|
Maarif davamızın zırt dediği yer

Türkiye’deki her bir gencimizin üniversite okumasını sağladığımızda iyi bir şey yapmış olur muyuz?

Bu burada bir dursun.

Türkiye, bidayetinden beri adına “maarif davamız” diyebileceğimiz bir meseleyi çözüme kavuşturamamış, dahası çözüme kavuşturmak istedikçe bu davayı daha da karmaşık hale getirmiş bir ülkedir. Sonu gelmez, arkası kesilmez eğitim politikaları değişiklikleri neticesinde hemen hiçbir nesil okullardan aynı yöntemleri kullanarak mezun olmamış, aynı sınavlara girmemiş, aynı temel bilgilerle bile donanmamıştır.

AK Parti hükümetlerinin “kalkınmacı” yaklaşımının “okullaşma başarısı”nı tartışmaya yer yoktur. Hem okul sayısı, hem derslik sayısı, hem de okul ve dersliklerin fiziki gelişimi her türlü takdirin üzerindedir. Cumhuriyet tarihi boyunca yakalanamayan fiziki kalite son yirmi yılda yakalanmıştır. Bunu “derslik başına düşen öğrenci sayısı istatistikleri”ne bakarak bile fark edebiliriz.

“AK Parti’nin geliştirdiği eğitim politikaları” bahsi ise bir başka bahistir. Milli Kültür Şurası’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesini ödünç alarak söyleyecek olursam “kültür ve eğitim, başaramadığımız iki alandır.”

Kitabın ortasından konuşmak gerekirse 12 yıl zorunlu eğitim düzenlemesi de, “81 ile 81 üniversite” projesi de eğitimde istenen başarıyı sağlayan, sağlayabilen işler olmamıştır, olacağa da benzememektedirler.

Ben bugün şu “81 ile 81 üniversite” bahsine değineyim. 12 yıl zorunlu eğitim işini başka yazıda konuşuruz.

Birincisi şudur. Açıkça görülüyor ki bu kadar üniversite mezunu gence ihtiyacımız yoktur. Belli ki ilgililer tarafından doğru planlama yapılmaksızın açılan fakülte ve bölümler, finalde “mezun olduğu alanda çalışamayan gençler” isimli devasa bir topluluk oluşturmuştur. Bu topluluk “ne pahasına olursa olsun kapağı devlete atalım” isimli zorlu bir oyunun aktörleri olmaktan öteye gidememektedir.

İkincisi şudur. Açıkça görülüyor ki Anadolu şehirlerindeki nevzuhur üniversitelerin kahir ekseriyetinin eğitim kalitesi yerlerdedir. Bazı bölümlerin tek hocası vardır ve bütün derslere tek hoca girmektedir hala. Bazı bölümlerden herhangi bir “doçentin” dahi dersine girmeden mezun olan gençler vardır. Bu da Anadolu’daki nevzuhur üniversitelerden mezun olan çocukların niteliklerini ciddi şekilde düşürmektedir.

Denilebilir ki “su akar yatağını bulur. Bu üniversitelerde kalite zamanla artar, mezun gençlerin istihdam planlaması doğru düzgün yapılmaya başlanır.”

Doğrusunu söylemek gerekirse bu iki mesele hızla halledilse bile bunca üniversite açmanın getirdiği o devasa sorun taş gibi ortada durmaktadır. O sorunun tam adı “nitelikli ara eleman, tekniker, usta bulamama” sorunudur ve Edirne’den Erzurum’a, Kahramanmaraş’tan Antalya’ya hangi şehre gidip hangi masanın etrafında otursam işin dönüp dolaşıp geldiği yer burasıdır.

Sorum şu oluyor genellikle: “Şehrinizde işsizlik var mı abiler?” Cevap değişmiyor: “Elbette var.”

Sonra mesela şunu soruyorum: “Pekala nitelikli genç tesisatçılar, iyi ve genç elektrik ustaları, gencecik ve işinde uzman mobilyacılar var mı şehrinizde?”

İşte cevabın çetrefil hale geldiği yer burasıdır. Çünkü bu sorunun cevabı “yok” olmaktadır her seferinde. Daha dün Siirt’te bir abimiz yerel bir gazetenin “eleman aranıyor” sayfasını açıp ilanları gösterdi. 3 bin liradan 7-8 bin liraya kadar maaşla kaynakçılar, tesisatçılar, mobilya boyacıları vd. aranıyor. Dedi ki “abi Siirt’te ne kadar yerel gazete varsa hepsi böyle ilanlarla dolu. Çalışacak adam bulamıyoruz.”

İşte İstanbul’da ofisimin karşısındaki berber dostum Murat, tam iki ay aradı bir berber kalfasını. Emin olun İstanbul’da bir berber, işinde biraz iyiyse herhangi bir “yeni mezun üniversiteli”nin kazandığının 2, belki de 3 mislini kazanır. Ama yok. Berber yetişmediği gibi elektrikçi de yetişmiyor, eczası kalfası da yetişmiyor, terzi de yetişmiyor.

Türkiye’deki genç işsizliğin kahir ekseriyeti “devlette ya da özel sektörde masa başı çalışmak isteyen” insanların işsizliğidir. Bunun adını tam böylece koymak gerekir.

Türkiye’ye o kadar iletişimci lazım değil. O kadar mimar lazım değil. O kadar avukata ihtiyacımız yok. Zanaatına hakim ustalara, iyi ara elemanlara ihtiyacımız var.

Şu an Türkiye’de Suriyeli ve Afgan göçmenler olmasa inşaat, konfeksiyon, deri, gıda, hayvancılık gibi sektörlerde çalışacak adam bulamayacağız. Tanıdığım en iyi mobilya ustalarından biri olan abimin dükkanında çalıştırdığı 10 elemanının 8’i Suriyeli mesela.

Dolayısıyla ya Türkiye’deki baş döndürücü üniversiteleşme işinde, ya istihdam politikalarında ya da “evladım mutlaka üniversite bitirmeli” fikrine saplanıp kalmış ebeveynlerde ciddi sorunlar var. Aslında doğru cevap “hepsi sorunlu” olacak.

Bu yazıyı kesip saklayın. Böyle devam edersek on yıl sonra berberliğin kazancını daha iyi bulduğu için saç tıraş eden sosyologlar, tesisatçılığı daha kazançlı bulduğu için kombi takan edebiyat öğretmenleri göreceğiz.

Türkiye’nin önemli “dip dalga” sorunlarından birinin bu olduğuna ve gelecekte de bu olacağına hiç şüphem yok.

#Milli Kültür Şurası
#AK Parti
#Anadolu
2 yıl önce
Maarif davamızın zırt dediği yer
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset