|
Yalnızlardan sorumlu bakanlık

Vakıadan haberdâr olanlar vardır;ama , olmayanlar için bu başlık, muhtemelen ironik etkileri olan kurgusal bir başlık gibi değerlendirilecektir. Aklıma, Ahmed Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” başlıklı kitabı geliyor. İşi ,saatleri ayarlamak olan bir enstitü de olur mu cânım? Tıpkı bunun gibi, işi yalnızlarla ilgilenmek olan bir bakanlık da olur mu alla’sen?


Evet, İngiltere’den; üstelik BBC gibi ciddî bir mecrâdan gelen son havâdis; bunun aynıyla vâki olduğunu , böyle bir bakanlığın kurulma aşamasına geldiğini duyuruyor. Bu projenin, 2016’da aşırı sağcı birisi tarafından öldürülen Jo Cox’un başlattığı bir girişim olduğu vurgulanıyor. Bir bakıma onun hâtırasını yaşatmak da istiyorlarmış. Ne diyelim, mübârek olsun…Lâtife bir tarafa; bu çok acı bir havâdis aslında. En düz çıkarsama ile ifâde edecek olursak; demek ki İngiltere’de “yalnızlık” çok ciddî ve yaygın bir sosyâl mesele hâline gelmiş; o kadar ki, kamu otoriteleri duruma vâziyet etme kararı almışlar.

Aslında, yalnızlığın medeniyet-i hâzıranın en mühim meselelerinden birisi olduğu sır değil. Daha da gidersek, bu rahatsızlığın modern dünyânın kışkırttığı “bireyselleşme” dinamiklerinin , en hafifinden istenmeyen, yan etkilerinden birisi olduğu da sıklıkla zikredilir. Evet, yalnızlaşmanın insanlara yaşattığı her ne varsa, aslında bireyselleşme tutkusunun, üzeri şekerli zehiridir.

Ama isterseniz bir duralım… Kim hayâtı boyunca en az bir defâ olsun, yalnız kalmak istememiştir? Eğer yalnız kalma tecrübesi olmasa, kendimize dâir bir farkındalık geliştirmek bile mümkün olmayabilirdi..Meselâ bizim tasavvufî hayatlarımız da dâhil olmak üzere, dünyâ mistisizmleri insanın hakikâte ulaşması için uzlet hâlini şart koşar. Uzleti olmayan mistik tecrübe yok gibidir. Hakikâte vasıl olmak için dünyâdan el ayak çekmek, diğerlerinden uzaklaşmak mistisizmin olmazsa olmazı gibidir. Hoş, kimileri bu tecrübeyi mutlaklaştırır, kimileri de-bizde olduğu üzere- bunu geçici ve sınırlı bir aşama olarak değerlendirir.

Moderniteye has gelişmeler ise insanları her nev’i târihsel bağlarından arındırdığı yazılır, söylenir. Evet Avrupa için bunun ağırlıklı olarak böyle olduğunu söyleyebiliriz. Sermâye birikiminin mülksüzleştirdiği, yerinden yurdundan söküp attığı; büyük kentlere savurduğu Avrupalı kitleler için durum budur. Ama, meselâ ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada gibi yeni yerleşim coğrafyalarında durumun bu kadar basit olmadığını söyleyebiliriz. Burada süreçler; unutmamak gerekir ki mülksüzleşme değil, mülklenme ile âlâkalıdır. Üstelik, yeni coğrafyalardaki tutunum süreçlerinde geleneksel cemaatlerin , âilelerin husûsen püritanların etkileri unutulmamalıdır. (Modern Amerikan tarzı muhafazakârlıkta âile vurgusunun kuvveti de bunun uzantısıdır). Tabiî ki , seyir tamâmen bu doğrultuda işlemeyecek; zaman içinde kaybetmişlerin gettoları oluşacak; büyük kentlerdeki kapitalist birikim ve örgütlenme süreçleri milyonlarca insanın canını yakacak , onları derin yalnızlıklara gömecektir. Meselâ New York biraz da bu olsa gerekir.

Modern zamanlarda yalnızlıkla başa gelme sanatlarının oluştuğunu düşünüyorum. Meselâ; ister negatif, ister pozitif karşılıklarıyla “özgürleşme” ile taçlanan, yaldızlanan bir “bireyselleşme” ideali, aslında yalnızlığın, rasyonalizasyonu,estetizasyonu ve meşrulaştırımı olarak gözükmüştür bana. Buna , kendisini başarmış insan (self-made man) ideali de eşlik eder. Bireyselleşmenin rasyonalizasyonunu, dâima romantizasyonu tâkip eder. İnsanın kendi kendisiyle başbaşa kalmasının , kendisinden ibâret bir dünyânın rakipsiz- başka nasıl olabilir ki-başrol oyuncusu veyâ kahramanı gibi hissetmesini sağladığını biliyoruz. Merhûm Attila İlhan’ın Yalnızlar Rıhtımı imgesi ne güzel oturur buna.

Zaman içinde bâzı ufak tefek dönüşümler olmadı değil. Meselâ bugün artık bireyselleşme özenci, kendisini başaran değil; sâdece başaran (know how) insanı esas alıyor. Dahası, özgürlüğün sorumluluk odaklı pozitif manâsının müzelik olduğunu, hattâ bireyleri birbirine karşı mesafelendirmek manâsına gelen negatif manâsının bile dönüşüp, müdahalesizlikle eşlendiğini görüyoruz.

Yalnızlığı rasyonalize ve romantize etmek sûretiyle telâfi etmeye adanan hayat stratejilerinin insanları yanılttığı artık çok âşikâr..Hepsi nâfile bir bencillikten başka bir şey değil. Nâfile diyorum; çünkü bencillikle elde edilecek çok şey olduğunu kabûl edebiliriz. Ama huzûr bunlardan birisi değil. Bunu biliyoruz. Bizi sosyalize ettiğini düşündüğümüz, yalnızlıktan kurtardığını düşündüğümüz şeylerde bile yalnızların kapalı senfonisini dinleyebiliriz. Jens Lien’in çarpıcı filmi “The Bothersome Man” filminde anlatılan da budur. İnsanlar aslında bir şeyi paylaşmıyor. Tatsız tutsuz, renksiz, kokusuz, plâstik, mekanik ilişkiler bizi sosyalleştiriyor. Nevzuhur “Sosyal sorumluluk projeleri “ bunu ne güzel de anlatıyor. Sosyalliğini kaybetmiş, bencillikten mustarip insanların keseleri birleştirip birilerinin gözüne sokarak “iyilikte” bulunmayı esas alan “proje”ler…Proje…Ne kadar plâstik bir kavram… Hayrat’ı beğenmiyor hazretler…

Hâsılı , yalnızlık ve sosyallik iki zıt alanı ifâde etmiyor. Sosyalliğimiz , yalnızlığımızın fonksiyonu.. Eee böyle bir dünyâya Yalnızlardan Sorumlu Bakanlık da yakışır doğrusu….Bize gelince; Allah’tan ve hiç değilse elimizde Bâsirî’nin şiiri var: Zen Merde, Civan Pire, Keman Tîrine muhtaç; Eczay-ı cihân cümle birbirine muhtaç…..

#Hayat
#Yalnızlık
#The Bothersome Man
#Sinema
6 yıl önce
Yalnızlardan sorumlu bakanlık
Arkadaşlık
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü