı düşünür Epiküros'un şu sözlerinden itibaren Tanrı ile ilişkilendirilmiş vaziyette: “(Tanrı) kötülüğü önlemek istiyor da, gücü mü yetmiyor? O halde O erksizdir. Gücü yetiyor da istemiyor mu? O halde kötücüldür. Hem gücü yetiyor, hem canı istiyor mu? O halde kötülük nereden geliyor?”…
Gürdamur'un dengeli ve insicamlı yazısı, teodise sorununun derinliklerine dalmıyor, Gazali'nin Leibniz başta olmak üzere Batılı düşünürlere yol gösterici olan bakışını esas alan bir tarihçeyle yetiniyor. “Gazali, şer gibi görünen şeylere rağmen ilahi adaletin her tarafı kuşatmış olduğunu, Allah'ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarından yola çıkarak bu âlemin mümkün âlemlerin en iyisi, en güzeli ve en tamı olduğunu söylemiştir. Olmuş olandan daha iyisi mümkün değildir, demekle kalmayıp, daha iyisi ve güzeli, daha tam ve kusursuzu ve daha mükemmeli mümkün değildir de demiştir.” Sufilerin yaklaşımı da hemen hemen aynıdır: “İbnü'l-Arabi mektebi, kötülüğün iyilik karşısında ontolojik bir yer tuttuğu düalizmi reddeder. Buna göre, varlığın hakikati aslında 'bir'dir. Her parçasının da birbiriyle organik irtibatı vardır. Kesret denilen bu çokluk âlemi birlik karşısında fanidir. Çokluk da asli olmayıp arızi olduğundan, onunla birlikte ve ona bağlı yürürlükte kalabilen kötülük de varoluşsal değildir.”
Birçoğumuz, tarihte olduğu gibi, Gazali'nin ve Arabi'nin bakışıyla iktifa edebiliriz ama felsefi sorgulamayı sürdürmek isteyenler, uzun ve çetrefil bir yola hazır olmalı. Mesela bizim söyleşi de İlhami Güler Hoca, Yaratıcı'nın kudretinin mutlaklığını sorun ediniyor, “kudretini ahlaki olan ile yani adaleti ve merhameti ile kayıt altına almıştır” diyor. Ben kendisine itiraz ettim, asla böyle kesin ve keskin bir cümle kurmayacağımı söyledim. Ama kötülüğün var olmasının, buna Yaratıcımız'ın müsaade etmesinin, insanın iradesine nispi bir hürriyet alanı verilmesiyle bağlantılı ve mümkün olduğu konusunda Hoca'yla hemfikiriz.
Şüphesiz ben ilahiyatla ilgili mevzularda “bu böyledir” diyecek bir bilgi donanımına sahip değilim. Ancak kendi alanımdan, Kitabımız'a baktığımda, “Şüphe yok ki Allah, insanlara hiçbir suretle zulmetmez, fakat insanlar, kendi kendilerine zulmederler” (Yunus/44) gibi ayetlere ve insan tanımlarına dayanarak, fıtrat üzere yaratılmış olsak da, nefsimizin olgunlaşmamış halinin kötülüğe meyledebileceğini düşünüyorum. “Rabbim'in merhamet edip korudukları hariç, nefs, daima fenalığı ister, kötülüğe sevk eder” (Yusuf/53) ve “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve kötülükten sakınma yeteneğini ilham edene ant olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kirletip kötülüklerle örtense kayba uğramıştır” (Şems/7-10) ayetlerinde apaçık olan nefsimizin mimarisiyle, mesleki bilgi ve tecrübem arasında bir çelişki görmüyorum. İnsan fıtraten iyiye, nefsani olarak ise kötüye meyyaldir. İnsanın doğasında bu iki eğilim de bulunur, hangi yöne gideceği hür iradenin tercihlerine kalmıştır.
Söyleşi boyunca, insanın iyiye ve kötüye meyledebilecek tabiatının Batı zihniyetinin etkisiyle biçimlenmiş psikanaliz tarafında yarım anlaşıldığını, vurgunun hep insanın doğuştan kötülüğüne yapıldığını, uhrevi yönelime uygun fıtratın ihmal edildiğini anlatmaya çalıştım. En berrak biçimde çocukluk sırasında kendisini belli eden insan doğasını kavrayışımızda ciddi farklar bulunduğunu, Batı zihninin insanın ve çocukluğun esasen kötü bir doğada olduğuna inandığını göstermeye gayret ettim. Konumuz sadece kötülük değil, edebiyat ve kötülüktü elbette. Bu nedenle söylediklerimi ünlü “Edebiyat ve Kötülük” yazarı George Bataille'in görüşleri çerçevesinde somutlaştırmak istedim. Sonuç olarak sahih edebiyatın insanı bütün yönleriyle sergilemeye çalışması gerektiğinin üzerinde durdum. Diğer katılımcılar mı, kesinlikle hepsi de benden çok daha önemli şeyler söylediler…