Mısır''da ordu halkına karşı kanlı bir çılgınlık nöbetinde...
Ramazan''ın 19. gününde tıpkı birkaç hafta önce olduğu gibi sabah namazı vakti masum siviller katledildi. Sivil direniş saflarında yer alan 200 kişi barışçıl meydanlarda hayatını kaybetti. Asil bir karşı duruş noktasında eli kolu bağlanan kanlı cunta rejiminin, sivil/militer halk kitlelerini meşruiyetini ve romantizmini iyiden iyiye yitirmiş olan tahrir meydanına çıkmaya davet etmesi, yaşanacakları sürpriz olmaktan çıkardı. Açıklamanın yapıldığı Çarşamba günü terörizm ve şiddete karşı mücadele için halktan yetki isteyen mısır genelkurmay başkanının bu yetki talebinin sınırlarının, bir katliamı dahi içine alabilecek genişlikte olduğu aşikârdı.
Konserler ve lazer gösterileri eşliğinde, askeri helikopterlerin zafer turları attığı Tahrir''e sivil eylemlilik süsü verilirken, Adeviyye''de Ezher Üniversitesi kampüsünün çatısından, çevredeki binalardan, helikopterlerden keskin nişancılar marifetiyle gerçekleştirilen katliam, eli kanlı iki yapı arasında gerçekleşen bir çatışma olarak servis edildi. İhvan yönetimini "dayatmacı" ve "gayr-ı demokratik" olmakla suçlayan Tahrir, şiddet karşısında otoriter yönetimin afyonuyla ilahi bir kudrete boyun eğercesine susmayı tercih etti.
Bu insanlık dışı, gözü dönmüş nöbetin gerekçeleriyse pek çok veçheyi içine alabilir mahiyette. Söz konusu katliamla tüm Mısır halkına ''meşruiyeti yerle yeksan etmiş gayr-ı meşru karar vericilere bütünüyle tabi olun, bizden başka çareniz yok'' çağrısı yapılmak istenmiş; darbe karşıtı Mısırlılara gözdağında bulunulmuş; uluslararası topluma ''çıkarları korumaya kararlıyız, gayr-ı meşru ittifaka devam'' mesajı verilmek istenmiş olabilir...
Ülkede işlenmekte olan insanlık suçları peyderpey büyürken, yaşanması muhtemel bir iç savaşa sessiz kalmakta olan Batı ve dahi onların kimi Doğulu müttefikleri şablonik açıklamalara temayül etmek suretiyle süreci geçiştirme niyetini açığa çıkarmaktadırlar.
Onlarca masum sivilin katledilmesini takip eden süreçte, batılı muktedirlerin kullandıkları retorik meselenin daha iyi algılanması bağlamında gayet dikkat çekiciydi. ABD ''diyalog gerek'' dedi, AB endişeden bahsetti, İngiltere ise çatışma savını öne sürmeyi tercih etti. Darbeye'' darbe'' diyemeyen ''Batı'', mevcut gerçekliği bir kez daha görmezden gelip, katliama ilişkin bir kınama bile yayınlayamazken, sivil direnişin karşısına silahı, vicdanın karşısına duyarsızlığı, perakendeciliğini yaptığı ''kutsal'' Batı demokrasisinin yerine, bir kez daha âli çıkarlarını ikame etme ''pragmatizmini'' lütf-ü kerem eyledi...
Sarf edilen tüm kelimeler -endişe, çatışma, diyalog, siyasal süreç vs.- anlamını'' çıkar'' kelimesinin derin politizasyonunda temellendirdi.
Ancak Batı''nın, İsrail''in, Körfez''in kendi jeopolitik terazilerinde ölçüp biçtiği ve darbe ya da katliam olmadığına karar verdikleri bu korkunç kıyımın ülkeyi Cezayir''e benzetebileceğini görmek pek de zor değil.
Hatırlatmak gerekirse, Cezayir''de de tek parti döneminin ardından gelen 1990 yerel seçimlerin ilk turunda İslami Selamet Partisi(FIS) belediyelerin bir çoğunu kazanmış, ancak FIS''in muktedir olmasından endişe eden askeri-sivil cunta ikinci turda genel seçimleri lağvetmiş ve yönetime el koymuştu.
O süreçte de Batı, bugün olduğu gibi Cezayir''de İslami bir hareketin halk desteğiyle yönetime gelmesini engelleyen cuntanın yanında durmayı daha ''rasyonel'' bir tercih olarak vehmetmişti. Bilindiği üzere FIS başlangıçta barışçıl bir direnişten yanaydı. Ancak ülke giderek ivme kazanan bir süreçle iç savaşa sürüklendi. Kırsalda başlayan çatışma, birçok kente yayıldı. Kitlelerin bir bölümü İslami Selamet Partisi''nde özerkleşti; silahlandı. On binlerce kişi çatışmalarda, askeri güçlerin organize ettikleri toplu ve bireysel kıyımlarda, bir kısmı ise Cezayir gizli servisinin marifeti olan suikastlarda can verdi. Gizli ve aleni kitlesel/tekil tutuklamalar baş gösterdi. Şiddet şiddeti besledi ve silahlı gruplar zaman içinde önemli oranda radikalleşme eğilimi gösterdi.
Sadece siyaseti değil ekonomiyi de elinde bulunduran generallerce siyasal makamlara getirilen kukla aktörler önceden tayin edilen güzergâhtan saptıkça ya da İslami Selamet Partisi''yle herhangi bir irtibat kurmaya çalıştıkça ölümler arttı. Burada da tıpkı Mısır''da olduğu gibi içeride ve dışarıda her kesime verilmek istenen mesajlar kanla yazıldı.
Tahrir''in kendine demokrat eylemcilerinin Cezayir örneğine bu kadar kayıtsız kalması oldukça şaşırtıcı. Bu direnişten –şimdilik uzak görünse de-bir silahlı karşı koyuş çıkması dışlanamaz bir öngörü. Müslüman Kardeşler uygun ortamı hazırlayacak adımları atmasa da, başka mecralarca bir çatışma ortamının hazırlayıcısı olabilecek girişimlerde bulunulabilmesi hala ihtimal dairesinde...
Elbette oluşacak bir çatışma ortamının çerçevesinin tek bir ülkeyle sınırlı kalmayacağını kestirmek güç değil. Çok değil iki yıl önceki coşku, irticai bir endişeyle yer değiştiriyor. Rüzgâr baharın başlangıç noktası Tunus''ta ve Kuzey Afrika''daki tamamlanamamış bir diğer kolu Libya''da suikastlarla tersine çevrilmiş görünüyor.
Önümüzdeki süreci Müslüman Kardeşler''in ve bölgedeki diğer İslami oluşumların işleyecek/işletilecek siyasal süreçlerdeki varlık biçimleri belirleyecek. Kuşkusuz bir de Batı, İsrail ve Mısır içindeki seküler-selefi ittifakının sürekliliği...