|
Önce roman sonra belgesel en son müze

Orhan Pamuk''un Masumiyet Müzesi geçtiğimiz günlerde açıldı. Romanından tam dört yıl sonra. Ortaya çıkış tarihleri daha yakın olsaydı müzeye ilgi daha fazla olurdu şüphesiz. Çünkü roman çıktığında büyük yankı uyandırmıştı ve Pamuk verdiği röportajlarda müzeden de muhakkak bahsediyordu. O zaman söz ettiği mekanı merak etmiştim ama açık söyleyeyim mütevazı bir binada, romanda bahsi geçen birkaç eşyanın sergilenmesiyle sınırlı kalacağını düşünüyordum bu işin. Romanı okuduğumda tahmin ettiğim kadar küçük olmayacağını anladım.

Önceki akşam yayınlanan Masumiyet Müzesi belgeseli ise fikrimi tamamen değiştirdi. TRT Türk''ün üçüncü yıl dönümü kutlamalarında ekrana getirilen belgesel de en az roman ve müze kadar uzun soluklu bir çalışmanın ürünü. Ve izlediğinizde müze için nasıl ve ne çok çalışıldığını çok daha iyi anlıyorsunuz.

Bundan tam 12 yıl önce Orhan Pamuk, daha evvel Benim Adım Kırmızı için birlikte çalıştığı Demet Haselçin''i aramış ve Masumiyet Müzesi projesinden bahsetmiş. Haselçin, kendisini en mutlu eden yapımlardan biri olacak Masumiyet Müzesi belgeseli için tereddüt dahi etmemiş ve başlamışlar çalışmaya. İlk çekim günü 20 Kasım 2000. Beraber müze olacak binaya gidiyorlar ve Pamuk planlarını anlatıyor.

Belgeselde 12 yıl boyunca bir binanın nasıl bir hayal ürününe dönüştüğüne tanık oluyoruz. Mimarlar, küratörler ve sanat danışmanlarıyla yapılan söyleşiler Orhan Pamuk''un hayalinin nasıl gerçeğe dönüştüğünün ipuçlarını veriyor. Tabi bu sürecin ne kadar zorlu olduğunun da. Pamuk dün belgesel yayınlanmadan önce verilen kokteylde kalbini kırdıklarından özür de diledi. Çok zor ama bir kadar da mutlu bir dönem olduğunu anlattı.

TRT TÜRK Genel Müdürü Ümit Sezgin pek çok soru sordu belgesel öncesinde. Sorulardan bir de ''Bir sıralama var mıdır? Önce romanı okuyun daha sonra müzeye gidin gibi bir öneriniz olur mu'' şeklindeydi. Pamuk her ne kadar aynı hikayeyi aktarsalar da roman ve müzenin ayrı ayrı değerlendirilebileceğini anlattı. Çünkü Füsun''a ait olduğunu bilmeden de o eşyaları görmek oldukça keyif verici. Bir döneme, 70''li yıllara, o yılların gündelik hayatına bir yolculuk bu çünkü. Fakat yine de bana sorarsanız hangi eşyanın Kemal için ne anlama geldiğini bilerek gezin müzeyi yani önce kitabı okuyun.

Sadece bu da yetmez. Belgeselin izlenmesi de önem taşıyor. Çünkü aksi halde dönemin eşyalarının ciddi bir koleksiyonculuk disipliniyle toplandığını düşünebilirsiniz. Ama belgeselle birlikte yıkık dökük halde alınan Brukner Apartmanı''ndaki dönüşüme yakından tanık olma fırsatı buluyorsunuz. Bir hayali hayata geçirme coşkusuna ortak oluyorsunuz. Dileğim belgeselin sık sık yayınlanması. Bu yapımın müzeye ilgiyi artıracağından hiç kuşkum yok.

12 yıl önce
Önce roman sonra belgesel en son müze
İlk gün
İsrail’i neler beklemeli?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!