|
Filistin-Kudüs notları-4

19. yüzyılda Doğu Avrupa'da yükselen Antisemitizm ve Nazi Almanya'sının Yahudilere yönelik oluşturduğu mağduriyet psikolojisinin kümülatif neticesi olarak 1948'de Filistin'de İsrail devletinin kuruluşu, halen süregelen çok daha büyük bir mağduriyete yol açtı. Filistinli Müslümanların çok büyük bir bölümünün yerlerinden yurtlarından çıkarılıp kovularak komşu ve çeşitli ülkelerde sürgün/mülteci konumuna düşürülmesi, bölgede kalan Filistinlilerin sefalete mahkum edilmesi ile sonuçlandı.



Bununla, eski çağlardaki, Asur ve Bâbil sürgünlerinin, Miladi 70 yılındaki Roma sürgünlerinin, ve 2000 yıllık son sürgünün, diasporanın faturası İslâm dünyasına ve Filistinli Müslümanlara kesiliyordu. Yahudi/Musevi dünyası maruz kaldıkları felaket ve acıların faturasını Müslümanlara/İslâm âlemine çıkarttırıyor. Sadece bu değil tüm Orta Doğu'nun halen süren istikrarsızlığının da sebebi oldu.



Oysa ki, Kudüs ve Filistin Hz. Ömer (R.A) devrinde fethedildiğinde Kenan/Filistin diyarı Yahudilerin/Musevilerin denetiminde değil. Yahudiler Miladi 70. Yılda Romalılar tarafından bölgeden çıkarılıp sürülmüştü. Filistin/Kudüs Romalı komutan İlya'nın adı ile, Bizans/Doğu Roma imparatorluğuna bağlı Kudüs patrikliğinin denetimindeydi.



Sykes-Picot mutabakatının oluşturduğu statükonun devamı olarak, II. Dünya Harbi akabinde Orta Doğu'da İsrail ve İsrail'in güvenliği merkezli bir yapı oluşturuldu.



1948'de Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail devleti, Atlantik'in iki yakasının Orta Doğu için öngördüğü politikanın merkezinde yer aldı. Soğuk Savaş dönemine tekabül eden bu döneme İsrail/İsrail'in güvenliği merkezli bir Orta Doğu politikası damgasını vurdu. Dünyanın birçok yerine dağılmış Yahudi toplulukları için yurt olarak teşkil/tesis edilen İsrail devletinin güvenliği esas alındığından, İsrail, askeri ve ekonomik olarak olabildiğince güçlendirilerek, Arap alemi denizi içinde yenilmez hale getirildi. Bu yüzden 1948'den itibaren 1973'e kadar hemen hemen tüm Arap-İsrail savaşlarından galip çıktı. Osmanlı devletinin inkıraz bulmasının akabinde, zaten batılı/gâlip devletlerce kurdurulan Arap ülkeleri vesayet altında olarak İsrail karşısında bir hayli zayıf/güçsüz bırakıldı. İsrail ise son model askeri teknik donanıma sahip bir ordu kurduğu gibi, nükleer silahlar da üretecek duruma getirildi.



1967'deki Altı Gün Savaşı/Six Days War, İsrail için tam bir zafer, Arap-İslâm âlemi için çok büyük bir yıkım olur. Suriye'nin Taberiye/Celile Gölü çevresi ve Golan Tepeleri, Mısır'ın elimndeki Gazze Şeridi Ve Sina Yarımadasının tümü İsrail işgali altına girer. Ürdün'ün elindeki tüm Batı Şerîa/The West Bank Ve Doğu/Eski Kudüs İsrail'in eline geçer.



İsrail'in 1982'de Sina yarımadasını Camp David anlaşması gereğince, bazı şartlarda Mısır'a geri vermesi, 1993'te Yasir Arafat ile masaya oturularak ortaya çıkan Oslo Mutabakatı (Gazze-Eriha Anlaşması) Ve Şermu'ş-Şeyh Anlaşmaları bir ölçüde Arap âleminin lehine bazı düzeltmeler şeklinde gözükse bile, bu İsrail'in 1967 öncesi sınırlarını iyice garanti altına alması ve 67 Savaşı'ndaki İşgal bölgeleri üzerinde de denetimini bir şekilde sürdürebilmesinin teminatı şeklinde oldu.



Batı Şerî'a ve Kudüs'e bakıldığında, bölünmüş şehirler, bölünmüş hayatlar gettolar ve duvarlarla örülmüş, adeta büyük şehir-kasaba hapishaneleri ile karşılaşıyorsunuz. İsrail/Musevi yerleşim yerlerinde göze çarpan lüks/modern yaşamın yanı sıra, Doğu Avrupa'da yaşadıkları dönemde alışageldikleri izole-getto şeklindeki bir yaşamın buraya da taşındığını gözlemliyorsunuz. Diğer bölgelerden duvarlarla ayrılmış adeta lüks bir hapishane gibi. Ve tüm korkulara dayalı güvenlik konsepti yaşama tamamiyle sinmiş durumda. Batı Şerîa ve Kudüs'teki Filistinliler ise yine duvarlarla ayrılmış bölgelere hapsedilmiş ve buna ilaveten sefalete de mahkum edilmiş halde bulunuyor. El-Halil'de, Hz. İbrahim Cami-i Şerîfi başta olmak üzere bölünmüş, güvenlik konseptine dayalı kontrol bölgelerine ayrılmış bir şehir yaşamı bunaltıcı bir düzeyde seyrediyor.



Tüm bölge, dışarıdan gelen finansal desteklerle hayatiyetini sürdürüyor. Diaspora'daki Yahudilerin Global/Uluslar arası sermaye piyasası üzerindeki mutlak denetimlerinin ve uluslar arası politika üzerindeki ağırlıklı etkilerinin/nüfuzlarının neticesi olarak, İsrail devleti ve bölgedeki Yahudi/Musevi yerleşimleri, toplulukları uluslararası büyük bir finansal ve politik desteğe sahipler.



Gerek Batı Şerî'a gerekse Kudüs ve diğer bölgelerdeki Filistinli Müslüman nüfus ise böyle bir finansal ve politik desteğin yüzde birine bile sahip değil. Kudüs, El-Halil ve Eriha'daki Filistinlilerin finansal desteği çok çok zayıf. Binalar ve sokaklar tarihi eserler başta olmak üzere, oldukça bakımsız. Temizlik oldukça zayıf. Çöpler yeterince toplanmıyor. Filistinli çocukların bir kısmı gelen ziyaretçilerden para talep etme yarışında. Yerleşim yerlerini ayıran duvarların inşasında çalışan işçilerin neredeyse tamamı Filistinli. Kendilerini ayıran duvarlar kendilerine inşâ ettiriliyor. Burada ayrıca, Orta Doğu ve Avrupa'da yaşayanları başta olmak üzere Filistin Diasporası'nın kendi memleketleri, Filistin'e karşı ne kadar duyarsız ve ilgisiz olduğunu da fark ediyorsunuz. Bölgeye Filistin Diasporasından gelen neredeyse ciddi hiçbir finansal destek yok.



Allenby Köprüsü üzerindeki King Hussein/Melik Hüseyin adı verilen sınır kontrol/geçiş noktasındaki fotoğraflar bile, Şerifler Hanedânının ve Bu Hanedânın Ürdün Hâşimi Devletinin son yüzyılda bölgedeki asıl fonksiyonunu gözler önüne seriyor. 1967 Altı Gün Savaşı'nda Batı Şerî'a ve Doğu Kudüs'ün, Mescid-i Aksâ'nın nasıl adeta teslim edilmiş


olduğunu da buradan fark edebiliyorsunuz.




#Kudüs
#Filistin
#Antisemitizm
#Batı Şerî'a
#Melik Hüseyin
8 yıl önce
Filistin-Kudüs notları-4
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler