|
Düşmanı bilmek

Bir süredir, bir sahne gösterisi metni için Abdülhamit Han’ın hayatı ve siyasi mücadelesi ile meşgul oluyorum. Oldukça zihin açıcı bir yolculuk oluyor benim açımdan.

Önce bir şey itiraf edeyim. Bendeniz, Türkiye’de iki tarafın ayrı ayrı pazarladığı “Abdülhamit Han imgeleri”nden birini satın almış biri olmadım hiç. Abdülhamit, gözümde ne “Ulu Hakan” oldu ne de “Kızıl Sultan.”

“Ulu Hakan” imgesine müşteri olmamamın iki sebebi vardı. İlk sebep şüphe yok ki Mehmet Akif başta olmak üzere dönemin İslamcılarının Abdülhamit’e koydukları mesafe idi. Bu mesafenin büyük oranda “haklı şekilde” konulduğunu bugün bile düşünüyorum. Haklı ama yersiz... Buna belki dönerim yazının içinde.

İkinci sebebim ise “Ulu Hakan” imgesinin giderek belirginleşen bir “süper kahraman” algısına dönüştürülmüş olmasıdır. “İdaresi altındayken Osmanlı’nın bir metrekare bile toprak kaybetmemesi”, “İngilizlere nizam vermesi”, “her gece rüyasında Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’i görmesi”, “Emanuel Karasu ile olan diyaloğu” gibi hilaf-ı hakikat, baştan aşağı abartı tanımlamalarla Abdülhamit’e de haksızlık edildiğini düşündüm hep. Hayalleri imkânlarının çok üzerinde, ülkesi için elinden geleni yapmaya çalışan, büyük avantajları ve tipik sorunları olan bir Osmanlı sultanıdır gözümde Abdülhamit. Türkiye’nin son üç asırda yetiştirdiği en parlak siyasi dehalardan biri, belki de birincisidir ama hem hatasıyla hem sevabıyla…

İkinci imgeye, yani “Kızıl Sultan” imgesine ise gözümün ucuyla bile bakmadım. Çünkü Ermeni İsyanları sürecini bastırırken son derece haklıydık ve Abdülhamit’e “Kızıl Sultan” yakıştırması bu süreçte gavurlar tarafından yapılmıştı. Talihsizliğe bakınız ki Cumhuriyet kadroları, bir bakıma Osmanlı ile hesaplaşmanın bir yolu olarak Abdülhamit’e gavurların yakıştırdığı imgeyi satın aldılar.

Aslında işin burası bile tek başına Türkiye’deki köklü yol ve yöntem ayrılığını izaha yeter, lakin ayrı bahistir. Konuşuruz sonra.

İş ince detaylara, mesela Abdülhamit’in Osmanlı tahtına çıkarken yaptığı pazarlıklara, gereksiz sertleştiği bazı meselelere, iyi yönetemediği bazı olaylara geldiğinde elimizdeki Abdülhamit algısı oldukça zayıflıyor. Ama tarih de, bütün sağlıklı düşünürler de bize insanı hatasıyla sevabıyla, eksiğiyle fazlasıyla değerlendirmezsek ona büyük haksızlık etmiş olacağımızı öğretiyor. O bakımdan Abdülhamit’i sadece bu zayıfladığı yerlerden değil, biricik gerçeği fark etmiş dirayetli yerinden de konuşmamız gerekiyor.

O dirayetli yerin, benim o metni çalışırken fark ettiğim yer olduğunu düşünüyor ve aslında bu yazıyı da tam bunun için yazıyorum.

Abdülhamit, “asıl düşmanın kim olduğunu” çok çabuk çözmüş, çok çabuk kavramış, bütün ajandasını ona göre kurgulamış ve o ajandaya göre hareket etmekten hiç vazgeçmemiş biri. Onu “büyük bir Osmanlı sultanı” yapan şey de, ona “Kızıl Sultan” yakıştırmasını sağlayan şey de tam orada, o ajandada kayıtlı.

“Hayalleri imkânlarından büyük” derken kastettiğim şey de Osmanlının sağlıklı şekilde modernleşmesini gerçekleştirmek isteyip buna güç yetirememesi falan değil.

Nedir peki? Şudur: Abdülhamit, içine doğduğu dünyanın tek ve yegâne gerçeğinin “emperyalizm” olduğunu daha ilk gençliğinde kavramış ve hayatını buna göre yaşayıp kurgulamış biri. Kullandığı bütün siyasi enstrümanları da emperyalizmle mücadele için kullanıyor, attığı bütün adımları da bunun için atıyor.

“Düşmanı bilmek” evet! Büyük Türk şairi İsmet Özel’in dizelerine sığınalım: “düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz / siz gidin artık / düşman dağıldı dedikleri bir anda / anlaşılıyor / baştan beri bütün yenik düşenlerle / aynı kışlaktaymışız”

Bugün Türkiye’de “düşman” konusunda değişken, hatta epeyce belirsiz bir kafa dağınıklığı yaşadığımızı düşünüyorum. Düşman sandıklarımız bizimle aynı yenilgiyi yaşıyor olabilirler. Yahut şu: Bizim düşman bildiğimiz aslında düşmanın değil kuklası, gölgesi bile olmayabilir.

Abdülhamit’i bugün hayırla yâd etmemizi sağlayan en önemli husus köprüler, yollar, fabrikalar yaptırması da olabilir tabii. Şakayla karışık söyleyeyim. İflah olmaz bir “kalkınma bağımlısı” iseniz bu size yetebilir. Fakat mesele kalkınma meselesi değil, var olup var kalma meselesidir bu topraklar için.

Bu bakımdan büyük adamdır Abdülhamit. Düşmanı görmüş, ona güç yetirmeyi kafaya takmaksızın bıkıp usanmadan ceht ile mücadele yolunu tutmuştur. Gücü yetmediğinin gölgesine sığınmak ise aklının ucundan bile geçmemiştir.

Ve evet, bu yazı Abdülhamit ile ilgili değildir.

#Abdülhamit Han
#Osmanlı
#Türkiye
1 عام قبل
Düşmanı bilmek
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi