|

Evlerine sığmayan kütüphaneler kurdular: Kitapları bize emanet

Kitapsever mi desek kitap delisi mi bilmiyoruz ama dosyamızda adı geçen ilim irfan ehlinin hepsi tutkun. Öyle ki raflara odalara sığmayan kitapları, bir zaman sonra evin sahibi olmuş. İçlerinde simit satarak kazandıklarıyla kitap alan da var, kıyafet için verilen bursuyla kütüphanesini kuran da... Onları sadece bu hazineleriyle konu edinmiyoruz. Kimi ya on binlerce kitabı okurlarla buluşsun diye kurumlara bağışlamış, kimi de adı ile açılan kütüphanelere yıllarca biriktiği eserleri vererek hizmete sunmuş. Hâlâ evlerinde binlerce kıymetli kitap olan bu isimlerin vasiyetleri de belli: Kütüphanem size emanet.

Büşra Karagöz
01:00 - 15/10/2022 Cumartesi
Güncelleme: 04:32 - 15/10/2022 Cumartesi
Yeni Şafak
​Evlerine sığmayan kütüphaneler kurdular.
​Evlerine sığmayan kütüphaneler kurdular.

Kitap her daim gönül ehli olanların yanında, gam gideren bir sevgili. Nasıl ki mal ve mevki cahilin eğlencesi, kitap da irfan sahibinin vazgeçilmezi. Küçük yaşta başlar bu bağlılık, büyük bir kütüphaneye dönüşür. Bu sebepledir ki, kitap toplamak ve bir kütüphane inşa etmek zordur.

EVE BİR KİTAP GİRER KÜTÜPHANE OLUR

Peki neden ve nasıl kütüphane sahibi olur insan? Diyelim ki, bir araştırmacı ya da yazarsınız, kafanıza bir soru takıldı. Ha deyince kütüphaneye gidip bulamazsınız aradığınızı. Her dostta da yoktur cevabı. Dolayısıyla bir kitap girer evden içeri, sonra bir tane ve bir tane daha… Birikir yıllar yılı. Zamanla sığmaz olur raflara odalara. Bir bakmışsınız evin sahibi onlar. Bu nedenle, varlığı derttir yokluğu yara. Tabii kütüphanesi olan herkes romancı ya da akademisyendir diyemeyiz. Kesin konuşabileceğimiz konu ortak yanlarının aşk, merak ve heyecan oluşudur.

YATAKTA KİTAP OKUNMAZ

Kitapseverlere muhibbân-ı kütüb, kitap delilerine ise mecânîn-i kütüb derler. Hep aynı beyit döner dillerinde, ‘Tövbe ettim âriyet kimseye vermem kitâb’. Derin bir bağ vardır aralarında. Kitaplarını kütüphanede, kütüphanesini de evinin içinde her daim yanı başında isterler. Sessiz dostlarının başına bir iş gelse üzülür, hiçbirinden vazgeçemezler kolay kolay. Kütüphane bir sığınaktır. Bu yüzden, güvenli ve güvende olmalıdır. Kurallar sıkı. Yatakta kitap okunmaz, yapraklar içeri kıvrılmaz, açık biçimde bir yere koyulmaz, arasında çiçek kurutulmaz, ödünç verilmez, hatta teklif dahi edilemez.

HER KÜTÜPHANE ŞAHSINA MÜNHASIRDIR

Kütüphaneye bakıp sahibi hakkında tahlil yapmak da mümkündür. Benzemez huyu suyu birbirine. Kiminde eşi benzeri bulunmaz el yazmaları ağır basar kiminde az rastlanır baskılar. İhtisas alanları başkadır, şahsına münhasırdır.

KÜTÜPHANELER YİTİP GİTMESİN

Kişinin ölümünden sonra dağılan kütüphaneleri acı bir sondur her zaman. Sahaflara düşmesi büyük dert değil de ehlini bulamamasıdır mesele. Tarih yazmıştır birçoğunun yabancı ellerde yitip gittiğini. Heba olan kütüphanelerle doludur mazi. Kim bilir neler karıştı yokluğa, hiçbirini bilemeyeceğiz. Bu sebeptendir ki Yeni Şafak Kitap’ta konu edindiğimiz sadece kütüphanesi olan ilim irfan sahipleri değil; yıllarca biriktirdikleri mirastan pay ayırıp millet kütüphanelerine bağışlayanlar, depolarda kilitli kalmasına gönlü razı olmayıp koleksiyonlarını halka açanlar ve bu mirasın farkında olup bizlere emanet edenlerdir.

10 İSİM 9 KÜTÜPHANE

  • Gönül Tekin, Günay Kut, Doğan Hızlan, Ahmet Kot, Ali Haydar Haksal, Mustafa Kara, Süleyman Uludağ, Ümit Meriç, Sıtkı Türkan ve Mustafa Kutlu gibi değerli isimlere ilk sahip oldukları kitapları, kitap sevgilerinin nasıl tutkuya dönüştüğünü ve kütüphane kurma süreçlerini sorduk; ellerinde bulunan en kıymetli eserleri öğrendik, yaptıkları bağışları, halka açtıkları kütüphanelerini dinleyip bir de yitip gitmemesi gereken bu hazineleri için vasiyetleri var mı diye sorduk.
DOĞAN HIZLAN

Her kitap dünyamda iz bırakır

Hepimizin yetişmesinde, donanımlı bir kişi olmamızda kütüphanecilerin sonsuz katkıları olduğunu söyleyen yazar Doğan Hızlan, çeşitli kurumlara yaptığı binlerce eserlik kitap bağışlarıyla sözünün arkasında duruyor. Kitap tutkusunu zamanla zengin bir kütüphaneye dönüştüren Hızlan, bu sessiz sevgisini müzikle zenginleştirdiğini söylüyor.

İLK EDEBİYAT TARİHİ VE ANTOLOJİLERİ OKUDUM

Kitap merakının kaç yaşlarında başladığını sorduğumuz Hızlan, bunu tam olarak hatırlamadığını ancak ilk okuduğu kitapların edebiyat tarihi ve antolojiler olduğunu şöyle anlatıyor: Evin tek çocuğu olduğum için kendi eksenimde yaşadım. Bu açıdan bakıldığında benim iki uğraşım vardı: Edebiyat ve müzik. İlk kitabı hatırlamıyorum, çünkü arka arkaya birçok kitabı satın aldığım için belleğimde ad yok. Yerli ve çeviri kitapları bir arada okudum, birbiri içinde göndermeler dikkatimi çekti. İlk okuduğum kitaplar edebiyat tarihleri ve antolojilerdi. İnsan okumalara başlayınca öğrendiklerinizi, bildiklerinizi başkalarıyla da paylaşmak istiyorsunuz. Bu istek beni yazmaya sevk etti. İlk yazım, dönemin önemli dergisi Forum’da yayımlandı. Fazıl Hüsnü Dağlarca üzerineydi, yanlış anımsamıyorsam 1954 yılıydı.

HER KİTAP BİR DİĞERİNİ İZLİYOR

Büyük bir kütüphaneye sahip olmak kitaplara tutkuyla bağlanmayı gerektiriyor. Doğan Hızlan’da da bu duygu bir hayli yoğun. “Okuma tutkusu benliğinize işlemişse bir kitap diğer kitabı izliyor.” diyen Hızlan, “Dünyanızda her kitap iz bırakır, bu izlerin artmasını arzuluyorsunuz. Her kitap kendinize, ailenize, çevrenize ait bilginizi artırıyor, o zaman dünyayı daha yakından yorumlayabiliyorsunuz.” ifadelerini kullanıyor. Hızlan, kütüphane kurma sürecine başlamasını da şu sözlerle anlatıyor: Hiç kuşkusuz bu sessizliği ancak müzik zenginleştirebilirdi. Ailemde herkes bir enstrüman çaldığı için harflerden sonra notaları okumaya başladım, çaldım da. Bir kütüphane yapmaya başladım, bu kitaplara yavaş yavaş yabancı dilde deneme eleştiri kitaplarını da kattım. Yazı hayatım geliştikçe Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan ‘1950 Kuşağı’ içinde oldum, bütün arkadaşlarım öykü, roman, şiir yazıyordu, bir tek eleştirmen bendim.

ON BİNLERCE KİTAP BAĞIŞI

Kitap, CD ve plak koleksiyonları bulunan Hızlan, kaç kitabı olduğunu bilmediğini söylese de sayısının yaptığı bağışlara bakarak bir hayli fazla olduğunu tahmin edebiliyoruz. Sahip olduğu eserlerin değeri konusunda ayrım yapmayan Hızlan, bağış konusunda oldukça eli açık. Bir bölüm kitabını Antalya’da adına açılan ‘Doğan Hızlan Kütüphanesi’ne (20 bin civarı bir sayıdan bahsediyoruz) veren yazar, yıllarca biriken özellikle edebiyat ve inceleme alanında sayısı artan büyük miktarda kitabını da – Behçet Necatigil’in izinden giderek – ‘Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Kitaplığı’na bağışladı. Bu anlamda bir diğer bağışı da Beylikdüzü’ndeki TÜYAP binasında oluşturulan kütüphaneye yapan Hızlan, ayrıca annesinden kalan Fatih’teki evini kütüphane yapması için kendisine verdiğini, Türkçe ve İngilizce kitaplarının bir bölümünün orada olduğunu aktarıyor. Hızlan eski bir yazısında “Anadolu’da okumuş, öğrenimini orada tamamlamış birçok kişi, bilgisini, birikimini bu kütüphanelere borçludur. Öğrencileri, okurları, kütüphaneden yararlanan genç yaşlı insanları gördükçe mutlu oluyorum.” diyor.

KİTAPLARINI VAKFI KORUYACAK

Kitap okumayı sevdirmek ve isteyenlere kitap ulaştırmak için ‘Herkese Kitap

Vakfı’ kuran Doğan Hızlan, kitaplarının varlığının bu küçük vakıf sayesinde korunacağını söylüyor.

Bu ev eşsiz eserlerle dolu

Kütüphane dosyamda olmasını çok istediğim isimlerdi Gönül Tekin ve Günay Kut. Türkoloji alanında öncü bu iki profesörden görüş almak için aradığımda Sapanca’daki evlerine davet ettiler. 5 Ekim için sözleştik. Kapı önündeki merdivenlere çıkıp bizleri sıcak gülümsemeleriyle karşıladıklarında, bugünün hatıralarımdan silinmeyeceğinden emin oldum. Yemyeşil genişçe bir bahçedeki yan yana ama ayrı evlerde oturuyordu iki kardeş. Günay Kut’un evinde başladığımız sohbet esnasında ses kaydına sıcak bakmayan Gönül Tekin, fotomuhabirimiz Sedat Özkömeç’in birkaç kare alma teklifini tüm utangaçlığıyla kabul etti. Ve sayfalarımızdaki bu samimi fotoğraflar tarihe not olarak düştü. Ardından Günay Kut’un kütüphanesindeki ‘müzelik’ eserleri; Gönül Tekin’in evindeki ‘Dünyada eşi benzeri olmayan yayınları’ tek tek inceledik, sohbet ettik.

PROF. DR. GÜNAY KUT

Kitaplar bizi evden attı

  • İlk olarak Günay Kut’un evinde, rahmetli eşi Turgut Kut ile kurduğu kütüphanesini konuştuk. İçinde müzede sergilenebilecek kadar kıymetli eserler var. Tabii bu kitaplar, sadece ziyaret ettiğimiz Sapanca’daki evin bir odasında özenle oluşturulan kütüphanedekilerle sınırlı değil. İstanbul’daki dairelerinde o kadar kitap varmış ki, artık kendilerine yer kalmamış, Gönül Tekin’in tabiriyle ‘Kitaplar Kut çiftini evden atmış’.

YAZMA ESERLER’E BAĞIŞLADIK

Boğaziçi Üniversitesi’nde uzun yıllar akademisyenlik yapan Türk edebiyatı profesörü Günay Kut, bize kütüphanesinin muhteviyatından şöyle bahsediyor: Benim kütüphanem tarih, Türkoloji ile ilgili kitapları kapsıyor. Genel ansiklopediler var. Yazma eserlerin bir kısmını Ali Emiri tarafından kurulan İstanbul’daki Millet Kütüphanesi’ne bağışladık. Orada, eserlerinin tamamını bu kütüphaneye veren Ali Emiri ile Feyzullah Efendi’ye ayrılan iki büyük koleksiyonun olduğu, iki ayrı bölüm var. Şimdi o koleksiyona eşimle birlikte küçük bir koleksiyon olarak biz de eklendik. Kalan kitaplarımız için niyetim de faydalı bir müesseseye, bir üniversite kütüphanesine vermek. Çünkü hepsi bilim ve ders kitapları ile Osmanlı dönemlerine ait yayınlar.

15 BİNDEN FAZLA KİTAP VAR

2009’da Turgut Kut, verdiği röportajda yaklaşık 10-15 bin kitabı olduğunu söylüyor. Günay Kut bunun daha fazla olabileceğini, o tarihten sonra da çok kitap alındığını ve bulundukları odaların biraz karmaşık olduğunu söylüyor. Turgut Kut için de gelecek sene tüm eserlerinden bahsettikleri bir kitap çıkaracaklarını ekliyor. Eski edebiyatçı olan Günay Kut, daha çok 11. yüzyıl ile 19.yüzyıl arasındaki dönemle ilgileniyor ve kütüphanesinin bir bölümünde bizlere tanıttığı bu eserler için “Üniversitelerde ders kitabı olarak Türkoloji öğrencilerine okutuluyor.” diyor.

TÜM KİTAPLARI OKUDUNUZ MU?

Prof. Dr. Günay Kut’a, herkesin aklına gelen o klişe soruyu da yöneltmeden duramıyorum:

Hocam buradaki tüm kitapları okudunuz mu?

Yok canım olur mu öyle şey, bunlar daha çok referans kitapları.

Peki hocam sizin için sahip olduğunuz en kıymetli eser hangisi? (Bu sefer ben, konuştuğum birçok ilim insanın verdiği klasikleşen cevabı Günay Hocadan da alıyorum.)

Benim için hepsi çok değerli. Bir tanesi bile kaybolsa çok üzülürüm.

DÜNYADA SADECE 4 TANE VAR

Günay Hoca kütüphanesini gezdirmeye devam ederken bize gözüne takılan eserlerden bahsediyor: “Bu gördükleriniz Osmanlıca eserlerin ilk baskıları. Burada da benim makalelerimi toplayan ‘Şah Edebiyat’ ve yine benim yazmalardan bahsettiğim ‘Yazmalar Arasında’ diye bir eserim var. Yazma Eserlerde Vakıf adlı kitabımın ikinci baskısı, Arapça’ya da çevrildi, şimdi çok faydalı bir hale geldi, yurt dışında da kullanılıyormuş, onun için Türkiye Yazma Eserler Kurumu yeniden bastı. Burada da benim üzerinde çalıştığım Ali Şir Nevâi’nin eserlerinin bulunduğu Külliyât-ı Nevâyi var. Topkapı Sarayı’nda da olan yazmanın tamamen aynısıdır. Dünyada bu eserden sadece 4 tane var. Fransa’da var, bizde 2 tane var, diğeri de İngiltere’de sanırım. Bu da Kristovolos tarafından Fatih’e ithaf edilen ‘Kritovolos Tarihi’. Bu kitaplıkta gördükleriniz de bizim Harvard yayımlarımız. Yukarı katta da Turgut Bey’in kitapları var ama ancak çok karışık gösteremeyeceğim, buradan daha fazla kitap olduğunu hayal edin.

PROF. DR. GÖNÜL TEKİN

Her oda ayrı bir kütüphane

  • Sohbetimizin devamında Harvard Üniversitesi’nde uzun yıllar akademisyenlik yapan Türk edebiyatı profesörü Gönül Tekin’in evine geçerek kitaplarını inceliyoruz. Bu evin her odası ayrı kütüphane. Sayısını bilmediği eserlerden bahsederken Gönül Hoca, “Kitaplarımın 10 bin tanesini Koç Üniversitesi’ne bağışladım. 30 yazma vardı içlerinde. Şimdi onlar özel bir yerde tutuluyor, kataloglarını yayınlayıp üstlerine isimlerimizi yazdık. Yine de dünya kadar kitap var. Kalanları da – sayısını bilmiyorum ama - yine Koç kabul ederse oraya bağışlamayı düşünüyorum.” diyor.

SIRA SIRA MEZOPOTAMYA KÜLLİYATI

Prof. Tekin, tüm odaları tek tek gezdirerek kitaplarını anlatıyor. İçinde sobası da bulunan tamamen kitaplara ayrılmış ilk odada genel kültür, sanat tarihi alanlarına ait eserler var. Mezopotamya külliyatı, bütün yeme kültürleri ve hayatlarını anlatan kitaplar sıra sıra dizilmiş. Yine evin bir başka odasına giriyoruz. Oğlu Durali Beyin çocukluk zamanında okuduğu kitapları; diğer tarafta kızım dediği gelini Cansu Hanımla ortak kitapları olduğunu görüyoruz. Bu odadan da yukarı kata çıkıyoruz. Orta alandaki yaşam alanında Gönül Hocanın üzerine çalıştığı kitaplar yer alıyor. Tüm dünya medeniyetlerine ait mitolojik eserler bu kütüphanenin raflarında. Prof. Tekin, Şehnameyi Farsçasından okuduğunu, Türkçe çevirilerinden farklı detaylara sahip olduğundan bahsederek Âb-ı Hayât hikayesinin farklı dillerdeki tercüme değişikliklerini anlatıyor.

BU KİTAPLAR BAŞKA BİR YERDE YOK

Buradan da oğlu Durali Beyin çalışma odasına geçiyoruz. Burada da Tekin’in kitaplarının bir bölümü yer alıyor. Raflardaki kitapları gösteren Tekin, “Bunları hiçbir yerde bulamazsınız” diye söze giriyor ve eserleri şöyle tanıtıyor: Rafta gördüklerinizin hepsi Harvard’dan getirdiğim ve dünyada başka hiçbir yerde bulunmayan nadir kitaplardan alınan fotokopiler. Mesela bu, İgnac Kunos’un 19. yüzyılda topladığı Türkçe hikayeler. Üç ciltlik bir kitaptır. Bizdeki tercümesi ise sadece tek cilttir. Başka bir şey göstereyim. Bu da Cuneiform Studies (Çivi Yazısı Dergisi). Üniversite çok eski eserleri, arabaların içine koyup hocaların kapısının önüne bırakır. Bizler de oradan seçtiklerimizi alırız. Bu kitaplar bu yüzden başka hiçbir yerde yok.

ARAŞTIRMACININ ÇALIŞMA MASASI

Prof. Gönül Tekin, yatak odasındaki çalışma masasını ve sık kullandığı araştırma kitaplarının bulunduğu kütüphanesini gösteriyor. Küçük bir pencereden huzur dolu yeşilliğe bakan masasındaki gece lambasını, kitaplarını, çalışma notlarını ve büyütecini görenler, burada bir araştırmacının yaşadığını anlar. Tekin, Nizami’nin Âb-ı Hayât’a getirdiği değişiklikten bahsettiği bir kitabı yazmaya başladığını söylüyor. Bu hikayeyi neredeyse tüm dillerdeki versiyonlarını okuduğunu, karşılaştırarak ele aldığını, bu yüzden biraz yavaş ilerlediğini ifade ediyor.

ÇENGNAME İÇİN 1500 KİTAP OKUDUM

Günde kaç saat çalıştığını sorduğumuz Tekin, “Amerika’dayken sabah bütün işlerimi yapar öğlen 1’de oturduğum masamdan akşam 7’de kalkardım. Oğlum kapıya gelir, ‘Anne karnım acıktı’ diye seslenirdi. Gece televizyon seyrederim kafamı dinlendirmek için hiçbir şey düşünmem. Yatmaya gittiğim vakit İngilizce junk bir roman okurum. Gece 11 gibi başladığım okumalar sabaha dek sürer. Çengname’yi yazarken 1500 tane kitap okudum.” diyor.

YAPTIĞIMIZ HER İŞ TÜRK KÜLTÜRÜ İÇİNDİR

Harvard Üniversitesi’nde uzun bir süre akademisyenlik yapan Prof. Gönül Tekin’e, yeniden ülkesine dönmeye nasıl karar verdiğini sorunca, “Rahmetli eşim (Şinasi Tekin) Beyle yaptığımız her iş Türkiye’ye, Türk kültürüne hizmet içindi.” ifadelerini kullanarak asıl dönmemeyi hiç düşünmediklerinden bahsediyor. Journal Of Study yayınlarını da yine Türk akademisyenlerin kendini geliştirmesi için bastıklarını ifade eden Tekin, “Bizimki geleceğe yatırım” diyor.

BU DEPODA BİNLERCE KİTAP VAR

Son olarak evin en alt katındaki depoya götürüyor bizi Gönül Hoca. Kapısını açtığımızda kendimizi bir hazineye adım atmış gibi hissediyoruz. Duvar kenarlarından tutun da koridorlara konulan kütüphane raflarına, kalorifer peteklerinin üzerinde biriken dergilerden yerdeki kitap kolilerine kadar, sanıyoruz burada binlerce kitap vardır. İlk bölümde hocanın yatmadan okuduğu İngilizce romanlar bulunuyor. Raflardan birinde baştan başa Türkoloji yayınları bulunuyor. Bir diğer duvarda, Kur’an, İslamiyetle ilgili çeşitli kitaplar, Özbekçe eserler, Osmanlıca masallar, Türk edebiyatına ait kitaplar. Bir diğer rafta da İngiliz edebiyatı eserleri yer alıyor. Bir bölümde ise baştan başa dünyadaki çeşitli ülke yayınlarına ait Türk tarihiyle ilgili kitaplar var. Fotomuhabirimiz Sedat Özkömeç’in dikkatini Agatha Christie romanlarının olduğu şirin bir bölüm çekiyor. Gönül Hoca biraz utanıp gülerek onları fotoğraflamamızdan utanıyor.

İZMİR’E TAYYARE GELECEKMİŞ!

Prof. Tekin, çok erken yaşlarda okuma yazmayı öğrendiğini söylüyor. Hatta Osmanlıca bilen anneannesiyle birlikte yazmayı öğreniyorlar. Okula vaktinden önce başlıyor. Türkoloji alanına ilgisinin nasıl başladığını sorduğumuz Gönül Hoca, “Çok ama çok meraklı bir çocuktum” diyerek heyecanlı bir şekilde şu anıları anlatıyor: Mesela ilkokul zamanlarımda bir gün İzmir’e tayyare geldiğini duydum. Akşam kendi kendime düşündüm. Bu tayyare neyin nesi? Aldım çantamı yüklendim, Aydın’dan İzmir’e yürüyorum. Gece yarısı oldu vakit geçti. O sırada babam veteriner, arkadaşları arabayla bir yerde dönüyorlar. ‘A Hakkı Beyin kızı yolda’ diyerek beni eve getirdiler. Bir gün de Menderes Nehrini görmek istedim. Arkadaşlarımın hepsini ayarttım ve gittik. Nasıl yağmur yağıyor. Yine de suya atladım. Su beni götürdü. Kahvedeki adamlar koşarak gelip beni kurtardılar. ‘Hakkı Bey sen bu kızı evlendir’ derlerdi. Ben kaç yaşında evlendim, 38 yaşında, Şinasi Beye rastlamasaydım yine evlenmezdim.

HARVARD’DAN ÇIKAN TÜRKÇE YAYINLAR

Harvard Üniversitesi Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümünde, Prof. Dr. Şinasi Tekin tarafından yayınlanmaya başlanan Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi (Journol Of Turkish), Prof. Dr. Gönül Tekin tarafından devam ettiriliyor. Bu dergilerde Türk akademisyenlerin yayımlanmaya değer makaleleri yer alıyor. Prof. Dr. Günay Kut, “Her yıl bir hocamıza, hayattaysa bir armağan hazırlıyoruz, vefat etmişse bir hatıra sayısı çıkarıyoruz. Bunun dışında da en az 2-3 eser, Osmanlı dönemine ait mesneviler, divanlar, çeşitli tarih coğrafya kitapları gibi ne varsa bize gönderilen kitapları okuyoruz, baskıya layık görürsek düzeltmelerini yapıp kabul edip yayınlıyoruz. Harvard’dan çıkan bu Türkçe yayınlardan 30 bin tanesi üniversite kütüphanelerine ücretsiz dağıtıldı.” diyor. Gönül Tekin de bu kıymetli yayınlar sayesinde Türk dilinin dünyaya tanıtıldığını söylüyor ve ekliyor: Bizim Türkçe yayınlarımızın başında da Aşık Paşa’nın 13. yüzyılda, Anadolu’da Arapça ve Farsça hakimken yazdığı şu şiiri yer alır:

Kamu dilde varıdı zabt-ı usul

Bunlara düşmişidi cümle ukuul

Türk diline kimsene bakmazıdı

Türklere hergiz gönül akmazıdı.

AHMET KOT
  • Şair Ahmet Kot, çocuk yaşta simit satarak kazandığı parayla kurdu ilk kütüphanesini. Zamanla 4 katlı bir bina kitap, dergi ve gazete koleksiyonlarıyla doldu. Ve en sonunda yaklaşık 100 binin üzerindeki eserle şairin ‘hicret ettim’ dediği Balıkesir’de Ahmet Kot Kitaplığı açıldı.

Her simit bir kitap bir kütüphane 100 bin kitap

-İlk aldığınız kitabı hatırlıyor musunuz, kişisel kütüphanenizi oluşturma fikri nasıl başladı?

Uzun bir hikâyenin ilk adımını soruyorsunuz. Bunu ben de çok düşündüm. Kendi paramla ilk aldığım kitap olarak aklıma Doğan Kardeş Yayınları’ndan Halime adında bir roman geliyor. Tahir Alangu’nun Almanca’dan Türkçe’ye çevirdiği, Kayseri’nin bir köyünde yaşayan bir köylü kızın romanı… Çok etkilenmiş, ben de böyle bir roman yazabilirim demiştim. İlkokul ikinci sınıfta babamın verdiği harçlıkları biriktirerek aldığım ilk kitap olarak onu hatırlıyorum. Daha sonra Yenigün Yayınları’nın Batı’dan tercüme çocuk romanları... Sonra Jules Verne’in kitapları. İki Çocuğun Devrialemi adlı, iki çocuğun dünya seyahatinde başından geçenlerin anlatıldığı 10 ciltlik macera romanı. Eskişehir’de Çocuk Kütüphanesi’ni keşfedişim. İlkokul 4. sınıftan itibaren her gün simit satarak kazandığım 2 lirayla almaya başladığım Varlık Yayınları. İnce olsun kalın olsun tanesi 1 liraydı. Sonra Milli Eğitim Klasiklerini keşfettim. Bu arada babamın ilkokul bitirme hediyesi olarak odamın tavanına kadar dayanan bir kütüphane yaptırması tetikleyici oldu. Rafları doldurmak için, gazetelerden kestiğim köşe yazılarını yan taraflarından kalın iplikle dikerek yaptığım kitaplar. Sezai Karakoç’un Babıali’de Sabah Gazetesinde yazdığı Sütun başlıklı köşe yazılarını dikip kitap yapmıştım mesela. İlk kütüphane ortaya çıkınca, sonrası zaten gelir.

-Kitaplarınızın önce eve daha sonra da ofise sığmaz olduğunu okumuştum. ‘Babamın kitapları taşı taşı bitmedi…’ diyordu oğlunuz Yusuf Kot. Bu nasıl bir tutku?

Kitaplar, okuyan beynin yapı taşlarıdır. Her kütüphane, bir parmak izidir sizinle bütünleşik yaşayan. Zinde bir beynin olmazsa olmazlarıdır. Dolayısıyla, sizden ayrılamazlar. Yaptığınız işler itibarıyla da kitapla bütünleşik yaşanan bir hayatın içindeyseniz, sürekli birikecektir. Evde kütüphanelerden taşan kitaplar, bütün entelektüellerin başta gelen sorunudur. Ev macerası herkeste ortak. Bu kısmı saymazsak, kitaplar çalışmaya yer kalmayıncaya kadar biriktiğinde, kitapları atmak yerine yeni bir ofise taşınıp eski yeri kitaplarıma terk ettim. İlk müstakil kütüphane mekânım böyle oluştu. Bu durum birkaç kez tekrarlanınca, dördüncüsünde tüm kitapları tek bir yerde toplamak farz oldu. Dört katlı, müstakil bir bina kiraladım ve hepsini, kitaplarımı, dergilerimi, gazete koleksiyonlarımı aynı yerde toplayarak tasnifli ilk kütüphanemi oluşturmuş oldum.

-Yıllarca biriktirdiğiniz kitaplar artık adınızı taşıyan bir kütüphanede, kamunun hizmetinde. Buna nasıl karar verdiniz, dostlarınızdan ayrılmak zor oldu mu?

Kitaplarımı kamuya açma fikri uzun süredir gündemimdeydi ama bunu bir yere bağışlayarak yapmayı hiçbir zaman düşünmedim. Çünkü onlar, benim yapmakta olduğum, hayatımı anlamlandıran işlerin arka planıydı. Her zaman başvurduğum hazinem. Kütüphanelerini muhtevaları üzerinden inşa eden herkes için geçerlidir bu. Bir yol arayışında iken, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkentliği sürecine edebiyat ve yayın direktörü olarak dahil olunca, Rami Kışlası’nı kütüphaneye dönüştürme fikrini masamda buldum. Rami Kütüphanesi, fikri ve konsepti, masamda oluştu ve şu anda da bildiğim kadarıyla aynı konsept üzerinden sürüyor çalışmalar. Kitaplarımla da oranın ilk çekirdeğini oluşturmak düşüncesindeydim. Ancak, proje henüz inşaat sürecini bile tamamlayamadığı için, bir alternatif olmaktan çıktı benim için. 2020 yılı sonlarında, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Yücel Yılmaz, inşaatı tamamlanan bir kütüphane binasını, diğer belediyelerin yapageldiği şekilde, piyasadan her an bulunabilecek kitapları satın alarak doldurmak istemediğini, özgün bir kütüphane yapmak istediğini iletti ortak bir arkadaşımız üzerinden. Ben de bir başka şehre göçmeyi aklımın ucundan bile geçirmediğim halde, binanın muhteşem konumunu gördüğümde çarpıldım hemen. Özellikle başkanın samimi kişiliği ve vizyoner fikirleri karşısında, hayır demek bir vebaldi. Kabul ettim ve kitaplarımla beraber hicret ettim Balıkesir’e. Balıkesir Millet Kütüphanesi Ahmet Kot Kitaplığı olarak dokuz aydır kapılarımız açık. Burası bir kütüphaneden öte, bir kültür merkezi adeta. Planladığımız kitap merkezli etkinliklerle, özellikle genç entelektüel beyinlere yeni kapılar açmak istiyoruz.

-Kaç kitaplık bir koleksiyona sahipsiniz, kütüphanenizde ‘özel’ olarak nitelendirebileceğiniz eserler var mı?

Kütüphanemiz, yüz binin üzerinde bir koleksiyona sahip. Yine yüz binin üzerinde süreli yayın ve 1980 sonrasının tüm ulusal gazetelerinin koleksiyonu var. Kitapların tasnifinde Amerikalıların 1937’de, henüz bilgisayarın bile keşfedilmediği dönemde kullandığı Dewey sistemini çağdışı bulduğumuz için kullanmıyoruz ve yeni bir sistem geliştiriyoruz. Tematik ve açık raf sistemini kullanıyoruz. Hemen her konuda kitabın bulunduğu kütüphanemizde mevcut bölümler dışında üç de özel bölüm var: Gastronomi Kütüphanesi, Kitap Kültürü Kütüphanesi ve Binbirgece Masalları Kütüphanesi.

-Sizler gibi değerli isimlerin koleksiyonlarını bağışlamasını çok önemli buluyorum. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Kitap ve kütüphane sahiplerine büyük haksızlık ediliyor bu konuda. Bir entelektüelden kitaplarını bir yere bağışlamasını istemek mantıklı bir şey değil. Kütüphaneleri onların bir parçasıdır. Kütüphanelerinden koparamazsınız. Vefatlarında da mirasçıları kıymet bilmeyince, güzelim kütüphaneler dağılır gider. Kütüphane sahiplerinin kütüphanelerini kendileri hayatta iken kamuya açabilecekleri bir ortam oluşturmak gerekir. Bu konuda büyük bir belirsizlik ve hukuki boşluk var. Belediye ve üniversiteler sadece “bağış” alabiliyor. Ama “bağış” sonrası kitapların akıbeti konusunda çok acı tecrübeler biliyoruz ve bu yol güven vermiyor. Kütüphane sahibini kitaplarından ayırmadan kamuya açacak şekilde formüller geliştirmek gerekiyor. Belediyeler de bu konuda iyi niyetle elini taşın altına koyup çözümcü bir taraf olabilirler. Bunu yapabilmeleri için belediyelerin de elini rahatlatacak hukuki bir altyapı çalışmak gerekiyor.

ALİ HAYDAR AKSAL

Şair ve yazar Ali Haydar Haksal’ın, daha küçük yaşlarda kurmaya başladığı kütüphanesi bir yerden sonra tuttukları dükkanlara dahi sığmamış. Ve nihayetinde dededen kalma kitapların da içinde olduğu 40 bini aşkın cilt, artık Yedi İklim Dergisi’nin yeni merkezi olan Mihrimah Sultan Gençlik Kütüphanesi’nde okurların hizmetinde.

Depodan kurtuldular

-İlk aldığınız kitabı hatırlıyor musunuz?

Aldığım ilk kitabın hangisi olduğunu anımsayamadım. Bildiğim şu ki, ilkokuldan sonra beş yıl ara vermiştim. Babam öğretmenimdi, kırk üç yaşında vefat etti. Hedefi bizi okutmaktı, kendisine nasip olmadı. Annem bir başına beş erkek çocuğa tek başına bakmak durumundaydı. Ortaokula ağabeyimi gönderdi beni göndermedi. Okuma özlemim vardı. Müderris dedemin bir talebesi Süleyman Güler [biz ona Sofi Amca derdik- benim imam hatip okuluna gitmeme öncü oldu. Okulu ilk iki yıl paralı yatılı, sonrasında parasız yatılı okudum. Okulun kütüphanesine ilk yılımda dadandım. Çok kitap okudum. Sonra kitapçılardan kitap almaya başladım. Anneme gelen fitre, zekât ve yardımlardan bana gönderdiği harçlıklarla sürekli kitap aldım. Ara ve sömestr tatillerinde köye gittiğimde valizim kitap doluydu. Dönüm noktam Malatya’dan sürgün gelen Türkçe öğretmenim İbrahim Soysal’ın bir kitapçıya götürüp bana üstat Sezai Karakoç ile üstat Necip Fazıl’ın kitaplarını aldırması oldu. Kitap tutkumdan bir kaşe yaptırdım. Örneğin, kitaplığımda şu anda yer alan, o zaman aldığım Sezai Karakoç’un Allah’a İnanmak ve İnsanlık kitabım 59. İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü 305. kitabım olarak görünüyor. Ortaokul 2. sınıftayım.

-Kitap tutkunuz zamanla kaç ciltlik bir kütüphaneye dönüştü?

Bugün için kırk bin cildi aşkın kitap var kütüphanemizde. Otuz beş bini kayda geçildi. Diğerlerini henüz kayda geçirmedik. Bin beş yüz dergi çeşidi var. Bu dergilerin on yedi bin adedi kayda girdi. Dergilerin büyük bölümü duruyor. Ciltli ve takım dergilerin sayısı elbette ki farklı. 500 tam takım dergi bulunuyor kütüphanemizde.

-Sayısı çoğalan kitaplar kimi zaman koyacak yer olmaması bakımından derde sokarken bazen de aile fertlerinin hoşuna gitmeyebiliyor. Sizin bu noktada yaşadığınız olaylar var mı?

Bu konuda annem o dönemin koşullarında hep anlayışla karşıladı. Sonra da eşim kahrımı çok çekti. Bu konuda kendisine minnettarım. Evde artık kitap konulacak yer azalınca işyerine taşımaya başladım. Yedi İklim dergimizin çıktığı yer olan Kadıköy Hasanpaşa’daki iş yerimizin arka bölümünde iki büyük oda kitap doldu. Orası dolunca bodruma taşımaya başladım. O işyerini tasfiye ettikten sonra Kadıköy Halitağa caddesindeki işyerimizin üst katına ve alt katına taşıdık. Orayı da tasfiye ettik, Maltepe’deki iş yerimize taşıdık. 2012 yılının altıncı ayında işlerimizi tasfiye ettik, Üsküdar’da bir dükkân tuttuk, kitapları oraya getirdik. Duvardaki raflar yetmediğinden istifledik. On yıl orada kaldı kitaplar.

-Kitaplarınızı bağışlamayı ya da çocuklarınıza bu birikime sahip çıkmalarını vasiyet etmeyi düşündünüz mü?

Benim zor ve sıkıntılı zamanlarım oldu. Genelde kitapların başına ne geleceğini çok iyi bilirim. Bu konuda yazılmış yazılarım ve yayına hazır bir dosyam da bulunmaktadır. “Yatak Odasına Giren Kitaplar Evden Kaçan Hanım” başlıklı. Ben, sadece kitap toplayıcısı ve tutkunu değilim, sürekli okuyan, araştırma yapan ve yazan biriyim. Bunun için bunu hiç düşünmedim. Bağış için talepte bulunan en üst düzey kurumdan ve üniversitelerden oldu, vermedim. Eşim, çocuklarım ve kardeşlerim bu konuda duyarlıydılar. Zorluklarını bildikleri hâlde “Vermeyelim, kalsın” dediler. Bu tutum olunca vasiyette bulunmayı gerekli görmedim. Aslında bizim için önemli olan bir durum var dedemden kalma. Dedemin 1000 cilt kadar kitabı vardı, onların arasında bulunduk. Dedemin vasiyeti, “Kitaplarımı dağıtmayın çocuklarımdan biri sahip çıkacak” diye. Ne yazık ki dedemin kitaplarının bir bölümü elimizden çıktı.

-Yeni kütüphanenizin açılma sürecini, bu fikrin nasıl ortaya çıktığını anlatır mısınız?

Öteden beri kitaplarım için bir yer oluşturma düşüncemiz vardı. Üsküdar’da bir arsamız vardı, onun alt katını kütüphane yapmayı tasarlıyorduk, olmadı. İş yerlerimizi tasfiye ettikten sonra Üsküdar’a taşındık. Üsküdar Belediyesi eski başkanlarından Mustafa Kara Bey’in kısmi bir desteği oldu. Hilmi Türkmen Bey ile eskiden bir tanışıklığımız ve dostluğumuz var. Zaman zaman ziyaretimize gelir: “Hocam bu kitapları kurtaralım bir yere yerleştirelim diye.” Vakıflara ait, şu anki yerimizin bulunduğu yerde bir arsa var. Sübyan Mektebi hocalarının lojmanı. “Buraya, siz bir bina yapın, taşının.” Bizim bunu yapabilecek bir imkânımız yoktu. Yedi İklim sürecinde birlikte olduğumuz İbrahim Usul ile kardeşim Müstakim, sponsorlar buldu, belediyenin öncülüğünde inşaata başlandı ve bitirildi. Kardeşim Müstakim son dönemde büyük çaba ile tamamladı. Yedi İklim Derneği kuruldu, taşınıldı ve yerleşildi. Kitaplarıma olan tutkum tartışılmaz. Elimin altında bulunmaları her an onlarla baş başa olmam çok daha önemli. Bunların bir mekâna ve eve kavuşmaları elbette ki beni mutlu ediyor. Raflara girmesi, aralarında gezinmem, benim için o an için gerekli olanları kolaylıkla bulmam rahatlatıyor.

-Yedi İklim’in yeni merkezi olan Mihrimah Sultan Gençlik Kütüphanesi’nde kaç kitap olduğundan, içlerinde en kıymetli olanlardan bahseder misiniz?

Kitapların büyük bölümünü ben topladım. Dedem Müderris İsmail Hakkı Efendi’den bir miktar kitap bulunuyor. Kitaplarımın içinde bağış olanları da var. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Prof. Dr. Cihangir İslâm kitaplarını bağışladı. MSP Çorum Milletvekili Turan Utku Bey bir dönem müteahhitlik yaptı. Bir gün, steyşın arabasının içine ve arkasına doldurduğu Burhanettin Batıman’a ait kitapları ve dergileri getirdi. Türkçülük ve milliyetçilik ile ilgili olanlar ağırlıktaydı kitaplar. Türk Yurdu dergisinin Osmanlıca tam takımı gibi dergiler vardı onların içinde. Dostum İbrahim Usul kitaplarını bağışladı. Aykut Bey’in getirdiği Tanzimat sonrası Fransızca kitaplar ağırlıkta. Onların arasında Mehmet Âkif Ersoy’un Rıza Tevfik Kazancı’ya imzaladığı Gölgeler kitabı bulunur. Kitabın arka sayfasında Âkif’in eliyle yazdığı üç dörtlüğü bulunuyor. Onları ben bir makalemde değerlendirdim. Müteferrika baskı Vankulu lügatinin 1. cildinin ilk baskısı bulunuyor. Bulak baskı, ilk dönem baskılı, taş baskılı eserler bir hayli var. 350 adet kadar yazma eserler bulunuyor. Bunların arasında dedemin kitapları arasından kalma Fatih dönemi bir yazma eser var.

MUSTAFA KARA
  • Bursa’da tasavvuf tarihi uzmanları Prof. Dr. Mustafa Kara ve Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın bağışladığı on bin civarında kitapla, Türkiye’de bir ilk olan Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı Kütüphanesi kuruldu. Bu kütüphanelerin kurulma sürecini ‘İlk sahip oldukları’ kitaba kadar götürdük ve iki değerli profesörü dinledik.

Her kitabın bir kaderi var

Bilerek kitap almak ve onları korumak, kollamak eylemini orta birinci sınıf ile başlatmak gerekir. İstanbul İmam Hatip ortaokulu ikinci sınıfta Siyer dersimize Hayati Ülkü Bey geliyordu. (1965). Ankara İlahiyatta okuduğu ders notlarına ilave olarak Muhammed Hamidullah’ın Hz. Peygamber’in Savaşları isimli eserinden de bizi sorumlu tutuyordu. Unutmayınız orta iki öğrencisiyiz. Ders kitaplarının dışında satın aldığım ve bugüne kadar muhafaza ettiğim ilk kültür kitabı budur diyebilirim.

MOLLA HÜSEYİN KÜTÜPHANESİ

İstanbul’un kültür dünyasıyla tanıştıkça kitap ve dergi alma işleri gittikçe gelişti ve yaz tatillerinde bunları Rize/Güneyce’ye intikal ettirmenin yolları aranmaya başlandı. 1970-1974 yılları arasında Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencisiyim. Yüksek tahsil bitmek üzere iken ihtisas alanımız da aşağı yukarı belli oldu. Fakat mecburi hizmet var, 18 aylık uzun dönem askerlik var. Kitaplar Güneyce’de. Hepsine ‘Kara sistemi’ne göre verdiğim ve İstanbul İmam Hatip Okulu Kütüphanesinde bulunan daktilo ile kırmızı renkle yazdığım numaraları sırtlarına yapıştırdım. Raflara koydum. Babamın kitaplarını da kolaylıkla koleksiyona ilave edebilmek için dedemin adıyla mühür de yaptırmıştım: Molla Hüseyin Kütüphanesi 1963.

FAKÜLTEDEKİ ODAM TAVANA KADAR KİTAP DOLUYDU

Biriktirdiğimiz kitapların kütüphaneye dönüşmesi tarihini ise Bursa Yüksek İslâm Enstitüsü Tasavvuf tarihi asistanlığına atanma tarihi olan 1977 ile başlatmak gerekir. İlk kitabım “Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler” de aynı yıl kisve-i tab’a büründü. Bu tarihten sonra branş kitaplarının yanında diğer alanlarla ilgili yadigârları da imkanlar ölçüsünde toplamaya başladım. Kitaplarımızın üç toplanma merkezi oldu: Köy (Güneyce), ev ve fakültedeki çalışma odası. İlave edeyim, fakültenin en büyük odası benimdi. En çok dolap benim odamda vardı. Tabandan tavana kadar. Bunun için idarecilere teşekkür borcum vardır. Hemen itiraf edeyim ayrı bir daire tutma gücüm yoktu.

KİTAPLARI İLAHİYAT FAKÜLTELERİNE DAĞITTIM

Kütüphaneyi kamunun hizmetine sunma fikri ise ilk defa muazzez hocam Süleyman Uludağ’ın emekli olduğu sene aklıma geldi: 2007. Hocama durumu arz ettim. Olur dedi. Benim kütüphanede Türkçe, hocamın kütüphanesinde Arapça, Farsça kitaplar daha çoktu. Teklifimi o günkü belediye başkanına sundum: “Bir kütüphane kuralım. Bu kütüphane üç konuda – dünya ne ise de Türkiye çapında- iddialı olsun: İslam Tarihi, Osmanlı tarihi ve Tasavvuf tarihi” Beni sabırla dinledikten sonra tek soru sordu: Hocam bu kütüphaneye günde kaç kişi gelir? Söz konusu soruya cevap vermedim ve o defteri kapattım. Kütüphanemi kendi fakültemiz başta olmak üzere yeni kurulan İlahiyat fakültelerine dağıtmaya karar verdim. Bolu, Çanakkale, Afyon, Kütahya. Bu şehirlerin öne geçmesinin sebebi o günkü kurucu dekanların Bursa’dan meslektaşımız oluşlarıydı. Bu dağıtım on yıl devam etti. Mesela, Milli Eğitim Bakanlığı’nın neşretti İslâm Ansiklopedisi’nin Kütahya İlahiyat Fakültesinde bulunan ciltlerine bakanlar orada “Molla Hüseyin Kütüphanesi 1963” mührünü görebilirler.

YENİ KÜTÜPHANEDE 10 BİN KİTAP VAR

2017’de Bursa Kültür ve Turizm Müdürü olan eski öğrencim Dr. Abdullah Damar teklifi yeniledi. Nasıl olduysa ona “Hayır, ben o defteri çoktan kapattım” diyemedim. Ve olan oldu. Belli merhalelerden sonra 10 Aralık 2021 tarihinde kütüphane Pınarbaşı semtinde hizmete girdi. Ve bir daha şu hikmetli sözler tarih sahnesine çıktı: “Her kitabın bir kaderi vardır” “Her şeyin bir vakt-ı merhûnu vardır” Kayıt-kuyut işleri tam bitmedi. 10 bin civarında kitap olduğu tahmin edilmektedir. Başka koleksiyonlarım da vardır. Mesela birkaç bin tane imzalı kitabım var. Onları şimdilik Mudanya’daki fakirhanede tutuyorum. Dergilerin 1. sayılarını topluyorum. 2000’e yaklaştım. Bakalım onların talihi nasıl olacak. Efemera denilen alanla ilgili de epeyce zengin ve renkli malzemelerim var. Tasnif sıralarını sabırla bekliyorlar. Elli yıllık fotoğraf koleksiyonum filmleriyle birlikte muhafaza altındadır. Dijitale geçmedim, geçmeye de niyetim yoktur. Sloganım şudur: “Tabedilmeyen fotoğraf, fotoğraf değildir.”

BİRÇOK YERDEN KİTAP HEDİYELERİ GELİYOR

Kitap alımım devam ediyor. Bugün bile bulunmayan bir eseri sahaftan 150 lira vererek aldım. Yerimiz geniş olmadığı için mükerrer nüshaları başka kütüphanelere göndereceğim. Mevlâna ve Mevlevilikle ilgili mükerrer nüshaları, yanı başımızda yeniden ihya edilen Bursa Mevlevihanesi Kütüphanesi’ne gönderdim geçen hafta. Enteresan bir haber de şu: İki kadın kütüphaneye kitap almam için para gönderdi. Hiç beklemediğim bir şeydi bu. Hiç aklımdan geçmemişti. Çünkü kimseye böyle bir teklifte bulunmadım. İstanbul’da oturan bir başka kadın ise büyük bir yayınevinin edebiyatla ilgili eserlerini alıp bizzat getirmek istediğini söyledi. Kütüphanede prestij kitap türünde de epeyce yadigâr vardır. Kitapların bir kısmının hediye olduğunu, bir kısmının ise zar zor, araya adamlar koyarak temin edildiğini söylemeye gerek yok. Bir kısmında hediye eden zatın adı yazılıdır. Son hediye kitap bugün Ketebe Yayınlarından geldi: “Ve Allah Kalpleri Döndürür” (12. 08. 2022)

KİTAPLARIN DA HATIRLATTIKLARI VAR

Şu soruyu çok soran oldu. “Ömür boyu kıt imkanlarınızla satın alıp biriktirdiğiniz kitapları bir yere vermek, onlardan ayrılmak zor olmadı mı?” Bu soruya cevap verirken şu ifadeyi kullandım: “Kitap da masivadır”. Dervişlere göre kâinatta iki konu vardır. Allah ve ötekiler. Ötekilerin adı masivadır. Kitapları almak, muhafaza etmek, zaman zaman okumak, bazen okşamak, hatta karşısına geçip seyretmek… Geçici olarak birilerinin hizmetine sunmak hepsi güzel... Beni mutlu eden şeyler. Kitaplarından ayrılamayanlar, başkalarına değil vermek, göster(e)meyen dostlar da var. Bazılarıyla bizzat tanıştım. Bir şey deme hakkımız yok. Mal onun istediği gibi tasarruf eder. Bendeniz öyle düşünenlerden değilim. Ayrıca şunu söyleyeyim: Kitaplarımdan ayrılmış da değilim. İstediğim zaman (mesai saatleri dahilinde) kütüphaneye gidiyorum. Okuyorum, seviyorum, kokluyorum, eski günleri yâd ediyorum, çünkü kitapların da hatıraları var. Hatırlattıkları var.

SÜLEYMAN ULUDAĞ

Yaşarken vakfedenlerden olmayı tercih ettik

Kitaba merakım küçük yaşta başladı. Bunun sebebi ailem ve içinde yetiştiğim köyüm. Ailem de köyüm de dindardı. Altı yaşında elime Elif cüzü verip Kur’an okumayı öğrenmek için hocaya gönderdiler. Yedi yaşında Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayı öğrendim ve hatmettim. Evimizde dini sohbetler yapılır, hocalardan ve dinden bahsedilirdi. Kış mevsiminde, uzun gecelerde Mustafa Darîr’in, “Sîretü’n-nebîi”si, bunun kenarındaki Battalgazi hikâyesi okunurdu. Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin ekindeki hikâyeler de okunurdu. Rahmetli anneannem okuma yazma bilmezdi, dindardı. Bir siret kitabı satın almıştı. Kitap, hayrattı. İsteyen alır evine götürür okur ve sonra iade ederdi. Aynı şekilde çeşitli kıssa ve hikâyelerin anlatıldığı Ahmediye’nin okunduğu da olurdu. Bu eserler okunduğunda bunları dikkatle dinlerdim. Bu esnada bana bir iş teklif edildiğinde ağırdan alır, okunan metni dinlemeye devam etmek isterdim. Bu yüzden merhum annem bana “Kulak Mollası” derdi.

İLK KİTABIMI 14 YAŞINDA SATIN ALDIM

İlk defa kitap satın aldığımda 14-15 yaşındaydım. Mehmet Yıldırım ismindeki arkadaşım Konya İmamhatip Okulu’nda öğrenciydi. Yazın köye geldiğinde hocalardan ve kitaplardan bahsederdi. Biriktirdiğim az miktardaki parayı ona verir bana uygun bazı kitaplar almasını rica ederdim. O da tatile geldiğinde aldığı kitapları getirirdi. Bu eserler şunlardı: Ahmet Hamdi Akseki’nin “İslam Dini”, M. Hüseyin Heykel Paşa’nın “Hazreti Muhammed Mustafa” Said-i Şirazi “Bostan,Gülistan, Kelile ve Dinme”, Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslam İlmihali” isimli eserler. Odamda iki çekmecesi olan bir masa vardı. Bu iki çekmeceyi az sayıdaki kitaplarla doldurmuştu. Benim ilk kütüphanem de budur.

ELBİSE BURSUMLA KİTAP ALIYORDUM

1956’da Çorum İmamhatip Okulu’na kayıt olduğumda burada yeni hocalar ve kitaplarla tanıştım. Bu okul 1953’te açılmıştı ve kütüphanesinde fazla kitap yoktu. Milli Eğitim Bakanlığının yayınladığı şark klasiklerinin epey bir bölümü bu okul kütüphanesinde vardı. Ayrıca il kütüphanesi de şehrin merkezinde ve saat kulesine yakın bir yerdeydi. İstediğim kitaplardan bazılarını burada buluyor ve okuyordum. 1963 Eylül’ünde İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne geldiğimde kitap dünyam büyüdü ama kitap alma imkânım kısıtlıydı. Yatılı öğrenciydim. 500 lira elbise parası verdiler. Bu para ile elbise almak yerine Bağdat’taki el mektebetü’l müsemma isimli kitapçıdan kitap almıştım. Kitapsever (bibliyofil) bir tarafım her zaman olmuştur. Ama edinmek istediğim eserleri alma imkânım sınırlıydı.

İLİM TALİBİ OLANLAR BU KİTAPLARI OKUMALI

Sahip olduğum ve edindiğim kitapların sayısını ben de bilmiyorum. Ben yazdığım kitaplarımın sayısını bile bilmem. Kitapların kıymeti okura ve araştırmacılara göre değişir. İlim dallarına göre de farklılık gösterir. Tefsirden İbn Kesîr, Zemahşeri ve F. Razi’nin, hadisten Kütüb-i Sitte’nin, kelamdan İmam Eş’arî’nin ve onun takipçilerinin, tasavvuftan Muhâsibî, Hâkîm Tirmizî, Kuşeyrî, Hücvîrî, Gazzâlî, İbnü’l Arabî, gibi alimlerin Umran İlmi ve tarih felsefesi bakımından İbn Haldun’un eserleri tercih ettiğim büyük önem ve değer verdiğim eserlerdir. İlim talibi olanlara da bu eserleri tavsiye ediyorum. Beraber son iki asırda oldukça kıymetli ve faydalı eserler yazılmıştır. Son yarım yüzyılda bunları sayıları daha da artmıştır. İlim talipleri ve araştırmacılar bu eserlerden müstağni kalamazlar.

BİR KISMI ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİNDE GERİ KALANI YENİ KÜTÜPHANEDE

Taleben ve sevgili meslektaşım Mustafa Kara ile kitaplarımızı Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı Kütüphanesi’ne bağışladık. Kültür Bakanlığı ve Bursa Büyükşehir Belediyesi ile de bir protokol imzaladık. Kitap bağışlama sürecinin tamamı ile Sevgili Mustafa Kara takip etti ve gerektiğinde benimle istişare etti. Şu önemli noktayı da önemle belirtmek isterim. Benim kitaplarımın büyük kısmı Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde. 2007 senesinde emekli olunca fakültede kitaplarının bir kısmını Balkanlı talebelerim aracılığıyla Balkanlardaki kütüphanelere yolladım. 1983 tarihinden itibaren 30 seneden fazla İstanbul-Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki İSAM’da çalıştığımdan buradaki kütüphaneden rahat bir şekilde faydalanabiliyordum. Bu sebeple elimdeki kitaplardan bazılarına ihtiyacım kalmamıştı. Geri kalanları Bursa’daki kütüphaneye verdim. Benim kitaplarımın yarısından fazlası tefsir, hadis, fıkıh, usul-ı fıkıh, kelam, siyer, tarih ve felsefe ağırlıklı. Evimde kalan kitapların eninde sonunda gideceği yer de orasıdır. Zaten bize kütüphanede bir oda tahsis edildi. İstediğimiz zaman gidiyor, kütüphanede çalışıyoruz. Kitaplarımızdan kopmuş değiliz. Zaman zaman onları ziyaret edip kitaplarımıza vefa borcumuzu yerine getiriyoruz.

ASLOLAN HAYIRSEVERLİKTİR

Zengin kütüphaneleri olan zevattan bazıları kitapları varislerine bırakırlar. Varislerden bir kısmı bu eserlerin değerini bilmezler kitaplar haraç mezatlarında satılır. Biz bunu sahaflarda defalarca gördük. Bazı zevatta kitaplarının kütüphaneye verilmesini vasiyet eder. Bunları İstanbul’daki Süleymaniye Kütüphanesi’nde görmek mümkün. Bu arada kendi adına kütüphane kuranlar da vardır. Biz ise halihayatında kitaplarını vakfedenlerden olmayı tercih ettik. Bununla birlikte bir ayağımız hala kütüphanemizde. Çok sayıda kitap edinmek ve bunları okuyucuların, araştırmacıların, ilim ve fikir adamlarının istifadesine sunmak elbette ki güzel bir şeydir, bir hayırdır. Ama kitap aslında amaç değil, araçtır. Yeni bilgilere farklı fikir ve kanatları ulaşmanın ayrıca edinilen bilgileri amel edip Allah Teala’nın samimi bir kul olmanın, kâmil faziletli hayırsever ve güzel ahlak sahibi olmanın bir aracıdır. Bu aracı amaç hâline getirip kitapları ile başkalarına karşı kibirlenen ve bunu bir aracı hâline getirenler böyle şöhret sahibi olmak isteyenler her zaman olmuştur. İlimde fikirde dinde ve ahlakta büyüklenmeye ve ünlenmeye yer yoktur. Şöhret afettir. Aslolan mahviyet ve tevazudur, ihlastır, iyi niyettir hayırseverliktir.

SITKI TÜRKAN

Verdikçe çoğalan bir koleksiyon

  • Sıtkı Türkan, ömrünü kitap ve dergi toplamaya vakfeden bir isim. Büyük Doğu’dan başlayarak İslamcı dergileri ve sonra diğer tüm dergileri toplayarak büyük bir arşiv oluşturmuş. Süreli yayınları takip etmesinden dolayı ‘Süreli Sıtkı’ diye anılan Türkan’ın, Atatürk Kitaplığına, İslamcı Dergiler Projesine ve bir vakıf kütüphanesine bağışladığı binlerce esere rağmen halen deposunda yüz binden fazla kitabı ve yaklaşık yüz elli bin dergisi bulunuyor.
-Kitaplara merakınız kaç yaşlarında nasıl başladı, ilk aldığınız kitabı hatırlıyor musunuz?

Kitaplara merakım, mutat olarak evimizde ve dükkanımızda her gün kitap okuma saatimiz olduğundan dolayı çok küçükken, dört beş yaşlarımda başladı. Babamın ve daha çok ağabeylerimin okuyup bizlerin dinlediği saatler beni kitaplara öylesine bağlamıştı ki, ertesi günü iple çekerdim. Lokantamıza en az haftada bir defa uğrayan seyyar kitap satıcılarından ilkokul 1. sınıfa giderken galiba 120 kuruşa aldığım Hz. Ali Hayber Cengi (veya Hayber Kalesi Fethi) kitabını saymazsak Cağaloğlu yokuşunda Arkın Kitabevi’nden aldığım Son Akın kitabı ilk aldığım kitaptır.

-Kitap merakınızın tutkuya dönüşme süreci nasıl gelişti?

Bu ilginin aşırı bir bağlılığa, tutkuya dönüşmesinin birkaç sebebi var herhalde. Birincisi babamın “yakın tarih” konulu sohbetleri, kaynak olarak zikrettiği kitaplar, adını andığı yazar ve yayınevleri benim merakımı celp etmişti. İkincisi, ilkokul öğretmenlerimin teşviki. Üçüncüsünün anısı da şöyledir: Küçük yaşlarımda annemle Bayazıt Camii’ne giderdik, beni yanına alır büyük âlim zatların sohbetlerini dinlemeye giderdi. Kadınlar mahfilinde annemle oturmaktan sıkılınca dışarı çıkardım. Annem bana canım bir şey çekerse almam için para verirdi. Hemen arkamızda Beyazıt Sahaflar Çarşısı vardı. Annemin bir şeyler yemem için verdiği paranın tamamını kitaba harcar, açlığımı cami şadırvanından su içerek gidermeye çalışırdım. Ne olduysa orada oldu, orada müzayedeleri seyretmeye bayılırdım. Muzaffer Ozak Efendi’yi ilk orada gördüm, Raif Yelkenci gibi büyük sahafları ilk orada tanıdım. Babamın sohbetlerinde (yererek veya överek) sık sık adlarını andığı yazarları, gazetecileri dergi sahiplerinin birçoğunu orada gördüm, tanıdım. Benim kitaplara bu derece sevdalanmamın en önemli nedeni Cağaloğlu ve Beyazıt gibi yerlere küçük yaşta gitmem, yazarları, kitabevlerini yakından görmem, dergi idarehanelerinde ve yayınevlerinde yapılan sohbetlere, tartışmalara kenardan, bir köşeden kulak misafiri olmamdır.

