İki kız kardeş, 1974'te babaları Osman Naim Osmanoğlu 'yla ilk Türkiye'ye geldiklerinde dedeleri II. Abdülhamid'in son zamanlarında kaldığı Beylerbeyi Sarayı'nı ziyaret etmişler. Yıllar sonra ikinci kez birlikte gezen kardeşler, yatak odasında epey vakit geçirip duygusal anlar yaşadı.
Abdülhamit, Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. padişahı. 33 yıl padişahlık yaptıktan sonra 27 Nisan 1909'da tahttan indirildi. 3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulduktan sonra 1912'de İstanbul'daki Beylerbeyi Sarayı'na getirildi. 1918'de İstanbul'da vefat etti. II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan soyundan gelen Osman Nami Osmanoğlu ve ailenin diğer üyeleri Fransa'ya sürgüne gönderildi. Uzun yıllar sürgün hayatı yaşayan Osman Nami Osmanoğlu, 1974'te çocuklarıyla Türkiye'ye döndü. Tarihte muhalifleri tarafından 'Kızıl Sultan' denilen II. Abdülhamid'in torunları Ayşe Adile ve Ayten Sofia Nami Osmanoğlu Türkiye'de yaşıyor. İki kızkardeşle II. Abdülhamid'in vefat ettiği Beylerbeyi Sarayı'nda buluşup hikayelerini dinledik...
Adile: Babam, Paris'te Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa'nın torunu Ayşe Adile ile evleniyor. Sonra Tunus'a gidiyorlar, ben orada doğuyorum. Ancak annem doğumda vefat ediyor. Babam, iki ablam ve benimle yaşamını sürdürürken ikinci evliliğini yapıyor ve Paris'e dönüyoruz. O evlilikten iki çocuğu daha oluyor. Yani benim iki annem oldu; biri doğurdu, diğeri büyüttü. İkinci annem ise iyi bir Alman aileye mensuptu.
Sofia: Fransa'da her zaman babamın kim olduğu biliniyordu. Ona göre bize hürmet ediyorlardı. Sultan Abdülhamit'le ilgili yazılan kitaplar pozitif ve negatif olanlar da var, ancak hiçbir zaman kalkıp babamın yanına gelip 'Senin baban kötü bir padişahtır' demediler. Saygıdan dolayı kötü bir şey demezlerdi. Babamın ve annemin anlattıklarından biliyorum protokolde her zaman yerleri olan insanlardı. Fransa sürgün olduğumuz dönemde bize sahip çıktı. Yurt dışına çıktığımızda hepimiz vatansızdık. Hüviyetimiz yoktu. Orada vatandaşlık verildi.
Adile: Mesela bir masa düzeni vardı ve babam her zaman layık olduğu yerde otururdu. Her ne kadar sürgün bir aile olsak da asla sürgün muamelesi görmemiştir.
Sofia: Babam Türkiye'den sürgün edildiğinde beş yaşındaymış. Paris'te eğitim aldı. Yaşadıklarını hep anlatırdı. İkinci Dünya Savaşı döneminde ve diğer zamanlarda Paris'te yaşayan aile fertleriyle bütünleşme olurdu. Her zaman Ayşe Sultan'ın evinde toplanılırdı. Babam Türkçe bilirdi, fakat biz sonradan öğrendik. Her zaman etrafta kim oldukları biliniyordu. Her zaman o saygıyı görmüşlerdir.
Adile: Bu yüzden yardım da gördüler. Her ne kadar kendi ülkeleri olmasa da bir kolaylaştırma olmuş. Babam her zaman Türkiye'ye birincil önem verdi ama Fransa'yı da ikinci vatanı olarak görüyordu. Eğitim sistemi, düşünce tarzı, yaşamı Fransa'da şekillendi.
Adile: Hayır, çünkü bize yeni bir hayat vermek istiyordu. Türkiye'ye dönüp dönmeyeceğimiz belli değildi o yüzden Fransa'ya uyum sağlayalım diye uğraştı. Çünkü insanlar bulundukları yerde uyum sağlamak mecburiyetindeler. Bize onu öğrettiler. Her şeyi kendimiz üstlendik. Çünkü onlar sıfırlanmanın ne demek olduğunu biliyorlardı. Bize de 'Siz her şeyi yapmayı bilin ondan sonra yönlendirin' istediler.
Sofia: Artık saltanat bitti. Bu gerçekle büyüdük. Ona göre eğitim aldık Hiçbir zaman siz 2. Abdülhamit'in torunusunuz diye yetiştirmedi bizi. Biz Nami Osmanoğlu'nun çocuklarıydık.
Adile: Ona 'bu kadar savaşmaya değer miydi?' diye sorardım. Türkiye'nin geleceğini düşünerek ailesini yeterince koruyamadığını söylerdim. 'Dünyaya bir daha gelebilsen normal vatandaş olarak gel ve bende seni büyükdede gibi seveyim' demek isterdim. Bizim dışlandığımızı gören dedemin 'ben ne yaptım ki Türkiye bu hale geldi?' diye bugün mezarında azap çektiğini düşünüyorum. Atatürk için de aynı şeyi düşünüyorum.
Adile: Haberdardık. Dikkatli davranmamız hususunda uyarılıyorduk. Geçmişimizi hiç inkâr etmedik, aksine ona sahip çıkarak birey olduk. Herkes gibi davranmamız imkânsızdı. Örnek insanlar olmamız gerekiyordu.
Adile: Hayır. Bu doğalında böyleydi.
Sofia: Reşit olduktan sonra…
Adile: Babam Türkiye'ye getirmeden önce bazı şeyleri anlatmak durumunda kaldı. Fransa'daki yaşantımızı geri bırakacağımız ve yeni bir hayata başlayacağımıza dair, kendi köklerimizin ülkede daha da zor olacağını bize anlatmıştı zaten.
Adile: Yok aslında çok da iyi bilmiyorduk. Sonradan geldiğimizde gördük. Her yerde başka bir problemle karşılaştık. Okulda, sosyal yaşamda… Kültür farkı oldu, yaşam standartlarınızda farklılık oluyor.
Sofia: Babamın hiçbir zaman büyükbabasıyla ilgili çok fazla konuşmazdı. Bir defa evde büyük bir hüzün vardı. Bu aile ülkesinden dışarı sürgün edildi. Bunların hepsi altı ve yedi ay sonra Türkiye'ye döneriz ümidiyle gittiler. Kimse uzun süre orada kalacaklarını düşünmedi. O ailenin içinde İstanbul'da daha önce nasıl yaşanıyorsa aynı şekilde Paris'te yaşadık. Babam bunu herhalde annesi nedeniyle yaşadı. Bunun zorluğunu da görmüştür. Bize bu şekilde sunmak istemedi. O dönemde fazla bu konuyla ilgili konuşulmazdı. Daha sonra bilinçli yaşlara geldiğimizde sorular sorduğumuzda babam cevapladı.
Adile: Ben kızgınım…
Sofia: Tam tersi bu konular her zaman ailenin içinde kalır. Reşat, Vahdettin'in, Murat'ın torunları hakkında kötü bir laf söylediğini hiç duymadım. Hiç unutmam ben babama bir kere sormuştum: 'Sultan Vahdettin İstanbul'u terk ettiği zaman hain bir padişah mıydı?' dediğimde babam 'Hayır yapması gerekeni yaptı' dedi.
Sofia: Çok gurur verici… Ancak bunun bir sorumluluğu var.
Adile: Hep dikkatli olmanız gerekiyor. Bir kartvizit taşıyorsunuz. Kendinizi değil geçmişi taşıyorsunuz. Yaşam standardınız da ona göre olmalı. Aksi halde yok oluyorsunuz. Aslında Türkiye bunu anlasa çok farklı. Herkes bir insan. Ama imaj çok önemli. Bir padişah torunu olmak başka bir şey. Bunun sistemi olması lazım. Kamuoyunda tanınması gerekiyor.
Adile: İlk geldiğimizde İstanbul şimdiki kadar kalabalık değildi çok güzeldi. Denize rahatlıkla girebiliyordunuz. İnsanlar çok güzeldi. İstanbul'a çok küçük yaşta geldim ve bana her şey çok güzel geliyordu. Türklerin en büyük özelliklerinden birisi bir yabancı geldiğinde en güzel taraflarını göstermesidir. Bu da sonra hayal kırıklıkları doğuruyor. Ben Türklerin misafirperverliğini sevmiyorum. Bu işin içinde bir anormallik var. Abartılı olmak yerine oldukları gibi olsalar hiçbir sıkıntı olmaz. Düşünüyorum da sanırım ben Fransız kafalıyım.
Sofia: Eski aileler ve onların örf ve adetleri vardı, bir yere gitmek daha kolaydı. Trafik yoktu.
Sofia: Aile bağları çok kuvvetliydi.
Adile: Bence çok iyi bir stratejist ve iyi bir babaydı. Babalığını, sorumluk duygusunu, iyi taşıyan bir kişi olarak görüyorum. Çok adil, ne istediğini bilen net bir baba.
Adile: Evet, yedi hafta önce dedem rüyama girdi. Belki şuuraltımdan kaynaklanıyordur. Ben bütün padişahların portrelerinin serisini yapmıştım. Bir buçuk sene bir konu üzerinde odaklandım. Bu sebepten etkilenmiş ve bilinçaltım bana bu rüyaları göstermiş olabilir. Rüyamda: Osmangazi, Fatih Sultan Mehmet ve Sultan Abdülhamit dördü aynı masada oturuyorlar. Osmangazi ayağa kalkıyor masaya bir leblebi atıyor ve 'Bakın ben bu leblebinden bir imparatorluk kurdum. Fatih büyüttü, Abdülhamit elinde tuttu ama ondan sonra dönüp biz hakkımızı helal etmiyoruz. Çünkü torunlarımızın halini kabul etmiyorum' diyor. Ben bu rüyadan çok etkilendim.
Adile: Mesela babaannemize sorular sorardık. Aile toplantılarına kimin geldiğini, sünnetlerin nasıl olduğunu, Abdülhamit'in kedisi var mıydı gibi sorular sorardık. Eğitimin üstünde çok durulurdu. Genelde evde bunlardan bahsedilirdi…
Adile: Evet sorduk, fakat bilinçliydik zaten nereden kaynaklandığını biliyorduk. Zaten olaylar 1915 ve 1909 yılında indirilen bir padişah Kızıl Sultan olamazdı. Bunlar dış etkilerdi.
Sofia: İstanbul'a ilk geldiğimizde insanlar bizi dışladı.
Adile: Bir taraf bize hürmet gösterirken diğer taraf istemiyordu. Biz bunu çok yaşadık. Türkiye'de Abdülhamithan'ın torunu olmak iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey miydi bunu anlamamıştık.
Adile: Hayır. Mecbur kalmadıkça söylemiyorduk. Çünkü bize çok farklı muamele ediliyordu. Herkes hoş karşılamıyordu.
Sofia: Fransa'da kimsenin sizin tarihinizden haberleri yok. Size soru soruyorlar ve özel muamele ediyorlar. Fakat Türkiye'de bazı yerlerde saygı duyuluyor bazı yerlerde de hain torunu olarak adlandırılıyorsunuz. Birden bire ne olduğunuzu şaşırıyorsunuz. Düşünceleriniz allak bullak oluyor.
Adile: Benim çocuklarım mevzu etmemi istemiyorlar. 'Bize zarar getiriyor' diyorlar. Herkesin olmayabilir ama bir çoğunun çocuğu böyle.
Sofia: Benim çocuklarım öyle düşünmüyor.
Sofia: Bugün eskisinden daha çok saygı görüyoruz elbette. Fakat ekstra bir muamele yok. Öyle bir şey de beklemiyoruz. İnsanlar tarihleri hakkında bilgi edinmek istiyorlar. Sultan Abdülhamit'in mühürlerini Topkapı Sarayı teslim töreninde epey katılım olmuştu. Bize ilgi gösterdiler. Şaşırmıştım.
Adile: Bence 1974'te nasılsa bugün de öyle. Sevenler ve sevmeyenler değişmedi bence. Bizi gerçekten sevip sevmediklerini şahsen anlayamıyorum.
Sofia: Ben kendimi normal bir insan olarak görüyorum. Sadece saygı duyulsun isterim o kadar.
Adile: Ben o kadar mütevazı değilim (gülümsüyor). Açıkçası hürmet gösterilsin isterim.
Adile: Sultan Abdülhamid'in verasetnamesi hala açılmadı. Abdülhamit Han'dan bahsederken aslında siz onu saymıyorsunuz. Çünkü açılmamış bir verasetname var ortada hangi insandan bahsediyorsunuz? Bizim haklarımızı ve hayatımızın devamını hiç mi düşünmediniz? Bize Türkiye'den hiçbir yardım gelmedi. Bunu sadece bir kişi yaptı o da Adnan Menderes. Adnan Menderes Ayşe Sultan'a maddi destekte bulunmuş. Celal Bayar'la kavga etmiş. 'Siz hanımları bu şekilde bırakamazsınız' demiş. Ruhu şad olsun. Adnan Menderes'e ve ailesine binlerce teşekkür ediyorum.
Sofia: Türkiye'den ayrılan başka ülkede belli bir hayata başlamış olan kadınların işi daha kolaydı. Oradaki erkeklerle evlenebildiler. Zamanında bu insanlar maddi bir yardım yapılsaydı çok iyi olurdu. Benim böyle bir para ihtiyacım olmadı ama olabilirdi. Birçoğu sefalet içinde öldü.
Adile: Biz görmedik ama büyük ablam gördü. Meksika'da yaşayan büyük ablamız Mediha'nın kendisiyle çekilmiş fotoğrafları var. Ayşe Sultan'ın ölmesi Menderes'in asılmasıyla oldu. Şeker komasına girdi. 'Biz şimdi ne yapacağız?' diye endişelendi. Benim oğluma ve anneme kim bakacak? endişesi duymaya başladı. Biz evine gittiğimizde orada fare, akrep vardı. Biz Hamit'i mutlu etmek için böyle bir evde kaldık. Ayşe Sultan'ın oğullarından biri Darülaceze'de öldü. Serencebe'deki ev Ayşe Sultan'ın en sevdiği eviydi. Müşfika Hanımefendi'ye Ayşe Sultan'ın Hamit'in bu sonu çok üzücü. Hiç kimse bu aileyi sahiplenmedi.
Adile: Hayır düşünmüyorum. Kızgınım ve kırgınım. Bir gün Ankara'ya davet edildim. Türk Tarih Kurumu'nun müdürleriyle tanıştım. Kitabı basmakla ilgili teklifler geliyordu. 'Adile Hanım biz sizin kitabınızı almak istiyoruz' dediler. Bana iyi bir teklifle gelecekleri yerde benim dilekçe vermemi istediler. Türk Tarih Kurumu'yla çalışmaktan vazgeçtim. Mersin'de yaptığım padişah tablolarını sergileyecektim. Hiç olmazsa Türk Tarih Kurumu sponsorum olsun dedim ona da yanaşmadılar. Madem böyle kim bize gerçekten hürmet gösterirse onunla çalışacağız dedik. Kitabı okuyan ve anlayan kişi olayları objektif yorumlayacaktır.
Sofia: Osmanlı'yı geri olarak gösteriyorlar ama biz geri değiliz. Sürgün edilsek de biz yabancı da değiliz. Abdülhamid Han namazını kılan bir sultandı. Burada kendi ülkemizde yabancı muamelesi görüyoruz. Ablalarımız yurt dışında yaşıyor. Türkiye'de bölücülük yapılıyor. Bizi köklerimiz burada tutuyor.
Adile: Kendi hayatlarımızda, dedelerimizden ve eski anılardan bahsederiz.
Sofia: Babam ilk Türkiye'ye geldiği dönemlerde gazeteciler çok peşinden koştu. Babam onlarla iyi niyetle görüşmeyi kabul etti. Savaş döneminde aç kaldıkları için babam hamallık yapmış. Babam o başlığı görür görmez çıldırdı. Hamallığı aşağılamıyoruz. Acındırmaya çalışmıyordu babam. Ama acınıyor gibi gösterildi. İnanın acındırmanın başka yolları var.
Adile: 'Babam hamal oldu' gibi manşet atıyorlardı. O kadar çok sözün arasından bunu bulup manşete çıkarıyorlardı. Mesela yurt dışında sürgün sırasında sefillik içinde ölenler ve hatta intihar eden bile var. Bizim için Fransa sürgün yeri olmadı ama büyüklerimiz için oldu.
Sofia: Farkı bir defa kızının ağzından anlatılmış olması. Açık sözlü bir kitap. Birinci ağızdan babasını ve kişiliği anlatılıyor. Yaşadığı aile hayatını anlatan birebir anlatan bir kitaptır. Babasının her yönünü üslubunca yansıtmaya çalışmıştır. Önemli bir kaynaktır ve piyasadakilerin en doğrusudur.
Adile: Sultan Abdülhamit ya çok sevilen, ya da hiç sevilmeyen bir padişahtır. Son demlerine kadar ülkesi için mücadele etti. Ayşe Sultan bütün bunları yakından şahit olmuştu. Onların arasındaki iletişim de buna etkendi. Sultan Abdülhamit Ayşe sultanı çok severdi. Akşam yemekleri, bayramları sosyal yaşamına vakıftı. Babasını tüm haliyle sunmak istedi. En azından iyi bir iz bırakmak istedi. Kitabı herkesin okuması gereken çok önemli bir arşiv olarak görüyorum.






