|
Lingua Franca ve Ana Dilde Eğitim Meselesi-2

Sözlü kültürün baskın olduğu bölgesel dillerde buna ilşkin bir hayli zengin malzeme bulunurdu. İslam öncesi Cahiliyye Arapçası, şiirleriyle, darb-ı meselleriyle, Fesahat, belagat ve edebiyatı ile çok geniş ve zengin bir sözlü geleneği barındırmaktaydı. Bu anlamda Arapça adeta Vahy-i Celîlin nâzil olmasına takdir-i İlâhî ile hazır hale gelmişti.

Kürtçe, Belucça ve Peştunca gibi diller, neredeyse bu neviden diller olarak aynı zamanda coğrafi anlamda çeşitli kültür ve medeniyetlerin kesişme ve çakışma noktalarında bulunduklarından, sözlü kültür ve gelenek bağlamında bir hayli gelişme göstermişlerdir. O yüzden bu dillerde kâfiyeli deyimler çoklukla bulunmakta ve kullanılmaktadır. Ancak, adı geçen topluluklardan güçlü hanedan ve hükümdarlıklar çıkmamış olduğundan yazılı kültür, yazı/yazışma dili olarak fazlaca bir gelişme görülememiştir. Bu dillerde şiir, fesahat ve belağat sözlü gelenekte gelişkin ve zengin olmasına karşın, saray dili anlamında yazı/yazışma dili olamamışlardır. Bu yüzden bu topluluklardan yetişen ilim kültür ve irfan mensupları yazılı eserlerini, şahsi mektupları dahil olmak üzere, İslam dünyasının Lingua Francası olan Arapça veya Farsça olarak kaleme almışlardır. Bu durum 15. Yüzyıl Batı Anadolusu için de geçerliydi.

Bunun gibi Kürt bölgesi de coğrafi konumu itibarıyle birçok kültür ve medeniyetin kesişme/çakışma ve geçiş noktası olması hasebiyle, Kürtler içinden tarihimiz boyunca birçok Alim/Allâme, mütefekkir, mutasavvıf, meşâyih ve büyük ilim adamları yetişmiştir. Bunların kâhir ekseriyeti ilmî eserlerini Arapça, edebi ve İrfana ait eserlerini daha ziyade Farsça kaleme almışlardır. Ayrıca İlim merkezlerinde tedrisatın Arapça olması da eklenince durum daha iyi anlaşılabilmektedir. Kürtler içerisinde yaygın olan medreselerde de eğitim Arapça eserler üzerinden yapılagelmekteydi. Ders metinleri Arapça okunurdu ve hala da bu medreselerde bu şekildedir. Ancak, İslam dünyasının diğer bölgelerinde olduğu gibi, Arapça okunan metin hoca tarafından talebeye bölgenin dili, ana dil ile tercüme suretiyle anlatılıp izah edilirdi. Nasılki, Anadolu''nun diğer yerleri ve İstanbul''da Arapça metinler Türkçe izah edildiği gibi.. Bu, aynı zamanda Arapça metinlerin talebeye anlatılırken tercüme ve izah edilmesi ile bölgedeki ana dillerin de gelişimine büyük katkıda bulunmaktaydı. Zira, bunlar Kürtçe izah edilirken, Arap lisanının zenginliğini, belâgat ve fesahatını yansıtan bu medrese kitaplarının metinlerindeki kelime ve cümleler tek tek Kürtçeye tercüme edilirdi. Bu sayede ya Arapça birçok önemli, ilmi terim Kürtçede yer alır veya zamanla bunların Kürtçe karşılıkları yer alıp, yerleşerek dil büyük oranda zenginleşirdi. O yüzden eskiden Kürtçe yazılan özellikle Mevlana Ahmed El-Cezerî''den, Fakî Tayrân''dan bu yana gelen manzum metinler dil ve edebiyat açısından bir hayli zengin bir içeriğe sahiptirler. Osmanlı Türkçesinin bir imparatorluk dili haline gelmesinde Arapça metinler üzerinden yapılan eğitim başat bir role sahiptir.

Geçen yüzyılda İslam dünyasına hakim olan ulus devletler ve ulusalcı akımlar, bu yapılara büyük darbe vurup, dağıttı. Türkiye''de 1920''li yıllarda başlayan harf ve dil devrimleri, bugüne kadar ki süreçte Tükçe''de onulmaz yaralar açtı. Zengin ve geniş bir coğrafyada kullanılmış olan bir imparatorluk/medeniyet dili pozitivist/batıcı ulusalcılık adına neredeyse yok edildi. Bu anlamdaki dil fukaralığı günümüzde tavan yapmış durumdadır. Geçen yüzyıl başındaki Türkçe ile bugünkü çağdaş Türkçe karşılaştırıldığında travmanın boyutları daha da iyi görülebilecektir. Heleki Türkiye''de, batılılaşma hedefi ile yapılan /harf/dil devrimi sürecine karşın, İngilizce başta olmak üzere batılı dillerin de öğretilmesinde büyük bir başarısızlık gözlemlenmektedir. Ve zaman içinde bu alandaki başarısızlık katsayısı büyük artış göstermiştir. Açıkçası, Türkiye, imparatorluk kültür ve zenginliğinden soyutlanmış, olabildiğince fukaralaştırılmış, yapay ve kadük hale getirilmiş tek bir dile, bu tek dil üzerinden ilim ve kültür yapmağa zorla mahküm ettirilmiştir.

Benzeri bir süreç son birkaç on yılda Kürtçe''de de yaşanmaktadır. Gerek kültürler arası iletişim ve coğrafi etkiler, gerekse İslami medeniyet ve kültür geleneğinden gelen mirasla, medrese ve Tekke geleneği ile oldukça zengin bir sözlü kültüre sahip olan Kürt dili, Kemalist proje tecrübesinin Kürt seküler-ulusalcıları tarafından model alınarak taklid edilmesi neticesinde, benzeri bir sürece girilmiş, Kürtçe''de de yapay, sığ ve kadük bir dile doğru evrilme sözkonusudur. Oysaki, 30-40 yıl öncesine kadar çok zengin bir sözlü geleneğe sahip, İslam, kültür ve medeniyet öğelerini olabildiğince yansıtan Kürtçe, Sol/Marxist kökenden gelen militan sekülarist/Din karşıtı siyasal grupların elinde can çekişmektedir. Kemalist/Tek Parti Dönemi Resmi İdeolojisi yanlısı kadrolara özenerek, onları örnek alanlar, Kürtçe''nin İslam kültür ve medeniyetini yansıtan özelliklerine karşı acımasız bir tutumla, benzer bir operasyonla dili yapaylaştırıp, sekülerleştirmektedirler.

Yüzyıla yakındır, eğitim dili olarak imparatorluk ve İslami kökenlerinden soyutlanmış modern-seküler Türkçe ile eğitim bu ülkede parlak bir tecrübeye sahip olamadığı gibi, yabancı dille (İngilizce, Fransızca, Almanca) eğitim yönelimi ağırlık kazanmakta, ancak ana dil fukaralaşması bu yabancı dillerin de öğretilmesini iyice zorlaştırmaktadır

Kürtçe ana dilde eğitim meselesi ulusalcı bir talep olarak dillendirilmekte ve her alanda yapılması öngörülmektedir. Bu ise, "Türkler Türkçede, ana dillerinde eğitim yapıyor ve bu hakka sahipken, biz kürtler niye yapamıyoruz. Bu hakka biz de sahip olmalıyız" şeklinde argümanlarla dile getirilmektedir. İlk bakışta insan hakları açısından bir sorun görünmemektedir. Bu anlamda da karşı bir çıkış haksız bir tutumdur. Ancak, konu daha da irdelendiğinde şu da sorulabilir. "Eğitim dili her ulus, millet olarak görülen topluluklar için neden tekleşsin ve teke indirilsin?" diye sorulabilir. Asıl problem Ulus-Devletlerin tek eğitim dili dayatmasından kaynaklanmıştır. Bu hususta, ulus devlet örneklerinde toplumda elzem olan, olması gereken çeşitliliğe asla izin verilmemiştir.

Ancak ulus devletlerin tek bir dilde eğitim yapılmasına ilişkin proje ve dayatmaları, özellikle bizim coğrafyamızda, başarılı bir proje olmadığı gibi eğitim ve kültür dünyasına büyük zarar vermiştir. Kürtler içinde de ana dilde eğitime ilişkin bu talepler yine bu tekçi, jakoben ulusalcı bir refleksle dile getirilmekte, seküler çerçeve dışına çıkılmamakta, ulusalcı ezberler ağır basmaktadır. Irak Kürdistanı örneğine bakıldığında, son yirmi yıldır, Arap ulusalcılığına dayalı Baas rejimine yönelik tepkisel tutumlar sonucunda, Irak Kürt bölgesinde eskiden insanlar iki dilli olarak büyürken, yeni kuşaklar Arapça''dan tümüyle mahrum bırakılmakta tek bir dil ile yetişmeğe zoraki mahküm edilmektedir. Baas rejiminin baskı ve zulümleri ne olursa olsun, Irak Kürdistanındaki Kürt gençleri, Arapça gibi büyük bir kültür ve medeniyet dilinden yoksun bırakılmamalıydı. Bir hiç uğruna Arapça''dan yoksun bırakıldıkları gibi İslam kültür ve medeniyetinden, bu bağlardan koparılarak sığ bir alanda tek dilli olmaya mahküm edilmektedirler. Ayrıca, batı dillerini de öğrenememektedirler.

Türkiye''de ana dilde eğitime ilişkin taleplerde bu durum gözetilmeden, salt ulusalcı-seküler ezberlerle dile getirilmesi benzer başarısız bir tecrübeyi beraberinde getirecektir. Oysaki, Kürtler bulundukları coğrafya ve nüfus hareketliliği açısından, Adriyatik''ten, Basra Körfezine kadar geniş bir coğrafyada her alanda öncülük yapabilecek, en az üç dört dil bilen kuşaklar yetiştirme imkanına sahipken, tepkisel refleksler, geç kalmış ulusalcı ezberler uğruna, özünden, tarihinden, kökünden koparılmış yapaylaştırılmış seküler bir dile ve dar bir coğrafyaya mahküm edilmemeli, Müslüman Kürtlerdeki kültürel zenginlik, dinamizm bindesti ve belengazlık söylemleri ve bahaneleriyle budanmamalıdır.

12 yıl önce
Lingua Franca ve Ana Dilde Eğitim Meselesi-2
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi