|
Anladınız siz onu
Gençtim ve sokaktaydım. 19 yaşındaydım. Bahariye'de, yağmur yağdığında şemsiye açıp oturduğumuz bir çatı katında hayata tutunmaya çalışıyordum.

Gündüzleri uyuyarak, geceleri yaşayarak geçiren bir düzenek kurmuştum kendime. Öğleden sonra kalkılır, kahvaltı yapılır, okula şöyle bir uğranır, sonra gecenin tadını çıkarmak üzere 'yaşamaya' başlanır.

Bu 'yaşamak' fiilinin içinde en çok okumak vardı, çok okumak… Hatta sevgili Ahmet Murat abi bir seferinde 'yahu İsmail, elinde nerdeyse her gün başka bir kitap görüyorum, gerçekten bitiriyor musun bu kitapları?' diye sormuştu. Gerçekten bitiriyordum. Bana 'bunları okuma kafan karışır' diyen herkese inat, kafam iyice karışsın diye ne bulursam okuyordum. Maldoror'un Şarkıları'nı, Gog'u, Erbain'i, Açlık'ı, Göğü Delen Adam'ı… Kafamın karışık olmasına bayılıyordum. Bugün Seyyid Kutub'u ateşli şekilde savunurken üç gün sonra Thoreau'cu bir 'sivil itaatsiz' kesiliyordum, ardından İrancı oluyordum nedense. Bir anda İBDA-C'ci olup birkaç gün sonra vazgeçiyor ve Seyyid Hüseyin Nasr'ın önerdiği gibi bir tradisyonalist olduğumu ilan ediyordum eşe dosta. Kah Beyaz Mantolu Adam oluyordum, kah Petersburg sokaklarında bir küçük memur.

Her şeyi çok ciddiye alıyor, hiçbir şeyi önemsemiyordum. Çünkü genç olmak bunu gerektirirdi.

Sokakta kitap satıyordum geçinmek için. Geçinmek derken lafın gelişi… Öğrencilik hayatım boyunca doğru dürüst geçinebildiğimi neredeyse hiç hatırlamıyorum. Ya birinden borç alarak ya birine borç vererek geçti gençliğim. Daha çok borç alarak ama… Çünkü en azından bir çay ısmarlamak gerekirdi. Anladınız siz onu.

Abilerle, arkadaşlarla demlikler demliklere eklenir ve saatlerce konuşurdum. Bir gece İlyas abiyle 'nesih-mensuh' kavramını aralıksız beş saat konuştuğumuzu hatırlıyorum mesela. Neler neler öğrenmedim ki o sohbetlerden? Ertesi sabah okul varmış, artık uyku gözlerimizden akıyormuş ne gam. O konu bütün çeperleriyle bitmeden yatağa gitsek bir eksiklik duygusu gelir çökerdi göğsümüze.

Ve tabii şiir vardı. Sadece bir dize, iyi bir dize yazmak için kalbimi çıkarıp masaya koyabilirdim. Kalbimden akan kanlarla kayda geçebilirdim o dizeyi. Dert değildi. Dert olan 'hayata kafanı banamamak', keskin bir bıçağın üzerindeymiş gibi dikkatle yaşayamamaktı. Ya kaçırırsam bir şeyi, ya o kitabı okuyamazsam, ya o dostu göremezsem, ya o kızın gözleri… Anladınız siz onu.

Keskin bir şeydi gençken yaşamak. Her şeyi ya ucuna ya sonuna kadar hissetmenin adıydı. Hata yapmaktan korkmadan, çünkü hataların da hayata dâhil olduğunu bilerek yaşayıp durmaktı.


Sonra bir şey oldu. Asla olmayacağını düşündüğüm, asla olmaması gereken bir şey: Büyüdüm.

Giderek daha tedbirli, daha mantıklı, daha ortalama birine dönüşmeye başladım. Bir işim oldu. Sabahları beni alan bir servisim oldu. Mesai arkadaşlarım oldu. Kravat taktığım günler oldu. 'Efendim, biz firmanız için şöyle bir reklam kampanyası düşündük' diyerek başladığım cümleler girdi hayatıma. Düzenli bir gelirim, sosyal güvencem,Ramazanlarda şirketin dağıttığı erzaklarım oldu. Kendisi de şair olan patronum bana 'para kazanmanın yolları' isimli söylevler verdi. Ben ona şiirlerimi okudum her seferinde yine de. Sanki bir direniş hattı kurar gibi. Sanki artık direnebilmek mümkünmüş gibi. Sanki artık… Anladınız siz onu.

Şimdi 'anıcak ol meclisi' dizesi var dilimde. 'Bu bir demdir gelir geçer' ilahisini terennüm ediyorum bazı bazı. Nerede bir genç görsem 'bu acaba ben miyim' diye soruyorum kendime.

O yıllarda 'Mucizeler Dükkânı' isimli küçücük ikinci el kitap dükkânımda sinema afişleri de satıyordum. Yan komşum Vefa abi ile kahvelerimizi içerken oldukça yaşlı bir hanımefendi girdi içeriye. 'Evladım' dedi, 'sizde Casablanca filminin afişi var mı?' Olmadığını söyledim. Hanımefendi dükkândan çıkınca Vefa abi şöyle deyiverdi: 'Aslında teyze Casablanca filminin afişini değil, gençliğini arıyor.' Anladınız siz onu.

Bir tahammülsüzlük sorunu: Duyar Kasmak

Birkaç gün önce, şu aralar Kültür Gündemi sitesinde yazan sevgili dost Turgay Bakırtaş'ın 'Orası Mescid-i Aksa değil gerizekalı' başlıklı nefis bir yazısı düştü önüme. Benim zaman zaman 'politik doğruculuk' diyerek eksik isimlendirdiğim bir meselenin hakkıyla adını koymuş Bakırtaş. Şöyle diyor yazısında: 'İsimlendirene kadar canımı çok sıkan, ancak adını koyup ete kemiğe büründürdükten sonra rahatladığım bir mesele var: Hassasiyet budalalığı. Sosyal medyanın sümük gibi yapışan tuhaflıklarından biri… Sözlerinizin manasını ya da amacını değil, içeriğini dert edinip durduk yere canınızı sıkmaya yemin etmiş bir güruh tarafından yaşatılıyor. Edep, üslup hak getire. Çoğu kez ayar verme aşkına kurban edilmiş bir iyi niyet bile göremiyorsunuz ortada, saf kibirle harmanlanmış şımarıklık çarpıyor suratınıza.'

Turgay'ın 'hassasiyet budalalığı' olarak isimlendirdiği durumun bir benzeri de benim canımı sıkıyor: 'Duyar kasmak'la suçlanmak.

Bilmeyenler olabilir. 'Duyar kasmak', sosyal medya dilinde bir meselede durmanız gereken ortalama insani pozisyonda durup duyarlılık göstermenin karşılığı olarak ve olumsuz manada kullanılıyor. Mesela siz birkaç gün önce HDP'liler tarafından öldürülen iki Kozluca köyü sakini hakkında yazmanız gereken şeyi yazıp olayı lanetlediniz. İki gün sonra Erzurum'da HDP'lilere saldırılınca biri derhal 'iki gün önce Hüda-Par'lılara duyar kasmayı biliyordun. Hadi Erzurum'u da yazsana' deyiveriyor. Sizin olaydan haberdar olup olmadığınızın, meseleyi bilip bilmediğinizin, dahası o meselede bir şey yazmayı isteyip istemediğinizin bir önemi yok. Kozluca'da ölen iki insanın da önemi yok. Kozluca'ya tepki gösterdiysen Erzurum'da kimsenin hayatını kaybetmediği olaylara da göstereceksin. Aksi takdirde Kozluca için 'duyar kasmayacaksın.'


Beyin yerine tanımsız bir organizma taşıyan bu arkadaşların 'Filistin için gösterdiğin duyarlılığı Kürdistan için de göstersene' diyen modelleri de var. Zannedersin Türk uçakları her gün havalanıp Hakkari'yi, Diyarbakır'ı falan bombalıyor. Zannedersin Diyarbakır Gazze, Hakkari Ramallah. Ve zannedersin Diyarbakır Gazze'ye, Hakkari Ramallah'a benzese elim armut toplayacak, herhangi bir tepki ortaya koymayacağım? Zannedersin Roboski konusunda bas bas bağırmamışım 'failler bulunmalı' diye, mazlum Roboski halkının yanında durmamışım? Kontgerillaya karşı çıkmamışım, Kürtçe eğitime destek vermemişim?

Yemişim sizin 'duyarınızı' be abiler. Herkesi sadece kendi acısına gömülü zanneden, biri bir acıya işaret ettiğinde son derece pornografik şekilde 'ama bak benim de acım var' diyerek amcalarına 'acılarını gösteren' bir türsünüz altı üstü.

Siz adına 'duyar kasmak' diyebilirsiniz. Bense ısrarla şunu söyleyeceğim: Sizin için duyarlılık göstermeyi insanlığının gereği bilmiş insanlarla uğraşmayı bırakın. Sizi kim, sizden 'kara kafa' diye bahseden, sizi problem olarak tanımlayan, sizin kendilerinden daha aşağıda bir ırk olduğunuzu düşünen beyazların kucağına 'dümdük' oturttuysa ona 'duyar kasın.' Hadi canım.

İzmir, entelektüel kent mi?

CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu İzmir'deki bir konuşmasında şöyle demiş: 'İzmir entelektüel kenttir, ağır sanayi olmaz. Ağır sanayi Anadolu'ya taşınmalı.'

Uzun uzun düşündüm bu cümleyi. Kemal Kılıçdaroğlu, hangi bakımdan İzmir'i entelektüel kent sayıyor ve hangi bakımdan Anadolu şehirlerini entelektüel saymıyor ki ağır sanayiyi Anadolu'ya taşımayı öneriyordu acaba?

İzmir'de onlarca yayınevi mi faaliyette? Türk düşünce hayatına muazzam katkılar sağlayan bu yayınevleri ortalığı kasıp kavuruyor mu? Diğer Anadolu şehirlerinin aksine İzmir'de pek çok düşünce kuruluşu var ve bu düşünce kuruluşları felsefeden sosyolojiye, ekonomiden yeni düşünce hareketlerine değin pek çok hususu masaya mı yatırıyorlar? Kitap okuma oranında mı birinci İzmir? Okur-yazarlık oranında mı birinci? Şehrin her tarafında tiyatro sahneleri, bağımsız filmler oynatan sinemalar mı var? İzmir'de edebiyat, sanat, düşünce alanında onlarca dergi çıkıyor da haberimiz mi yok?


Hakkını yemeyelim. Bildiğim kadarıyla, bir kitap fuarı düzenleniyor şehirde. Tabii ki bu fuar Anadolu'nun 45 kadar kentinde düzenlenen kitap fuarlarıyla hemen hemen aynı.

Kılıçdaroğlu, İzmir'i hangi özellikleriyle 'entelektüel şehir' ilan ettiğini bir açıklasa da bilsek… Tabii, İzmir'i 'entelektüel şehir' ilan ederken Anadolu şehirlerini niçin aşağıladığını da izah etmeli.

İzmirliler ne olur kusura bakmasınlar. Sol siyasetin İzmir'e yaptığı en büyük kötülük bence İzmir'e ve İzmirlilere aslında sahip olmadıkları şeyleri izafe ederek bütün şehri bir çeşit masalda yaşatma yoluna gitmeleri. Benim defalarca gelip gördüğüm İzmir, kültürel hayat konusunda Anadolu'nun pek çok şehrinden çok daha geride. Dahası, yerel yönetim hizmetleri konusunda da İzmir mesela Çorum'dan ya da Erzurum'dan çok daha kötü durumda...

Bana kalırsa İzmir'in pohpohlanarak kandırılmaya değil, sarsılarak uyandırılmaya ihtiyacı var. 'Biz çekirdeğe çiğdem, simide gevrek deriz' romantizmi ile mesafe alınamadığını İzmir'e her gittiğimde bir kez daha görüyorum zira.
#izmir
#seçimler
#Kılıçdaroğlu
#yerel yönetim hizmetleri
9 yıl önce
Anladınız siz onu
“En büyük tehlike Fethullah Gülen” diyen türkücü..
Etme bulma dünyası ve İstiklal Mahkemeleri..
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar