|

‘Alınteri kitabımın ilk cümlesi’

SİLUET Benzeri âyinlerin tekrarıyla mümkündür Farkedebilmek’çinse yetke tek güzel emek

Yeni Şafak
04:00 - 9/12/2015 Çarşamba
Güncelleme: 19:35 - 8/12/2015 Salı
Yeni Şafak
ARİF AY


Bu beyitte dört anahtar sözcük var. Bunlardan biri siluet: Fransızca kökenli bir sözcük (Silhouette). Bir şeyin yalnız kenar çizgileriyle tek renk olarak beliren görüntüsü, gölge. Tam, net olmayan görüntü, karartı ya da karaltı.



Âyin: Farsça bir sözcük. Dini tören, merasim, âdet, usul, nizam, şekil, kanun, kaide. Tarikat ehlinin kendi aralarında belli bir usul ve düzene göre topluca icra ettikleri zikir, dini merasim, sema. (Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Prof. Dr. Süleyman Uludağ)


Yetke: Yaptırma veya yasak etme hakkı, gücü, sulta, otorite. Yeterliğine herkesi inandırarak bir kimsenin kendisine sağladığı itaat, otorite, velayet.



Bir bilimde, bir sanat türünde en başarılı ve yargılarına, görüşlerine güvenilir (kimse).


Emek: Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü. Çalışma hakkı, çalışma karşılığı, ücret. Çalışma, say, cehd. İnsanın bilinçli olarak belli bir amaca ulaşmak için giriştiği hem doğal ve toplumsal çevresini hem de kendisini değiştiren çalışma süreci, say. Uzun ve yorucu, özenli çalışma.



Bir şeyin tüm özellikleriyle ortaya çıkması, belirginleşmesi için o şeyin özüne ilişkin çalışmalara süreklilik kazandırılması gerekir. Dolayısıyla siluet halindeki şey ancak bu süreklilik sonucunda karartı olmaktan, belli belirsizlikten çıkar ve belirginleşir. Söz gelimi inancın belirginleşmesi, kurumsallaşması, hayatı düzenleyen bir yetkeye dönüşmesi, onun koyduğu kuralların davranışa ve yaşam biçimine dönüştürülmesiyle mümkündür. Bu açıdan emek kavramı bu beyitte hem bu cehdi hem de bir hakkı işaret eder.


Bilindiği gibi 60'lı 70'li yıllarda Türkiye'de Marksizm'i dünya görüşü olarak benimsenmiş yazarların ve şairlerin oluşturdu “toplumcu gerçekçi edebiyat” olarak adlandırılan bir edebiyat vardı. Bu edebiyatın düşünsel tabanını Marksizm'in temel kavramları biçimlendiriyordu. Gerçi düşünsellikten ziyade slogan boyutunda kalan bir biçimleniştir bu. Emek, işçi sınıfı, eşitlik, özgürlük, adalet, emperyalizm, sömürü, sermaye vs. bu yazarların ürünlerinde sıkça dile getirilen kavramlardı. O günün Türkiye'sinde çelişkilerle dolu bir edebiyattı toplumcu gerçekçi edebiyat. Söz gelimi sınıfsız bir toplum düzeninden dem vurulurken “işçi sınıfı” gibi bir sınıf oluşturmaları gibi.



'YALNIZ CAMİLERDE SAVUNULUR ALINTERİ'


1969'da Edebiyat dergisi çıkmaya başlayınca Marksistlerin kullandığı bı kavramların İslam'ın temel kavramları olduğu gerçeğinden hareketle başta Nuri Pakdil olmak üzere Edebiyat dergisinin tüm yazarları yazılarında, şiirlerinde bu kavramları sahih bir şekilde dile getirdiler. Bu durum Marksist çevrede şok etkisi yarattı ve gözler Edebiyat dergisi yazarlarına çevrildi. Gazetelerde, dergilerde karşılıklı, düzeyli tartışmalar yapıldı. Nuri Pakdil, bu tartışmaların en nazik, en ikna edici, karşı tarafı konu üzerinde düşündürücü üslubuyla öne çıkan ismiydi. 1970'lerde daha çok Marksistlerin kullandığı emek, alın teri gibi kavramlara Nuri Pakdil Kur'anî dayanaklarla sahip çıktı ve onları manevi içerikleriyle yeniden gündeme taşıdı. “Yalnız camilerde savunulur alınteri ve emek ve tüm ezilmişlerin hakları” diyerek. “Kapitalist ülkelerde, Marksist ülkelerde kızıla kayan, siyaha çalan ülkelerde, 1969 milat yılında, insan sömürülmekte, insan kendi ruhuna ve onun bütün belirtilerine yabancılaştırılmakta. İnsana işkence edilmekte, Tanrı'nın başlangıçta kutsadığı alınteri ve emek çiğnenmektedir.” diyen Nuri Pakdil “Rahman” şiirinde bunu daha da belirginleştirerek şöyle der:


Alınteri kitabımın ilk cümlesi


burcuva ayağa kalk


güneyde kuzeyde doğuda batıda


yargılıyorum seni


Ona göre yeryüzünde bir damla alınterinden daha güçlü bir silah yoktur. Bu, Kur'ân'a ödünsüz inanmanın bir gereğidir. “Kutsal kitapta övülen alınteridir, emektir. İnsan emeğinin karşılığından daha güzel bir şey yememiştir.” der. Buradan hareketle o, “militan”ı da şöyle betimler:


Mülkiyeti yakan


Kökleri kalbe takan


Nuri Pakdil “emek” kavramı kadar “mülkiyet” kavramı üzerinde de çok durur: “Mülkiyet”in, özellikle “kirli mülkiyet”in eşitsizliğin temeli olduğu gerçeğinden hareketle bu kavramın insanı Tanrı'dan uzaklaştırdığına vurgu yapar:


“Ademoğlu! Gereksinim duyduğun bütün güç, bütün kuvvet, bütün kudret, ancak emeğin asil cevherindedir.” dedikten sonra: “Mülkiyetin erimesi gibi… İnsanların Tanrı'yı düşünecekleri bir zaman gelecekmiş gibi…” der ve bir özlemini dile getirir: “Kirli mülkiyetin insanı yanıltmasının önüne hızla geçmek şart.”


Nuri Pakdil'in, Kasım 1971'de Edebiyat'ta yayımlanan “Lâm” adlı şiirinden bir bölüm:


Alınteriyle işçinin


Yürürlüğe girer hak


Asyaların hakkını


Doğunun hakkını


Batının hakkını


Akın hakkını, karanın hakkını


Doğanın hakkını, ölenin hakkını


Aradığında


Eski defterleri açtığında


Ey/eylem/kalem/benim/kalem


O, şöyle bir dünya düşler:


“Bu yeni evrensel dünyada da tek buyurgan güç, ak güç; emek, alınteri olmayacak mıydı? Tüm kara siyasa, cânîler, soyguncular, istifçiler, işçi düşmanları, emek düşmanları, üzerine hindi gibi kuruldukları mülkiyetlerinin hesabını bir bir vermiyecekler mi? Gökyüzünden yeryüzüne, sürekli bir mavilik akmayacak mıydı? Dünyaya barış, kardeşlik gelmeyecek miydi? Emeğin, alınterinin, dinsel, evrensel gücü, bir kez daha, yeryüzünde somut bir 'devlet' gibi hissedilmeyecek miydi? Emeğin, alınterinin dinsel, evrensel birliği kurulmayacak mıydı? İnsanın değeri, yalnızca emeğiyle, alınteriyle ölçülmeyecek miydi?”



HAKSIZLIĞA GÖZ YUMAMAZ


Nuri Pakdil, 'iğne deliğinden geçecek kadar bir haksızlığa' bile göz yummaz. O, dini hassasiyetlerin yoğunluklu olarak yaşatıldığı bir ailede büyür. Annesi de babası da Arapça bilir ve Kur'an'ı anlamını bilerek okurlar. Dolayısıyla Nuri Pakdil, ilk dini algıyı ve yaşayışı ailesinden aldığı eğitimle idrak eder ve duyarlılığını gittikçe arttırarak bir yazarlık misyonuyla edebiyata taşır. O, bu duyarlılığını ve bilincini yazarlığın asli, sahih, aynı zamanda tek unsuru olarak görür.



Şerh etmeye çalıştığımız beyitin özünü bu duyarlılığın oluşturduğunu söyleyebiliriz.


İslam'ın topluma, kamuya açılan kapısının anahtarı “emek”tir. Ne yazık ki günümüzde bu kapı hep kapalı tutulduğu için, din birtakım kişisel ritüellerden, ayinlerden öteye geçmiyor. Yedinci yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da insanlığı zulümden ve bu zulmün karanlığından kurtaracak olan tek din İslam'dır. Her çağda olduğu gibi bu çağda da onun ışığına, adaletine, bereketine, şefkatine muhtacız.



İnsanlarda vicdanı harekete geçirecek tek yetke “emek”tir. Emeğin göz ardı edildiği her yerde kazançlar da kirlidir. Bakınız ne der İbn Haldun Mukaddime'sinde: “Kazancın değeri, insan emeğinin kıymetinden ibarettir.”


Sözü Nuri Pakdil'le bağlayalım: “Her şey eksilebilirdi insanlarda; ama vicdan asla! Bütün karanlıklarda ışığımızdı: “Hak-Alınteri-Emek.”


(*) Osmanlı Simitçiler Kasidesi Şerhi (3)






#Osmanlı Simitçiler Kasidesi Şerhi
#nuri pakdil
#Silhouette
8 yıl önce