Bu mekânı niçin seviyorum acaba? Her daim taze çayları ve çayın yanında ikram ettikleri enfes tarçınlı kurabiyeleri için mi? Program yüzünden gidemesem de her cuma akşamı bir kitap müzayedesi düzenledikleri için mi? Dipten gelen bazen Farsça, bazen Arapça, bazen Kürtçe şarkılar için mi? Her gittiğimde bir dost yüz, bir ahbap görebilme imkanımı saklı tuttuğum için mi?
Sanırım, iki şair hanımın, yani Dilek Kartal ve Nebiye Arı'nın Üsküdar'da işlettiği küçücük Demlik Kafe'yi bunların hepsi için seviyorum.
Fakat itiraf etmeliyim ki, bunların hepsinden daha çok ilgimi çeken, bence daha değerli bir hususiyeti var Demlik'in: Duvarlarındaki şiirler. Bu kafede insanlar duvarlara diledikleri dilde, diledikleri şiiri yazmışlar. Öyle tatlı, öyle hoş bir atmosfer sağlamış ki bu şiirler mekâna…
Her gittiğimde 'acaba hangileri yeni' diye dikkatle inceliyorum duvarları. Yolunuz düşerse mutlaka uğrayın ve duvarları okuyun. Hatta herhangi bir boşluk bulabilirseniz, yazın şiirinizi. Şiir, kağıtta da, sokakta da, duvarda da çok güzel çünkü.
Bu kondisyon müzedeki parçalarda bulunmaz
İbrahim abiyle biz sürekli kavuklu ile pişekar gibiyizdir. Bir araya geldiğimizde sürekli çekişiriz. 'Adam beni pamuğum diye seviyor' diyeyim de siz anlayın gerisini. İbrahim Tenekeci'den bahsediyorum. Neredeyse 20 yıla varmış bir dostluktan yani.
Belki bilenleriniz vardır. Sevgili İbrahim Tenekeci, müthiş bir koleksiyonerdir. Benim 'abi, bunlar küçük burjuva alışkanlıkları yahu' diye dalga geçme girişimlerimi her seferinde boşa çıkartıp son derece önemli bilgiler verir bana sahip olduğu koleksiyonlar hakkında.
İmzalı kitap, tespih, taş ve bıçak İbrahim abinin temel koleksiyon alanları…
Malum, koleksiyoner ile basit toplayıcı arasında çok hayati farklar vardır. Bir koleksiyoner için 'toplamak' mutlaka bir intizam içerisinde ve özenle yapılması gereken bir eylemdir. Bir ustaya tespih yaptırmak için İstanbul'dan Rize'ye gitmişliği vardır Tenekeci'nin. Öyle olunca her tespih o koleksiyona giremez elbette. Mutlaka isim sahibi bir ustanın elinden çıkmalı, kondisyonu cok yüksek olmalı ve biriktirilmeye değer bir yanı bulunmalıdır parçanın. Oysa benim gibi 'basit toplayıcılar' için tespihin sadece göze hoş gelmesi ve çekim zevki vermesi yeterlidir.
Geçen gün, Tenekeci, bir ortak arkadaşımızın fincan koleksiyonu yapan eşine, gazete kağıtlarına sarılmış iki fincan getirdi. Fincanları özenle paketlerinden çıkarıp herkese tek tek gösterdikten sonra 'bu kondisyon müzedeki parçalarda bulunmaz' dedi. Meğer bu cümle, koleksiyonerlerin sahip oldukları parçaları övmek için kullandıkları bir kalıp cümle imiş.
Sonra cebindeki bağa tespihi çıkarıp anlatmaya başladı. Meğer bağanın kıymetlisi pres görmemiş olacakmış. Üstelik birkaç kaplumbağanın kabuğunun birleştirilmesi ile elde edilen bağa tespihlerin koleksiyonerler nezdinde çöp kadar değeri yokmuş.
İbrahim abi anlattıkça, onun o güzel, hayat yorgunu yüzünü izledim. Belki de aslında en değerli koleksiyonun 'insan biriktirmek' olduğunu düşündüm. Ve ne kadar şanslı olduğumu…
20 yıl önce Kağıthane'de o iki katlı kahvehanenin ikinci katında uzun uzun konuşmuş, güzel günlerin hayalini kurmuştuk. Böylece dahil olmuştu İbrahim abi 'koleksiyonuma…'
Yanından ayrılınca kendi kendime 'İbrahim abi be, sendeki kondisyon müzedeki parçalarda yoktur' deyip gülümsedim. Dünya daha güzel oldu.