|
Dini kimlik ve gayr-i müslimler

Bir önceki yazıda belirttiğimiz hususların yanı sıra, tarihimizde, gayr-i müslim azınlıklarla ilgili sorun ve krizler hiç yaşanmamış değildir. Ancak, İslam tarihindeki tecrübeler dikkate alınıp, Avrupa''da yaşananlarla mukayese edildiğinde çok büyük farklılıkların olduğu görülebilecektir. Haçlı seferleri esnasında Kudüs''ün Haçlılar tarafından ele geçirilmesinin ardından buradaki Müslüman ve Musevilerin katledilmesiyle, Salahaddin Eyyûbî tarafından Kudüs geri alındığında, Musevilerin bu şehri ziyaret edebilmesi ve geri gelebilmesini bu farklılığa örnek gösterebiliriz. Yine 1492''de Ben-i Ahmer Devleti''nin inkırazı ile İspanya-Endülüs''ü terke icbar edilen Musevîler, II. Bayezid tarafından kabul edilip, Selanik, İzmir ve İstanbul''un Eminönü Semti''ne yerleştirilmiştir. Bu ve benzeri uygulamalar, Avrupa''ya nazaran İslam âleminin üstünlüğünü göstermesi açısından gayet önemlidir.

Gayr-i Müslim ekalliyetlerle yaşanan asıl büyük problemler, 19. ve 20. Yüzyıldan itibaren yaşanmaya başlanmıştır. Bu da, Osmanlı''nın batılılaşma-modernleşme serüveni dönemine tekabül etmektedir. Azınlıklarla ilgili sıkıntılar, önce Mora isyanları ile Rum Ortodoks ahalide baş göstermiş olup; Mora yarımadasına bağımsızlık verilmesi ile sonuçlanan olaylar zinciri, Sırbistan''da Kara Yorgi liderliğindeki ayaklanmalar ve bunun sonucunda Belgrad Paşalığının kurulması, 93 Harbine doğru Karadağ olayları, 93 Harbi akabinde Ermeni nüfus ile baş gösteren olaylar zinciri ile devam etmiştir. 1856''daki Islahat Fermanını takip eden süreçte ve 93 Harbi ile birlikte sorunlarda ciddi bir hızlanma gözlenmiştir. Özellikle Ermeni olaylarının I. Dünya savaşı ile birlikte hazin neticelere müncer olduğu bilinmektedir. Bir yandan Ermeni nüfusun, 93 Harbinde Rusya''ya meyletmeğe başlaması, Rus işgalinde Ermeni radikal örgütlerinin aktif bir şekilde yer alması, I. Dünya savaşında Rusya ve İngiltere ile birlikte hareket etmeleri; diğer yandan İttihat-Terakki yönetiminin ülkeyi homojen ulus-devlete dönüştürmesine yönelik politikaları 1915 Tehciri vesair olayları intac etmiştir.

Kadim Süryanî-Asûrî topluluklarına (Asurî, Süryanî, Nasturî, Kildânî) gelince, Osmanlı döneminde, Ermeni Milletine tabi ayrı bir topluluk statüsünde kabul edilmekle birlikte tehcire tabi tutulmamışlar, ancak, önce Varlık vergisi sonra da, 60''li yıllardaki birtakım politikalar sonucu büyük oranda ABD ve Avrupa ülkelerine göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Son dönemlere kadar, Kırım, Balkanlar ve Kafkaslardan gelen Müslüman göçüne karşılık, Türkiye sınırlarından dışarıya da aynı şekilde gayr-i müslim göçü süregelmiştir.Ancak bunun birçok modern ulus-devlette var olan, tekçi anlayış ve politikalarla bağlantılı olduğu görülecektir. Oysaki, İslam tarihinde ve medeniyetinde Asurî-Süryani topluluklarının önemli bir yeri olmuştur. Abbasiler dönemindeki tercüme hareketlerindeki rolleri herkesçe bilinmektedir. Hele Süryani hekimler saraylarda ön planda tutulmuştur. Dahası, bunlar içinde Müslüman olup, yüksek ilmi mevkiler kazananlar vardır. Bunun en bariz örneği ünlü Şafiî fakihi Ömer bin Reslan El-Bulkinî''dir. Bulkînî, Siracuddin Ömer Bin Reslan Eş-Şafi''î, Süryanî asıllı olup Şafi''î fakihlerinin önde gelenlerindendir. Süryanî lisanını anlatan Arapça manzumeleri de vardır. 805/1397 yılında vefat etmiştir. Kabri Kahire''de Karafe mezarlığında Imam Celâleddîn Abdurrahman Es-Suyûtî''nin (vefatı: 911/1505) mezarının yakınındadır.

20.Yüzyılda, bu tür göçe dayalı nüfus hareketliliği / kaydırılması, Türkiye''nin yanı sıra birçok ulus-devlette gözlenmiştir. Hindistan''ın parçalanıp Pakistan''ın kurulması sürecinde, 80''li yıllarda Afganistan''daki Rus işgalinde benzer vakalar yaşanmıştır. En son 1989''da Bulgaristan''daki Müslüman ahalinin Türkiye''ye göçe zorlanması; Yugoslavya''daki iç savaşlardaki göçler kemikleşmiş ulus-devlet anlayışının bir ürünüdür.

Buna mukabil , İslam''ın doğuşundan bu yana / zaman zaman gayr-i Müslim topluluklarla ilgili çeşitli sorun ve krizler vuku bulmasına rağmen, koskoca İslam tarihi boyunca 20. yüzyıldakine benzer çapta trajediler yaşanmamıştır.

İslam tarihinde, mezhep farklılıklarına dayalı sorun ve çatışmaların çoğunu ise iki güçlü devlet arasındaki siyasi çatışmaların belirlemiş olduğu bilinmektedir. Abbasî-Fatımî çatışmalarına, Osmanlı-Safevî çatışmalarına bakıldığında olayların daha çok siyasi rekabet ve çatışmadan kaynaklanmış olduğu fark edilebilmektedir Özellikle, Osmanlı-Safevî çatışmaları /16. Yüzyıl boyunca sık aralıklarla süren seferler ve sıcak çatışmaların yoğun olduğu dönemde, her iki coğrafyadaki nüfusa yönelik ciddi baskı ve asla kabul edilemeyecek, sorgulanması gereken trajedilerin hüküm sürdüğünü söyleyebiliriz. Ancak, 1639 Kasr-ı Şirîn Andlaşması akabinde durumda hissedilir bir yumuşamanın olduğu kayıtlardan da tespit edilebilmektedir. Bahusus, 16.Yüzyılda cereyan eden Anadolu ve civarındaki Alevî-Kızılbaş topluluklarına yönelik ağır takibat,andlaşma sonrası dönemde ciddi bir yumuşamaya dönüşmüştür.Hatta bir kısım Alevî-Kızılbaş dede ocaklarına,- avarız, rüsum vs. vergilerden muaf tutulup- imtiyaz verildiği bile vâkidir.

Günümüzde, yukarıdaki örneklere baktığımızda, tarihe ilişkin okumalarda ciddi yanılsamaların olduğunu görmekteyiz. Bu anlamdaki serüvenlere bakıldığında,Türkiye başta olmak üzere, İslam ülkelerinin genelinde, Müslümanlık/İslam kimliği hem batılılar, hem de aydın çevreler tarafından sürekli sorgulanmış ve suçlanmıştır.1915 Tehciri ve akabindeki olaylar, 6-7 Eylül olayları gibi hadiseler ele alındığında; "Müslüman Toplum" olgusu ve bu toprakların en önemli temel sosyolojisi ve kimliği olan Müslümanlık bir şekilde suçlu/sanık konumuna düşürülmeye çalışılmaktadır.

Gerek, önceki yazımda gerekse bu makalede vurgulamaya çalıştığım gibi; büyük oranda modern dönem totaliter ideolojilerden,modern-ideolojik-siyasal yapılanmalardan, sınırlara hapsedilmiş, adeta gettolaştırılmış ulus-devlet mantığından kaynaklanan sorun ve trajedilerin sorumlusu ''İslam'' gösterilmiş, herşeyin faturası bu coğrafyanın Müslüman kimliğine çıkartılmıştır.Bu bağlamda son yıllarda kimliklerdeki "Din" hanesinin kaldırılmasına yönelik çaba ve zorlamalar, biz dindar Müslümanlar açısından kabul edilebilir bir durum değildir.

12 yıl önce
Dini kimlik ve gayr-i müslimler
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi