|
İstiklâl Marşı’nın kabulünün 100. yılı münasebeti ile

Dergâh Yayınları’ndaki odamda, çalıştığım masanın tam karşısında, duvarda bir Mehmet Âkif fotoğrafı var.

Odada genellikle yalnız olduğum için sık sık bakışıyoruz. Bazen bu güzel, bu mübarek yüze dalıp gidiyorum. Hele gözler, hele gözler. O alındaki kırışıklar. İslâm dünyasının bir baştan bir başa çektiği acıları yüklenmiş serapa ızdırap haritası.

Bu yüzden Âkif deyince ızdırap geliyor aklıma. Bülbül şiiri değil; “Sen ağlama/Ben ağlayım bülbül” diye feryat eden o türkü.

“Izdırap, insanda kalbin varlığına ilk alâmettir ve onun dost gibi karşılanması kalbin şaheseridir. Her şeyi kaybetmede en büyük kazancı arayan kalp böylelikle muradına ermiş oluyor. Zira sevilen kaybedildiği zaman ruh göklere yükselir. Izdırabın bizdeki bütün yabancıları fedaya kabiliyetli kudreti, insanı insanların üstüne yükseltiyor. Her çeşit fedakârlık onca bağışlayıcı bir gülümseyişten fazla bir şey değildir.”

Âkif’in fotoğrafında, ağzında ve gözlerinde böyle bir gülümseme var. Gözyaşlarını içine akıtan bir gülümseme.

“İnsanlığın büyük hareketlerini yaratan ızdıraptır. Dinler ve sanatlar, tarihin kaydettiği parlak medeniyetler ızdırabın şaheserleridir. Peygamberler ümmetlerinin ızdırabını yüklenerek kurtuluş vaadini Allah’tan getiren büyük muzdariplerdir. Büyük sanatçılar da öyle. Kurtuluş eşyadan gelip de bizi oyalayan bir oyuncak hâlinde servetten, devletten, ikbalden, ilimden, zevkten ve bol yaşamak iradesinden doğunca gerçek ve doyurucu olmuyor. Aynı zamanda âkıbetsiz olan böyle oyuncakla oyalanma hazları, duyuları bir zaman için bizi oyalayabiliyor. Sadece birer maskeden ibaret olan bu doyumlar, insanı mütemadiyen bölüyor ve küçültüyor. Kalp daralıyor, yaratıcılığın kaynakları kuruyor ve insan bunların en kuvvetlisini yaşadıktan sonra batan bir geminin enkazına yapışarak bir parçayı elinden kaçırınca öbürüne yapışan, denizlerde çırpınan zavallı hâline geliyor.

Izdırap ruhu bu sefaletinden kurtarıcı eldir”

Âkif bu oyuncaklarla oyalanmadı. Yüklendiği ızdırapla kendini Mısır’a sürgün etti. Herkes onu Hidiv’in köşkünde yaşıyor zannederken o, Ömer Rıza’ya yazdığı bir mektubunda “bir çift mest lastiği” istiyordu.

“Izdırap kabul olunan içsel dualarımızın dilidir; bütün gerçek ibadetlerin üslubudur.”

Ahir zamanda yaşıyoruz.

Zulüm her gün, her saat mevcut karanlığı koyulaştırıyor. Mazlumların, masumların, yoksulların âsumana yükselen feryadı her gün her saat katlanarak artıyor.

Hırsın gözü dönmüş iştihası dünyanın bütün zenginliğine el koydu. ‘Allah’sız kazancın kırbaçladığı tüketim çılgınlığı önüne geleni silip süpürüyor.

Kalabalığın üzerinde bedbinliğin, çöküntünün, çaresizliğin habis eli dolaşıyor.

“Ne olacak hâlimiz” diye düşünüyor;

“Ne yapmalı” diye soruyoruz.

Elimiz böğrümüzde kaldı. Nefesimiz kesildi ve hareket kabiliyetini kaybettik. Bu kâbusun burgacından bizi çekip çıkaracak bir el, bir ses, bir ışık, bir muştu arıyoruz.

İşte bu an. Bu an merhametle dolmanın ânıdır. Dua ve teslimiyet ânıdır. Göklere açılan eller, gözyaşıyla yıkanan gönüller karşılıksız bırakılmaz. Bu yönelişin karşılığı ilahî rahmettir.

Rahmet Cenab-ı Hakk’ın bize dönen yüzüdür.

İşte ben, Âkif’in fotoğrafında, gözlerinde, bu merhamet çağlayanının dolup taştığını görüyorum.

Âkif ızdırabın, merhametin, İslâm ahlâk ve faziletinin mücessem hâlidir.

Nurettin Topçu Âkif’le ilgili bir yazısını bitirirken şöyle diyor:

“Onun ruhunun, bedeni ile çehresine akseden mânasını vasıflandırmak isterken şu portreyi çizmemiz lazım geliyor: Vakar dolu bir alın, hayâ dolu bir çehre, şiddet dolu bir bakış, iman dolu bir sine.”

Bütün bunlardan sonra inanın düşünce ve edebiyat bahsine girmek içinden gelmiyor. Yine de onun ızdırabını ifade eden şu mısraları kaydetmeliyiz:

Bana dünyada ne yer kaldı, emin ol, ne de yâr;

Ararım göçmek için başka zemin, başka diyar.

Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer,

Yaşamaktan ne çıkar, günlerim oldukça heder

Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün,

Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün,

Seneler var ki harab olmadığım gün bilmem

Âkif’in mücadelesi, düşüncesi, şiiri, hayatı tek bir kelimeye yüklenebilir: Ahlâk.

Âkif’in şiirini edebiyatla, vezin ve kafiye ile edebî sanatlarla ölçmeye kalkışmak yersizdir. Onun şiiri ızdırap ve merhamet kanatları ile maveraya yükselmiş; bütün bu hurde teferruattan soyunmuştur. Ne böyle bir gayesi ne de gayreti vardır.

Cümleler, kelimeler, benzetmeler, sözler, sesler aşağılarda kalmış; hatta yokolmuştur.

Âkif’in şiiri bütün dünyayı kaplayan bir secde hâline gelmiştir.

* Izdırapla ilgili satırları rahmetli hocamız Nurettin Topçu’dan aldım.

#Mehmet Âkif
#İstiklâl Marşı
#Dergâh Yayınları
2 yıl önce
İstiklâl Marşı’nın kabulünün 100. yılı münasebeti ile
Memurların yurt dışı aylıklarının hesaplanma usulü nasıldır?
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...