|
Şerefsizlik, soysuzluk diz boyu…

5 Şubat Pazar günü, memleketim Adıyaman’daydım arkadaşlarımla birlikte. Cuma ve cumartesi günü Demokrasi ve Birlik Derneği (DEMBİR-DER) olarak düzenlediğimiz etkinlikleri başarıyla tamamlamış, pazar günü de dönmeyi planlamıştık. Ne yazık ki bastıran kar yağışı dolayısıyla pazar günkü uçuşumuzun iptal edildiği bilgisi gelince öğleden sonra araçla Ankara’ya yola çıkmıştık. Zorlu hava koşullarında Ankara’ya vardığımızda saat 23.30’u gösteriyordu.

Kaç günlük yorgunluk ve uykusuzluk yüzünden o şiddetli depremi hissetmedim bile. 04.17’den sonra uyandırıldıktan sonra da hiç uyuyamadım üzüntüden. Dün ayrıldığım memleketimle beraber diğer illerimiz can evinden vurulmuştu. Gelen haberler yürek parçalayıcıydı.

ÇARESİZLİK NE KÖTÜ ŞEY!

Havayolu kapalı. Geriye bir tek karayolu kalıyordu. Adana’dan sonraki otobanın çökme sonucunda kapandığı bilgisine rağmen karayoluyla gitme kararı aldım. Dernek ve Vakıf’tan yardımcım olan Av. Ebubekir Elmalı’yla konuştum. Birlikte yola çıkma kararı aldık.

6 Şubat Pazartesi saat 10.00’da Ankara’dan çıktık. 3 saatlik uykuyla. Felaket bir kar yağışı. Adana’dan sonra Bahçe yoluna yönlendirildik. Çünkü otobanı kapamışlar. Bahçe-Nurdağı arasındaki o eski yolu bilen bilir. Bir de ne görelim! Araç yoğunluğundan dolayı yol tamamen kilitli. Trafik felç. Adım adım nerdeyse. Gidişli-gelişli o yoldaki araç yoğunluğunu görmeyenlere ne anlatsam nafile. Telefonlar çekmiyor. Kilometrelerce uzayan araçlar. En fenası da keşmekeş. Ambulanslar dahi ilerleyemiyor. Saatler sonra Nurdağı’na vardığımızda depremin en acı yüzüyle karşılaştık. Akşam olmasına rağmen çöken binaların silueti can yakıcıydı. Bir yanda yüreğimize çöken o derin hüzün, öbür yanda bitti bitecek yakıt derdimiz. Girdiğimiz her akaryakıt istasyonundan elimiz boş döndük. Elektrik olmayınca yakıt almak da imkânsızdı. Yakıtımızın bitmesi demek, o saatte o soğukta mahsur kalmak demekti. Neyse ki Gaziantep’e yakın bir yerden bulabildik. G.Antep’e girdiğimizde hayalet bir şehirle karşılaştık adeta. Depremin acısını hissetmemek mümkün değildi. Geceyi G.Antep’te geçirip sabahında Adıyaman’a geçelim dedik. Ne yazık ki otellerde konaklama yasağı olduğu söylendi. Her taraf kapalıydı. Yemek yiyebileceğimiz bir yer dahi bulamadan tekrar yola koyulduk. Yollar kilit. Anladık ki Adıyaman’a ulaşmamız pek mümkün olmayacak. Otoban kapalı olduğu için bu kez Maraş sınırından Türkoğlu’na yolun yönlendirildiğini gördük. Çaresiz devam ettik. O eski yol felçti. Türkoğlu’ndan Osmaniye’ye gidelim derken tekrar o geldiğimiz Bahçe yolunda gördük kendimizi. Bu kez geldiğimizden bin beter bir tıkanmayla ve keşmekeşle karşılaştık. Sağlı-sollu park edilen araçlar arasından adım adım kendine yol bulmaya çalışan araçlar. Git git bitmiyor. Yaralı taşıyan ambulansların kendilerine yol bulmaları imkânsız. 8 saat milim milim. Bahçe’ye ulaşmak ne mümkün! Alternatif bir yola yönlendirdiler. Hatay İskenderun üzerinden otobana bağlanmamızın daha kestirme olacağı söylendi. Git gidebildiğin kadar. Öyle yaptık. Saatler sonra İskenderun üzerinden Adana otobanına girdik. Ankara’ya geldiğimizde saat 23.30 idi.

SİZİ MİLLETİMİZİN VİCDANINA HAVALE EDİYORUM!

Bunu niye mi anlattım? Şunun için: İlk gün ulaşımda yaşanan sorunlara dikkat çekmek için. Olumsuz hava koşullarının ulaşımı nasıl etkilediğini göstermek için.

Hava muhalefeti dolayısıyla uçaklar inemedi. Karayolunda da bu yaşanılan ulaşım sorunu, haliyle depremi yüreğinde hisseden illerimize arama ve kurtarma ekiplerinin vaktinde ulaşmasını engelledi. Hatay Havaalanı’mızın pistinin kullanılamaz hale gelmesi de cabası. Ambulanslarımızın yaralıları yetiştirmekte yaşadığı sıkıntılar yürek paralayıcıydı.

Yolda giderken karşılaştığım bu sorunlara dikkat çekmek için yaptığım paylaşımlar, bir soruna parmak basıp ulaşım sorununa katkı sağlamayı amaçlarken, ne yazık ki pusuda bekleyen o malum soysuzlar demediklerini bırakmadılar. Sanki kendimiz için yolların açılmasını istiyormuşuz gibi ahlaksızca bir itibar suikastında bulundular.

İnsanlar deprem bölgesinden can havliyle kaçıyorlardı. Deprem bölgesine de can havliyle kavuşmak isteyenler araçlarına atladıkları gibi yola çıkmışlardı. Bir yandan AFAD ekipleri, öbür yanda yardım TIR’ları. Çok sayıda ambulansın bağırtıları. Ve tamamen tıkanan yollar. Kontrol imkânsız. Buna dikkat çeken paylaşımlarımızın amacı açıktı: Yol kontrollü bir biçimde ulaşıma açık hale getirilmezse ekiplerin vaktinde ulaşması mümkün olmayacak, bu da can kaybımızı artıracaktı. Bu hassasiyetle yaptığımız paylaşımları “Yolu açın, çekilin Mehmet Metiner geçecek” şekline dönüştürüp hakaretler yağdıran o it soyluları milletimizin vicdanına havale ediyoruz.

PANDEMİ OLMADI, DEPREME SARILDILAR…

Biz yol boyu yaptığımız telefon görüşmeleriyle bir yanda sorun çözmeye, bir yanda gelen talepleri karşılamaya, bir yanda da yardımları yönlendirmeye çalışırken o birileri oturdukları o yumuşak yerlerden soysuzca hakaretler yağdırdılar.

Dahası ve en fenası, dezenformasyona başladılar. Yalan bilgileri hemen tedavüle kalkıştılar. Yüzyılın felaketi karşısında tüm imkânlarını seferber eden hükümeti ilk andan itibaren suçlamaya başladılar. Tam bir ihanet örneği sergilediler. Soysuzluk, bu ihanetin sadece diğer adıydı.

Yol boyu devletin nasıl seferber olduğunu gören bizdik. Ama sosyal medyada yazılanlar tam tersiydi. Pusudaki o soysuzlar bir kez daha dillerini çıkarmaya başlamışlardı. Pandemiden siyaseten yararlanamayacaklarını anladıkları için depreme dört elle sarılmaya başladılar. İnsanlarımızın haklı öfkesini ve acısını ahlaksızca yalanlarla sömürmeye başladılar.

Adıyaman’dan yükselen feryadı içimizde hissedip hüngür hüngür ağlarken o soysuzlar acımızı paylaşmak yerine bizim şahsımızla uğraşmaya başladılar. Kendini yalnız hisseden Adıyaman’ımızla ilgili bir paylaşıma, Reis’in ve hükümetimizin Adıyaman’ımızı asla yalnız bırakmayacağına, Adıyaman’ımız için ne gerekiyorsa Reis’imiz tarafından yapılacağına dair bir paylaşımla mukabelede bulunmamı ahlaksızca dillerine dolayan o soysuzlara vereceğim cevap şu ki, yolda aceleden farkında olmadan sildiğimi sonradan fark ettiğim o sözlerimin sonuna kadar arkasındayım. Bilerek o paylaşımımı kaldırmış değilim.

Milletimiz Reis’ine de devletine de güveniyor. Milletimiz seferber olmuş durumda. İlk iki gün hava ve kara muhalefeti dolayısıyla yaşanan olumsuzlar yüzünden müdahalede geciken devletine acılı halkımızın gösterdiği tepkiyi saygıyla karşılamak düşer bize. O öfkeyle söylenmiş her bir sözün ve tepkinin başımızın üstünde yeri var. 10 ilde her alana yayılmış bir büyük afet karşısında, üstelik de o hava koşullarında, hangi devlet olursa olsun eksik ve yetersiz kalır. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Böyle olmuştur.

Depremi ganimet bilen soysuzların bu milletle alakaları yok. Milletimizin acılarıyla da zerre alakaları yok. Sadece Erdoğan düşmanlığı için bahane arıyorlar. Deprem onlar için arayıp da bulamayacakları bir bahane sadece. Bu vesile ile sadece Erdoğan değil İslâm düşmanlığı yaptıkları da ortaya çıktı.

Bu büyük belayı da atlatacağız Reis’in ve milletin sayesinde inşallah. Türkiye ne büyük belalar atlattı. Bunu da atlatacak. Ama geride bu ihanetin kalplerimizde açtığı o derin çöküntü kalacak.

Asla unutmayacağız o soysuzların ihanetini. Bu duygusal öfke günleri geçtiğinde yüzlerindeki o ihanetçi maskeyi herkes görecek.

Deprem yerlerinde yalan yanlış yayınlar yaptığı için asil milletimizin öfkeli tepkilerine maruz kalanlar bilsinler ki bu ihanetlerinin bedelini elbet millet ödetecektir kendilerine.

Türkiye’mizin başı sağ olsun.

ÇADIRKENT

Bu hafta sonu Demokrasi ve Birlik Derneği/Vakfı olarak Adıyaman şehir merkezinde içinde tuvaleti ve banyosu olan 700 yataklı bir Çadırkent kuracağız inşallah. Kadınlar için ayrı, erkekler için ayrı olacak Çadırkent’imizde üç öğün yemek verilecektir.

Pazartesi Adıyaman’ımızda olacağız inşallah.

Katkı sunan tüm hayırsever insanlarımıza teşekkür ederiz.

#Deprem
#AFAD
#Mehmet Metiner
1 yıl önce
Şerefsizlik, soysuzluk diz boyu…
Zamanda ve mekânda bir uyanış: Sîdî Ukbe Ulucamii
19 Mayıs’a 10 gün kala…
Uluslararası doğrudan yatırımları çekmek
Enflasyon, döviz kuru beklentileri ve CDS
İsrail ve Batı’nın çifte standardı