Bunun için uygun dış politika stabilizasyonunun sağlanmış olması gerekiyor…
Türkiye’nin 10 yıllık aktif ve çok yönlü dış politikası, ‘tehdit algılamalarının geldiği yere gitmek’ olarak sadeleştirilebilecek haklı askeri güç kullanımı/mevcudiyetleriyle gelen başarısı, ‘yavaşlama’ olarak algılanabilecek ani uygulamalara müsait mi?..
Bir-iki nokta hariç, Türkiye’nin son aylarda attığı dış politika adımları, belki açılımları demek lazım, elde bir yol haritası/plan olduğunu hissettiriyor…
Keza, dün gerçekleşen, Türk-Rus Dışişleri Bakanlarını bir araya getiren Soçi buluşmasını da ekleyebiliriz. Suriye, İdlib, Libya, Kafkasya maddelerinin ele alınacağı görüşme bu bağlama eklenebilir.
İki, genel olarak Batı’yla ilişkilerin yumuşatılması olarak tarif edebileceğimiz, ‘kırmızı çizgilerimizin’ net olarak belirtildiği esneme hareketleri var. ABD ve Avrupa Birliği’ne yönelik son mesajlar ve girişimler bunlardır. AB’den karşılık bulduğu da izleniyor…
Esneme hareketlerinin her parçasını tek tek tartışmaya başladığınızda, ilgisiz yönlere dallanıp budaklanarak içinden çıkılmaz açmazlara sıkışırsınız. Ama maddelere döktüğünüzde eksersizin ‘bütünlüğü’ görünür…
AB’ye yönelik ‘elimizi uzatıyoruz’ cümlesiyle ifade edilebilecek yaklaşım, sadece bir kaç gün önce AB üst yetkilileri tarafından dillendirilen, ‘Türkiye’ye elimizi uzatıyoruz’ davetine cevaptır. Artık ‘mutabakat’ sayabiliriz!
Sadeleştirirsek, bekleme süreci; hem Biden politikalarını görmek ve tartmak hem de yine Biden ve ekibine bildiğini sandığı “yeni Türkiye”yi anlaması, ‘tanıması’ için avans vermektir…
Suudi Arabistan ile-onların talebi üzerine-yeniden temas kurulması ve bunun Körfez’de Katar geriliminin tatlıya bağlanması için kullanılması…
İsrail’e büyükelçi atanacağı konusunda yoğunlaşan spekülasyonlar, bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından duyulan, “İsrail’le iyi ilişkilerimiz olsun istiyoruz” açıklaması, açmazın Tel Aviv’in cari yönetiminin sorunlu yaklaşımlarına bağlanması. Sonunda da Mart ayında-İsrail erken seçimleri sonrası-muhtemel adımların atılabileceğine ilişkin yaklaşım.
Hem Putin’in hem Erdoğan’ın birbirlerini güvenilir liderler olarak dünyanın duyacağı platformlarda tekraren tanımlamaları, Moskova-Ankara ilişkilerinin ne formunu ne formatını kaybetmeyeceğini gösteriyor…
Nitekim, Amerika’nın S400’ler için Rusya ile yapılan anlaşmanın boğulması yönündeki baskısı santim ilerlemediği gibi, yaptırımlar dahi Türkiye’ye geri adım attırmış değil.
İki ülke, çıkarlarının örtüştüğü/kesiştiği bölgesel sorunların, anlaşmazlığa evrilmemesi için elinden geleni yapmaya devam ediyor. Son Soçi buluşması da aynı mânaya oturuyor.
Oysa kırılma yaratacak çok alan bulunuyor. Ukrayna bunlardan birisi. Suriye bir diğeri. Libya öyle. Ama iki lider bu handikapları nasıl yöneteceğini muhatabına anlatıyor ve öyle de yapıyor. Birbirlerini güvenilir saymalarının nedeni o. ‘Güvenilirlik’ kelimesinin psikolojisi her iki ülkenin Batıyla tecrübelerinden geliyor.
Bu örneğin nedeni, dünyada birçok ülkenin yeni küresel düzene ilişkin hazırlıklarını tek kutba bakarak yapmanın çıkarlarına uygun olmayacağına ilişkin kabulleridir.
Almanya da buna dahildir Türkiye de buna dahildir. Liste uzatılabilir. Bu ülkelerin bir kısmı örneğin ABD lehine tercih yapmaya zorlanabilir. Rusya ve Çin için de aynı metodu uygulayabilir.
Diğer ülkeler bulundukları konumu stratejik katma değer yaratacak kapasiteye sahip değiller.
Ankara’nın “düşünün” dediği o…