|

Açlık grevleriyle ne amaçlanıyor

Öldürülen insan canına karşılık, ölmek isteyen insan canının eş tutuluyor gibi gösterilmesi ve BDP'nin 'savunma' adına kullandığı ifadeler de 'terör' ve 'Kürt sorunu' konusundaki ayrışmayı yeniden birleştirme çabasından başka bir şey değildir.

Adem Palabıyık
00:00 - 17/11/2012 Cumartesi
Güncelleme: 22:50 - 16/11/2012 Cuma
Yeni Şafak
Açlık grevleriyle ne amaçlanıyor
Açlık grevleriyle ne amaçlanıyor

Açlık grevlerinin, 'terörle mücadele adına, Kürt siyasi hareketine karşı uygulanan insan haklarına ve demokratik ilkelere aykırı baskılar, ötekileştirme ve marjinalize etme politikaları ve nefret söylemleri grevcilerin bu direniş biçimini son çare olarak gördükleri bir ortam yaratmıştır' tarzında bir argümanla desteklenmesi oldukça şaşırtıcıdır. Çünkü bu eylem, terör ve Kürt sorunu konusunda bir ayrımı ortadan kaldırabilir. Sivillerin ölmesi, okulların yakılması, öğretmenlerin kaçırılması, ulaşım araçlarına yolculuk sırasındayken molotof atılması vb. eylemler de, bu grev sayesinde masumane bir hale büründürülüyor gibi anlaşılabilir. Öldürülen insan canına karşılık, ölmek isteyen insan canının eş tutuluyor gibi gösterilmesi, işin rengini değiştirmektedir. Siyasi mekanizmanın konuya dahil olması ve BDP'nin 'savunma' adına kullandığı ifadeler de, 'terör' ve Kürt sorunu' konusundaki ayrışmayı yeniden birleştirme çabasından başka bir şeye gönderme yapmamaktadır.

EYLEMLER BDP'NİN DE SONU

BDP farkında olmadan insanların kendisine karşı olan samimiyetini öldürmekte ve yerine, kendi inanış biçimini yerleştirmektedir ve bu durum aynı zaman da BDP'nin de yok olmasına vesile olmaktadır, çünkü kendi varoluşunu sorgulamadan attığı bu adım, Foucault'nun da belirttiği gibi katilin de ölümüdür. Foucault'da ölen insan, kendini Tanrı yerine bırakır 'öz'ünden feragat etmekte ve başka bir hayat biçimini seçmektedir, böylece de insani özelliklerini ortadan kaldırarak, Tanrısallaşma yoluna gitmekte, egemenliği kendi çeperiyle belirlemektedir. BDP'de kendi varoluşundan yola çıktığı ama kendisine inananların samimiyetini bir kenara bırakarak attığı bu adım da, 'öz'ün yerini alan 'samimiyeti' yok ederek, aslında neyi savunduğu konusunda belirgileşen soru işaretlerini de ortaya çıkarmaktadır. Pasif direnişe destek vermek ve daha doğrusu pasif direniş yapmak demokratik bir ülkede hukuki bir haktır, kimsenin buna bir itirazının olması da mümkün değildir lakin yukarıda belirtilen 'samimiyetin/özün' dikkate alınmayarak adımlar atılması, yapılan pasif eylemleri de sorgular hale getirmektedir. Gandhi, açlık grevini kendisi yapmış, kendi bedenini esir almış ve sonunda da silahsız mücadeleyle istediği amaca ulaşmıştır. Hiçbir zaman yanındaki ya da çevresindekilerini bu tür bir eylem biçimine zorlamamıştır. Hindistan'ın özgürlük mücadelesi için sürekli bir biçimde taraftar arayan ve düşüncelerini yaymaya çalışan Gandhi, açlık grevi gibi pasif eylem türünde aynı metodu kullanmamış ve davasının samimiyetini sorgulatmadan kendi bedeni üzerindeki tasavvur hakkını kullanmıştır.

Bugün BDP'nin yaptıklarına bakılacak olursa, yapılan desteğimsi ifadelerin işin samimiyeti ile yakından uzaktan alakalı olmadığı anlaşılabilir. Eğer, Abdullah Öcalan böyle bir karar alsa ve bunu uygulasaydı ve de BDP, Öcalan'ın bu durumunu hem Türkiye hem de dünya gündemine duyurmak için çaba harcasaydı, o zaman hiç kimse BDP'nin yaptığını eleştirme hakkına sahip olamazdı, çünkü BDP, kendi varlığını borçlu olduğu kişiyi savunma gayreti içerisinde olacaktır. Ama durum tamamen farklıdır, insanların öldürüldüğü bir ortamda, bu insanlık suçunu bile masum gösterme gayreti içerisinde olan bir çabanın desteklenmesi, BDP'yi de köşeye sıkıştırmaktadır.

Normalde, bazı ifadeleri kullanmak kişinin erbabını gösterir. Bunu bir misalle açıklarsak şöyle bir fıkra anlatabiliriz: 'Bir futbol amigosunu, camisi olan ama imamı olmayan bir köye imam yaparlar. Amigoluktan imamlığa terfi eden adam ilk cemaatle namazını kıldırmak için cemaatin önüne geçer ve namaza başlar. Fatiha suresini okurken sona yaklaşır ve 'veleddallin' der, cemaat ise geleneksel olarak hep birlikte 'amin' der. İmam biraz heyecanlanır ve cemaatin hep birlikte dediği 'amin'den etkilenir tekrar 'veleddalin' der. Cemaat yine hep bir ağızdan 'amin' der. Cemaatin sesinin yüksek çıkması imamı daha da heyecanlandırır ve tribünleri coşturduğu eski günleri gelir aklına, hemen yeniden ve daha canlı bir şekilde 'veleddallin' der, cemaat de daha sesli olarak amin deyince imam dayanamaz ve cemaate dönerek iki kolunu kaldırıp 'veleddalin' diye bağırarak namazını bozar. İşte amigodan imam ancak bu kadar olur. Sırrı Süreyya Önder de arkasındaki cemaati şimdilik iyi idare ediyor ama samimiyeti yavaş yavaş kaybettiğin farkına varınca namazının bozulması da yakındır…

Açlık grevinin üçüncü boyutu ise dini boyuttur. Dini boyutta ise referans alınacak kişi Müslümanlık adına Hz. Muhammed'tir. Peygamber (a.s.) hiçbir zaman böylesine bir eylem türünde bulunmamıştır. Bilakis peygamber, düşmanları tarafından açlığa maruz bırakılmıştır. Peygamberin günlük yaşamı da aslında günümüz gibi tıka basa yemek yemekle değil, adabında ve usulünde devam etmiş, Müslümanlar da her eylemde Hz. Muhammed'i örnek almışlardır. Şimdi devam eden açlık grevinin herhangi bir Müslümanlık derdi yoktur lakin Müslüman Kürtlerin eyleme destek verip vermediği de belli değildir.

İnsanlık adına tabi ki bir vicdan meselesi olarak yapılan grev karşısında her Müslüman'ın kalbi sızlamaktadır ama Hz. Muhammed'in böylesine bir eylemde bulunmuş olmaması, Müslümanların bu konuya mesafeli yaklaşmalarına sebep olacaktır. Bir anlamda Filistin de ya da diğer İslam ülkelerinde yapılan eylemlere destek olan Müslümanların, bu eyleme 'mazlum ya da adalet' kavramları perspektifinde bakması ve destek vermesi mümkündür lakin BDP'nin, bugüne kadar İslami açıdan Müslümanların başına gelen sıkıntılara yönelik şimdi yaptığı gibi bu kadar güçlü bir ses çıkarmaması, siyasi görsellik uğruna gerektiğinde Şeyh Said'i anma etkinliği düzenlemesi, sivil Cuma tertip etmesi, eylemlerinde boynunda Kur'an-ı Kerim asılı kişileri ön saflara çıkarması ve İslami meselelere mesafeli kalması, BDP'nin, dindarlar tarafından samimiyet sınavına tabi tutulmasına sebep olmaktadır. Zayıf bir çabayla sayın Altan Tan'ın, Salih Mirzabeyoğlu çıkışından başka hangi BDP milletvekili bu hususla alakalı tek bir söz söylemiştir? Eğer, Sırrı Süreyya Önder'in bir TV programında Mirzabeyoğlu ile alakalı ifadeler dile getirildiği ileri sürülecekse, sayın Önder'in söylediği sözlerin 2010 yılına ait olduğunu hatırlatmak isteriz, ki o yılda kendisi milletvekili değildir.

ÇÖZÜM SAMİMİYETTE

İktidarla ilgili tartışmalarda sorulan temel soru, hayatınız hakkındaki kararlarda sizin mi, yoksa başkalarının mı söz sahibi olduğuyla alakalıdır. İyi niyet, şiddetsizlik ve uzlaşma temelinde şekillenen sivil itaatsizlik, bu nitelikleriyle farklı bir politik felsefi akım olarak yorumlanabilir ama hasmane tutum, uzlaşmazlık ve samimiyetsizlikle şekillenen bir sivil itaatsizlik aynı sonuçları doğurmaz. Samimi olmadan inanılmayan bir düşünceyi savunuyor gibi görünmek, önce uyruk olmayı sonra insan olmayı gerektirir. Biz, bunun tam aksini iddia ediyoruz, önce insan sonra uyruk olmak… Martin Luther King'in 'bir düş kurarım ben hep. Bu düşte Georgia'nın kırmızı renkli tepelerinde, eski esirlerin oğulları ile eski esir sahiplerinin oğulları kardeşlik sofrasında bir arada otururlar' sözü yazdıklarımızın tümünün bir özeti sayılabilir. Allah'ın, ayetinde belirttiği gibi 'üstünlüğün takvada' olduğunu her zaman hatırlarsak, samimi olmanın önemini daha iyi anlamış oluruz. Günahtan nefret edelim ama günahkârlardan değil, çünkü onlar hala kazanılabilirler. Neden akıllı azınlığı dinlemiyorsunuz diye soranlara da şu cevabı verebiliriz: Eğer davanızda samimi olursanız ne İsa çarmıha gerilir ne de Luther aforoz edilir… Yeter ki samimi olun…

* Muş Alparslan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü.

11 yıl önce