Yakın tarihin izini gazete, dergi ve hatıratlardan süren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı Anabilimdalı Başkanı Prof. Dr. Ali Şükrü Çoruk ile yeni çıkan 2 kitabından yola çıkarak yakın tarihi ve İstanbul yazarlığını konuştuk.
Bir kere özellikle eski yazı gazete ve dergilerin tarih açısından çok önemli kaynaklar olduğunu düşünüyorum. Geçmişte olup bitmiş her şeyi arşiv kaynaklarından takip etmek mümkün değil. Arşiv, adı üzerinde devleti ilgilendiren meselelerin kayıt altına alınması. Hayat sadece devletten ibaret değil ki… Geçmişte yaşanmış pek çok olayın bir de sosyal boyutu var. Bu boyutu en iyi takip edeceğimiz, izini süreceğimiz kaynakların başındaysa hatıratlar, gazete ve dergiler geliyor. Tabiî bütün bunları bir mukayese fikri ve eleştirel bakış açısıyla değerlendirmek gerekiyor. Mesela Osmanlı hanedanının Millî Mücadele'ye yaptığı malî yardımlar dönemin gazetelerinde yer alırken Cumhuriyet sonrası yazılan tarih kitaplarında ve araştırmalarında bu konudan söz edilmemiş. Bu olay bile gazetelerin tarih araştırmaları için ne kadar önemli olduğunu tek başına gösteriyor.
Mizah ve hiciv, tabiatı itibarıyla bir eleştiri tarzı. Özellikle savaş sırasında her yerde bu eleştiri tarzı düşmanı küçük ve güçsüz göstererek halka moral vermek amacıyla kullanılıyor. Savaş için cephe gerisindeki halkın desteğini sağlamak önemli olduğu için devletler propaganda silahını büyük ölçüde mizah ve hiciv üzerinden kullanıyorlar.
Elbette İstanbul'da yaşayan herkeste var olduğuna inandığım sebepler beni bu konuda çalışmaya sevk etti. Kültür, medeniyet ve tarih duyarlılığı olan, üstelik eli kalem tutan birinin İstanbul'a duyarsız ve kayıtsız kalması mümkün değil. İster istemez bir şekilde şehrin tarihi, mazisi, buradan gelip geçmiş şahsiyetler Tanpınar'ın dediği gibi “vakti geldiğinde” sizin karşınıza çıkıyor ve kendi dünyasına davet edip size “biz hâlâ yaşıyoruz” mesajını veriyorlar.
Sözünü ettiğiniz şahsiyetler İstanbul denince okunması gereken yazarlar. Çünkü yazarlıklarını İstanbul'a borçlular. Bununla beraber eski İstanbul'u anlattıkları için bizler de onlara çok şey borçluyuz. Bir ara doksanlı yıllarda Mustafa Kutlu şehir izlenimlerini tıpkı Ahmet Rasim gibi “Şehir Mektupları” başlığıyla gazete yazıları şeklinde yayınlamıştı. Daha sonra bunları kitap haline getirdi. Bugün kalemini sadece İstanbul'a hasreden bir yazar yok... Kim bilir belki de gazete ve dergi yöneticileri bu konuya hoş bakmıyordur. Ancak okuyucu olarak eksikliğini hissettiğimiz bir gerçek.
Pek çok şey de olduğu gibi modernleşme konusunda da yaşadığımız değişimi takip edebileceğimiz şehir İstanbul'dur. Bir defa devletin başkenti olduğu için doğal olarak modernleşmenin pilot şehridir. Modernleşme devlet merkezli bir süreç olduğu için önce sarayda başlamış daha sonra yavaş yavaş halka inmiştir. Halk her zaman yöneticilerini takip ettiği için modernleşme konusunda gözü hep yukarılarda olmuştur. Yani yöneticilerin bu süreci nasıl algıladığına ve yaşadığına bakmış, kendi pozisyonunu ona göre ayarlamıştır. Bundan dolayı Tanzimat sonrasında toplumda ortaya çıkan aşırı batıcı, alafranga tipin ilk örneklerine devletin üst kesimlerinde rastlamamız boşuna değil. Yanlış batılılaşma dediğimiz şey sadece halk üzerinden okunacak bir olgu değil. Meseleye halktan ziyade devlet üzerinden yaklaşmak gerekir. Öyle ki alafrangalık konusunda Felatun ve Bihruz Beylere rahmet okutacak o kadar isim var ki… Devlet yaparsa doğru, halk yaparsa yanlış! Buna kimseyi inandıramazsınız.
• • •
Osmanlının
Son Yılları
Ali Şükrü Çoruk
Kitabevi Yayınları
2016
203 sayfa
• • •
İstanbul Yazıları
Ali Şükrü Çoruk
Kitabevi Yayınları
2016
189 sayfa