|

Ayasofya Osmanlı’nın göz bebeğiydi

Ayasofya’nın tarihi üzerine bir kitap kaleme alan Sedat Bornovalı, defnedilen padişahlar, vakfedilen kütüphane, imaret ve bugüne değin süren vakıf müessesesiyle Ayasofya’nın çağa uydurulması ve sürekliliğinin sağlanması açısından Osmanlı katkılarının ilk anda gözlemlenenin çok ötesinde olduğu söylüyor.

Halil Solak
04:00 - 12/04/2020 Pazar
Güncelleme: 22:14 - 11/04/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
Ayasofya
Ayasofya

Dr. Sedat Bornovalı üniversite hocalığının yanı sıra, devlet başkanlarından dinî liderlere değin çok geniş bir kitleye ülkemizi tanıtan bir turist rehberi. Şu an İstanbul Rehberler Odası Başkanı olarak görev yapan Bornovalı ile son kitabı “Tarihin En Uzun Şiiri: Ayasofya”dan yola çıkarak dünyanın en özel tarihî yapısını ve kendisinin Ayasofya hatıralarını konuştuk.

Tarihin En Uzun Şiiri: Ayasofya’nın başında, geçmişten bugüne “Ayasofya’yı yazma tutkusu”ndan bahsediyorsunuz? Sizin Ayasofya tutkunuzun hikâyesiyle başlayalım mı?

Ayasofya tutkum aslında şansımın sonucu. İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. Bu özel şehirde, belki de dünyanın en özel yapısı zihnime nakşedilmiş bir halde yaşadım. Hem Kadıköy’den Karaköy’e İtalyan Lisesi’ne giderken hem de Boğaziçi Üniversitesi’ne giderken vapurda her gün karşımdaydı. İstanbul Üniversitesi’nden yine vapura inerken yanı başımdaydı. Böylesi özel bir yapı insanın yaşamının merkezinde olursa ona kayıtsız kalmaya da kuşkusuz olanak yok. Prof. Semavi Eyice ve Prof. Metin Ahunbay’ın büyük emeği geçen son dönem öğrencileri arasındayım.

AYASOFYA BAŞLIĞI ALTINDA DERS VARDI
Onların talebesi olup Ayasofya tutkusuna kapılmamak zaten mümkün değil.

Kesinlikle. Metin Hoca’nın İTÜ’de doktora programında Ayasofya adında bir dersi bile vardı. Sadece Ayasofya üzerine bir doktora dersi bu konudaki en büyük şanslarımdan biri olmuştu. Ama insan okulunu bile okusa bir kerede veya bir ömürde kavranabilecek bir eser değil. Her defasında baştan ve farklı açılardan yenilenen bir tutku haline geliyor Ayasofya.

İlk ne zaman gittiniz peki? Hissiyatınızı hatırlıyor musunuz?

İlkokuldayken gitmiştim. Gayet iyi hatırlıyorum. En çok büyük kubbeden değil de mozaiklerden etkilenmiştim. O yaşta çok eski ile çok çok eski şeyler arasındaki ayrım net olmasa gerek. O nedenle hacim ve ifade açısından Süleymaniye’den daha çarpıcı görünmemişti sanırım. Aradaki bin yıllık farkı hesaplamama ve uzun bir sürecin ürünlerini değerlendirmeme olanak yoktu. Elişi dersinde kâğıtlarla yaptığımız mozaiklerden başka mozaik görmemişken cam ve taş malzemenin böylesine renkli bir dünya oluşturması çok şaşırtmıştı. Çok yoğun turist akınını da hatırlıyorum. Pek de bir şey anlamadan geziyorlar gibi gelmişti. Kendimde bu başı boşluğu olağan karşılarken yetişkinlerin sürekli birbirine sormasını garipsemiştim. Belki de o gün bilinç altımda rehber olmaya karar vermişimdir.

PAPAYA AYASOFYA’YI GEZDİRDİM
Ayasofya’nın rehberlik kariyerinizde de önemli bir yeri var. Çünkü 2006’da Papa XVI. Benedictus’a Ayasofya gezisinde eşlik ettiniz. Nasıl bir duyguydu?

Kuşkusuz tanımlanması zor bir duygu. İnsan sadece kendi bildiği yaşadığı diğer hislerle kıyaslama yoluyla tasvirler yapabiliyor. Kimsenin yaşamadığı bir duyguyu dile getirmek de aktarmak da hiç kolay değil.

Nasıl dahil olmuştunuz Papa’nın gezisine?

Dönemin Ayasofya müdürü ve ne yazık ki çok beklenmedik şekilde, kısa süre önce kaybettiğimiz Prof. Haluk Dursun’un teveccühüyle bu göreve layık görülmüştüm. Layık olduğumu bunca yıl sonra hala düşünmüyorum ama tabii büyük bir fırsat büyük bir lütuf olarak değerlendiriyorum. İtimat eden herkes için yüz akı olabilmek dışında bir kaygım olmadığını hatırlıyorum. Diğer yandan bir milyar insanın hayalinde olan, ruhani önderleriyle bir araya gelme duygusu kendimi onların yerine koyup algılayamayacağım bir his.

KATOLİK TURİSTLER AĞLIYORDU
Nasıl tepkiler aldınız gezi sonrası?

Öncesinde gezdirmiş olduğum Katolik turistlerin belki de yüzlercesi telefonla aradı, birçoğu da konuşurken gözyaşlarına hâkim olamadı. Vatikan yetkililerinin “yapılan anlatımla Ayasofya’ya hayranlığının daha da arttığı” beyanı sanırım alabileceğim en büyük ödüllerden bir tanesi. Ancak, ifade ettiğim gibi, zaten görevin bahşedilmesiyle ödülümü çoktan almıştım. Papanın elinden aldığım hatıra madalyonu ve görevim bittiğinde hemen uğurlayıp yanından ayrılmam yerine sohbete devam ederek taltif etmesi de o gün gerçekliğinden emin olamadığım, sadece televizyondan tekrar izleyince ikna olduğum bir keyifli hatıra.

MİMARİ KATKILAR YAPIYA VERİLEN EN BÜYÜK DESTEK
Ayasofya’yı Osmanlılar nasıl algılamış, ona yaptığı mimari katkılar ne düzeyde?

Ayasofya Osmanlı’nın göz bebeğiydi. Osmanlı’nın mimari katkıları zaten bugünü görmesini sağlayan en büyük destektir. Batılı gezginlerin çizimlerinde de yer alan görkemli payandalardan tutunuz Sultan Abdülmecit devrinde Fossati restorasyonunun organize edilmesiyle 1894 depreminin getirebileceği muhtemel tahribatın peşinen önlenmesine değin ana yapının korunmasını hep bunlara borçluyuz. Yine aslen payanda görevini aksatmayan ancak yapının dış görüntüsünü tamamlayan iki Mimar Sinan minaresini de bunlara eklemeliyiz. Ancak hatırlamamız gereken şey mimari açıdan ufak birimler gibi görünseler de Ayasofya’nın işlevini ve merkezliğini sürekli kılan katkıların da zenginliğidir. Burada defnedilen Padişahlar, vakfedilen kütüphane, ayrıca hem mensuplarına hem de diğer ihtiyaç sahipleri için eklenen imaret, bugüne değin süren kurumsal bir vakıf müessesesi bir araya getirildiğinde Ayasofya’nın çağa uydurulması ve sürekliliğinin sağlanması açısından Osmanlı katkılarının ilk anda gözlemlenenin çok ötesinde olduğu fark edilir. Eski, büyük, güzel bir yapıyı gerektiğinde tamir ederek ayakta tutmaya çalışmanın çok ötesine geçmiş bir bütünlük söz konusu.

AYASOFYA REFERANS NOKTASI OLDU
  • Ayasofya’da bütün mekân hissi büyük bir kubbenin etrafında şekilleniyor. Kubbenin çapı döneminin iddialı inşaatları içinde de epey zorlayıcı. Mimar Sinan’ın Ayasofya’yı geçmek istediği iddiasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kubbe tutkusu, büyük kubbe arzusu Ayasofya’dan çok daha erken dönemlerden itibaren kendini gösteriyor. Burada ise artık oturduğu tabanın dairesel olmasından tümüyle bağımsız hale geliyor ve farklı bir geometrik şeklin üzerinin kubbe ve türevlerinin bir araya getirilmesiyle örtülmesi lüksüne ulaşılıyor. Sinan’ın bu çözümü geliştirmeye yöneldiği son derece belirgin. Boyut, benzeri anıtsallığı elde etmek için gerekli unsurlardan sadece bir tanesi ve boyuta da yönelmek bu çabanın doğal sonucu. Sinan’ın sadece büyük boyut gayretinde olması düşünülemez. Büyüklük tasarımda etkinin sadece bir unsuru. Tüm imparatorluk sathında altyapı hizmetleri de sunması gereken bir mimarın başlıca önceliğinin muhtemelen kaynakların en verimli kullanımına da yoğunlaşıyordu. Ayasofya mutlaka bir referans noktası oluşturmuştur ancak rasyonel olmayan bir yarışa girilmediği kanaatindeyim.

Taşlardaki asırlık “Grafiti”ler


Ayasofya’daki çok sayıda taş üzerinde bazı işaretler ve yazılar var. Bunlara dair bilgimiz var mı?

Birçoğu hakkında bilgimiz var. Bazı işaretler daha inşaatın ilk aşamalarına ait. Hangi ekibin hangi görevi yaptığını belgeliyorlar. Bu açıdan çok kıymetli olduklarını söyleyebiliriz. İtalyan araştırmacıların başkanlığında bir ekip yıllar süren bir çalışmayla bunların hemen hepsini tespit etti. İskandinav kültür dünyasına ait hatlar taşıyan gemilerin resimleri de başka bir araştırmanın konusu oldu. Bunların dışında restorasyonlar sırasında gerekli olduğu için bırakılan ölçüm vb işaretleri var ki yapının gördüğü müdahaleleri takip edebilmemiz açısından büyük değer taşıyorlar. Hepsinin kolay algılanamıyor ve çözümlenemiyor olması da her Ayasofya gezisinin yeni bir keşif, yeni bir zenginlik olmasına katkı sağlıyor.

İLK İKİ AYASOFYA AYAKLANMALARLA TAHRİP OLDU


  • Bugünkü Ayasofya’nın en az üçüncü Ayasofya olduğunu söylüyorsunuz. Bu çok biliniyor. Kısaca bu serüvenden bahseder misiniz?
  • Çok bilinmiyor çünkü somut kalıntılar çok kısıtlı. İlk iki yapı da halk ayaklanmalarıyla tümden tahrip olmuş. İlki sadece yazılı kaynaklarda yaşıyor diyebiliriz. İlk yapıyla ilgili olarak kitapta aktarabildiğimiz somut bir tek görsel tanıklık bulunuyor. İkinci Ayasofya ise 1935 kazılarıyla hayli fikir verecek şekilde bahçede yer alıyor ama genel siluette yeri olmadığından gönülden uzak kalıyor. Apar topar içeri girerken de bugünkü yapının gölgesinde ihmal ediliyor. Oysa mimari gelişimi anlamak için bu kalıntıları kavramak ve hatta yeni arkeolojik kazılarla zenginleştirerek sunacağı verileri arttırmak çok önemli.
#Ayasofya
#Turist
#Taş
#Grafiti
4 yıl önce