Duvarlar üzerine (2)

04:003/02/2025, Pazartesi
G: 3/02/2025, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

II.Umûmî Harp sonrasında dünyâ duvarlar üzerine kurulmuştu. Ama bu durumun muvakkat olduğu, bâzı kaçınılmazlıklardan kaynaklandığına inanılıyordu. Yaygın özlem ve daha mühimi inanç, bir gün bu duvarların yıkılacağı istikâmetindeydi. Tabiî ki herkes, duvarsız bir dünyâyı kendi meşrebince değerlendiriyordu. Bilim ve fenler ortak paydaydı. Ayrışma, felsefî ve ideolojik noktalarda yaşanıyordu. Kapitalist ekonomiye inananlar, bilim ve fenlerin anavatanının Batı olduğunu ve insanlığın bir gün Batılı

II.Umûmî Harp sonrasında dünyâ duvarlar üzerine kurulmuştu. Ama bu durumun muvakkat olduğu, bâzı kaçınılmazlıklardan kaynaklandığına inanılıyordu. Yaygın özlem ve daha mühimi inanç, bir gün bu duvarların yıkılacağı istikâmetindeydi. Tabiî ki herkes,
duvarsız bir dünyâyı
kendi meşrebince değerlendiriyordu.
Bilim ve fenler
ortak paydaydı. Ayrışma,
felsefî ve ideolojik
noktalarda yaşanıyordu. Kapitalist ekonomiye inananlar, bilim ve fenlerin anavatanının Batı olduğunu ve insanlığın bir gün Batılı liberal, demokratik değerler etrâfında birleşeceğine iman etmişti. Zâten duvarı inşâ eden Batı değildi. Doğu’dan Batı’ya kaçan, göçenler Batı’dan Doğu’ya göçenlerden kat ve kat fazlaydı. Teveccüh
Doğu’dan, yâni karanlık, izbe Demir Perde’nin Doğu’sundan ferah ve ışıltılı Batı’ya
doğruydu. Sosyalist kamptakiler ise bilim ve fenlerin diri güçlerinin kendilerinde olduğunu,
kapitalist kampın ilerlemeci rolünü çoktan kaybettiğini
, bunun için saldırganlaştığını;
devrimin diri, lâkin şimdilik kırılgan olan filizlerini bu saldırganlıktan muhafaza etmek için Duvar’ın bir mecbûriyet hâline geldiğini;
bu filizler büyüyüp kavî bir ağaca dönüştükten sonra Duvar’a ihtiyaç kalmayacağını müdafaa ediyordu.
Hâlbuki Batı/Doğu ayırımlarının içi boştu. Dünyâ işbölümünde aslında Duvar falan yoktu. Hepsi devletçi ve devletli kapitalizmin çeşitlemeleriydi.
Duvar bu işbölümünün ayakta kalmasını sağlayan sun’i bir oluşumdu. II.Umûmî Harp sonrasında dünyâyı kuran akıl diyalektik işliyordu. Esasta aynı olan bu dünyâyı ancak zıtlıkların taşıyacağını biliyorlardı.
Duvar, KED’in (Kapitalist Ekonomi Dünyâ’nın) selâmeti içindi.
Batı’nın Doğu’dan daha özgürlükçü olduğu tezinin ne kadar yanlış olduğunu, Gladio ve P2 Localarının hikâyelerini, CIA etiketli darbeler târihini okudukça gördük. Batı Berlin ile Doğu Berlin’de yaşayanların arasında pek fark olmadığını anlamak için sâdece Heinrich Böll’ün romanlarıyla tanışmak bile yetiyordu.
Totaliterlik her ikisinin de müşterek niteliğiydi. Fark, Doğu bunu göstere göstere, otoriterlik üzerinden yaparken; Batı’nın bunu gizleyerek, setrederek yapmasıydı.
Aslında I.Umûmî Harp sonrasında gelişen entelektüel târihin kilit isimlerinden olan
Sartre
ve
Camus
daha derin duvarlardan bahsediyordu. Sartre’ın o meşhûr beş sarsıcı hikâyesini bir araya getiren kitabın adı da
Duvar
idi. Camus’nün edebî başyapıtı
Yabancı
başlığını taşıyordu. Burada vurgulanan duvarlar, i
nsanların zihinlerinde, duygu ve düşüncelerinde inşâ edilmiş ve yıkılması çok daha zor olan duvarlardı.
Sartre ve Camus’ye nispeten daha genç olan
Foucault
ise adına toplum denilen görüntüdeki bir armoninin aslında içinde çıkışı olmayan sayısız labirent içeren bir disiplinler seti olduğunu;
ayrımsalcı Kartezyen geometrik akılla insanlar arasına ne kadar aşılmaz duvarlar ördüğünü
gösteriyordu. Nihâyet
Edward Said
isimli Arap kökenli bir düşünür, Kapitalist Batı /Sosyalist Doğu gibi ideolojik duvardan daha derin kökleri olan başka bir duvara;
Uygar ve Gelişmiş Batı/ İlkel ve vahşi bir Doğu arasındaki duvara
dikkat çekiyordu. Bu çalışmaların müşterek paydası, duvarların her zaman görünürde değil, derinlerde kök salmışlıklarıydı.
1980’lerin başında ünlü Rock grubu
Pink Floyd
bir albüm çıkardı. Müzikal olarak da çok nitelikli olan bu albümün adı da
Duvar’dı
(
The Wall
). Albümün güfteleri bilhassa üretim kapitalizminin can damarı olan eğitime saldırıyordu. Eğitim insanları geliştirmiyor, tam tersine
Duvar’da bir tuğla parçasına (Another Brick in the Wall)
dönüştürüyordu. Albüm bir salgın tesiri doğurdu ve milyonlarca insana ulaştı. Arkasından, Polonya’daki
Solidarnoşç
hareketi geldi. Bu tetiklenme 80’lerden 90’lara uzanan bir zaman diliminde Doğu Avrupa’daki tekmil rejimleri yıktı geçti. 89’da Duvar yıkıldı. Derken Sovyetler çöktü. Bunlar düz ve sığ akıl yürütmelerle,
Liberal Demokrat Batı’nın zaferi
olarak görüldü. Hâlbuki yaşananlar, Doğu Batı fark etmeksizin, tekmil dünyâyı içine alan
devletli ve devletçi kapitalizmin sistemik ve yapısal bir kriziydi.
Görünen, zincirin en zayıf yerinden kırılmış olmasıydı. Bu kırılmaların Batı’yı da vuracağı daha o günlerde belliydi. En fazla yirmi sene kadar daha dayanabildiler. 2008 ve arkasından yaşanan zincirleme krizler tam da buna işâret ediyor.
Dikkat çekmeyen diğer bir husus;
Doğu’daki çöküşlere, Batı’da yaşanan ideolojik temelli bir siyâsal elit değişiminin
eşlik edip hız vermesiydi. Devletli kapitalist dünyânın elitlerine işlerden el çektiriliyor ve yeni elitler onların yerlerini alıyordu. Bunlar, felsefî/ideolojik olarak
Leo Strauss, Mises, Hayek
gibilerden beslenen,
Chicago Okulu
gibi monetaristlerden akıl alan, Duvar’ın yıkılmasından doğan boşluklara gözlerini dikmiş saldırgan elitlerdi. Kendilerine
neoliberal
diyorlardı. Duvarlı bir dünyânın diğer bir adı da bürokratik dünyâ idi. Bürokratlardı bu duvar ve cendereleri inşâ edenler. Akılları üretim kapitalizminin gerekleriyle orantılı ve uyumlu işliyordu. Ama Batı’da artık üretim kapitalizmi kendisini taşıyamaz hâle gelmişti. Ellerinde kalan üstünlükleri üçlü bir set idi:
Paraları, kültürel hegemonyaları
ve
silâh güçleri.
Üretimdeki defo ve açıkları ancak sahte finansal balonlaşmalarla kapatılabileceklerdi. Evet, bürokratik akıl baskıcı ve boğucuydu, lâkin neticede bir akıldı ve bu akıldışı balonlaşmalara cevaz vermeyecekti. Onun için bir an evvel bürokrasiler ve bürokratik olarak teşkilatlandırılmış ekonomiler tasfiye edilmeli; yeni ekonomik akıl olarak lanse edilen ama aslında düpedüz akıldışılık olan uygulamalar hayâta geçirilmeliydi. Bunun için kültürel hegemonyalarından devşirdikleri
çok katmanlı bir entelektüel/ideolojik/artistik faaliyet
devreye sokuldu
. Postizm
(postmodernizm başta olmak üzere) tekmil çeşitlemeleriyle devreye sokuldu. Merkeziyetçi bürokrasilerin yavaşlığı, “ahmaklığı” sarkastik bir saldırının nesnesi yapıldı.

Devâm edeceğim.

#Politika
#Toplum
#Süleyman Seyfi Öğün
#tarih