-Daha önce İLEM Projesine ve Atatürk Kitaplığına kitap bağışladığınızı biliyoruz. Nasıl karar verdiniz?

Babam Bugün, Babıalide Sabah, Son Havadis, Tercüman, Milliyet gibi günlük gazeteleri aksatmadan her gün alırdı. Bana da babamdan geçti zannederim. Dört yıl öncesine kadar çok fevkalâde durumlar haricinde hiç aksatmadan gazete almaya devam ettim. Millî Gazete, Yeni Devir, eski Zaman, sonraki Zaman, Türkiye Gazetesi, önceki Yeni Şafak, şimdiki Yeni Şafak, Vakit, Beklenen Vakit, Anadolu’da Vakit, Akit, Yeni Akit, Selam, Sağduyu, Bayrak ve tamamı olmasa da çoğu zaman Yeni Asya, Yeni Nesil gibi gazeteleri topluyordum, biriktiriyordum. Gazete ekleri de dâhil her ayı ayrı bir bağ yaparak üst üste yığıyordum. Artık ne koyacak yer kalmıştı ne bende güç ne de cepte para! Ne atmaya ne satmaya kıyıyorum. Allah’ın bir lütfu olarak Akın Ergenekon Bey vasıtasıyla Atatürk Kitaplığı’nın efsane Müdürü Ramazan Minder Beyefendi ile görüştüm. Neticede bütün gazete arşivimi oraya bağışladım. Bir gün de İLEM’in İslamcı Dergiler Projesi’nin (İDP) başındaki Lütfi Sunar Hoca geldi, tatlı ve efsunkâr diliyle beni ikna etti. 50 yıldır biriktirdiğim bütün dergileri İLEM binasına taşıdılar. Onların içinden otuz bin kadar (İslamcı Dergiyi) arşivlerine aldılar. Diğerlerini tekrar geri benim depoma getirdiler.

Bunun dışında bir vakıf kütüphanesine 25 bin kitap, binlerce dergi verdim. Türkiye’nin çeşitli yerlerine, okullara, kitaplıklara da binlerce kitap gönderdim. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’den de aradılar, lakin nasip olmadı. Atatürk Kitaplığı’na verdiğim gazete koleksiyonu içinde Osmanlıca olanlar, yazma kitaplar ve MTTB ve Akıncılar arşivim de vardı. Benim için, hususen manevi olarak büyük değeri vardı. İLEM İDP’ye verdiğim dergiler de benim için baha biçilmez değerde idi.

-Halen elinizde bulunan koleksiyonlarınızı bir kuruma bağışlamak için vasiyet etmeyi düşünür müsünüz?

Kütüphanemde, depolarımda yüz binden fazla kitap yaklaşık yüz elli bin dergi var. Maddi açıdan en değerli olanlar yazmalar ve Osmanlıca olanlar. Manevi değeri benim için en kıymetli olanlar Akıncılar ve MTTB’den bahsedenler, onlarla ilgili olanlar. Vasiyetim olabilir, bazen önem verdiğim, sevdiğim ve ciddi bir kuruma, vakfa vermeyi düşünüyorum. Ama hem ben bağış yapmaktan bıktım hem de hatun ve çocuklarım pek sıcak yaklaşmıyorlar. Yine de nasip kısmet nedir, ne yaparız bilemiyorum.

ÜMİT MERİÇ

Meriç’in kitapları layık olduğu yerde

  • Cemil Meriç’in kütüphanesindeki her biri eşsiz 500’e yakın Osmanlıca eser, ünlü düşünürün kızı Ümit Meriç tarafından geçtiğimiz yıllarda Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesine bağışlandı. Meriç, doğrudan doğruya kendi irfan dünyamızla ilgili olan bu eserleri, 5 milyon kitap hedefiyle yola çıkan Türkiye Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’ne hediye etmeyi uygun gördüğünü söylüyor.

11 BİNİ AŞKIN KİTAPLIK KÜTÜPHANE

Cemil Meriç’in 11 bini aşkın kitap bulunan bir kütüphanesi olduğundan bahseden Ümit Meriç, “Bağışlanan eserler bunun ufak bir kısmı. Diğer eserler ise kendi içlerinde farklı bölümlere ayrılıyor. Ama büyük bir çoğunluğu Fransızca. Dolayısıyla bir irfan kütüphanesine hediye edilmesi evveliyeti olan eserler değildi. Bu Fransızca eserler üzerinde çalışma yapıyorum. 30 yıllık hocalık hayatımın dökümü olan ‘Sosyolojik Düşünce Atlası’ adlı bir kitap hazırlıyorum. 5 cilt, 3200 sayfa. O eserlerden şu anda ben istifade ettiğim için acele edip vermekte tereddüt yaşadım. İstikbalde nasıl bir akıbeti olacak bu kitapların ona henüz karar vermiş değilim. Benim tek mirasım olan kızımın fikrini alarak bunu karara bağlayacağım.” diyor.

GELECEĞİN KURULMASINA KATKI SAĞLAYACAK

Baba yadigarı eserleri bağışlarken üzülmediğini söyleyen Ümit Meriç duygularını şöyle anlatıyor: Beni hiç üzmedi. Biz kendi değerlerini paylaşan bir aileyiz. Babam düşüncelerini bu toplumla paylaştı. Bu toplumun bugünkü şekillenmesinde de katkısı oldu. Ben de bir hoca olarak vaktimin hemen tamamını kitaplarını hazırlamaya; hoca olduğum zaman da öğrencilerimi yetiştirmeye hasretmiştim. Dolayısıyla kitapların bende kalması ya da babamın fikirlerinin kendisinde kalması bencilce olurdu. Ben kitapların en layık olduğu yere emanet edildiğini, bu devletin ve bu milletin bu irfan kütüphanesine sahip çıkarak geleceğin kurulmasına, onlardan da istifade edeceğini düşündüğüm için oraya verdim. Dolayısıyla üzüntü değil sevinç konusudur.

BAĞIŞLANMAYAN ESERLER AMERİKA’YA GİTTİ

İlim adalarının kitaplarını bağışlamanın önemine değinen Meriç, “Birçok örneği var kendisi hayattayken kitaplarını, kıyıp bir yere topluma mal edemeyen ya da hediye edemeyen, ani bir ölümle bir karar alamadan ahirete intikal etmiş insanlar var. Maalesef genelde çocuklar ya da varisler bu kitapları satıyorlar. Hatta bir dönem maalesef Amerika’ya çok değerli kitaplarımız gitti. Mesela Halil İnalcık Hoca gibi de kitaplarını üniversitelere bağışlayan değerli insanlar da var.” ifadelerini kullanıyor.

İSTİKBALİN YOLU KÜTÜPHANEDEN GEÇER

Kitap bağışlarının özellikle Millet Kütüphanesi’nde yapılmasını isteyen Meriç, “Bizim bir milli kütüphanemiz vardı biliyorsunuz, fakat bir millet kütüphanemiz yoktu. O açıdan Ankara’daki külliyede inşa edilen millet kütüphanesinin birçok devletin mirasını bugüne getirmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı merkezine toplanmış olmasını fevkalade anlamlı ve faydalı görüyorum. Ve kitaplarını, özellikle milli devlet ve şuur konusunda kaleme alınmış olan kitapları, Türk tarihi ve Türk irfanıyla, İslam dünyasıyla ilgili kitapları olan kişilerin Külliyedeki 5 milyon olmaya aday olan kütüphaneye hediye etmelerini temenni ediyorum. Amerika’da Library of Congress, İngiltere’de British Museum, Fransa’da Bibliotheque Nationale de France, Rusya’da Lenin Kütüphanesi var. Bütün bunlar bu devletlerin milli şuurlarının buluşmasını sağlayan dereciklerdir. O ülkenin kaderleri geçmişleri bugünleri dolayısıyla gelecekleri o havuzlarda toplanır. Yani Cemil Meriç’ten bir cümleyle bitireyim konuşmamı: Eğer muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlamak istiyorsak yolumuz kütüphaneden geçecektir.” diyerek sözlerini bitiriyor.

MUSTAFA KUTLU

Okuduklarımı biriktirmeden bağışladım

Geniş kütüphaneleri olan ilim adamlarından, araştırmacılardan ve edebiyatçılardan bahsettik. Bir de uzun yıllardır süren yazın hayatına karşı hiç kütüphanesi olmayan bir yazarımız var, hikayeciliğiyle tanıdığımız Mustafa Kutlu. “Ömrümce kitaplarımı biriktirerek bağışlamaktan ziyade hiç biriktirmeden bağışlayan bir adamım.” diyor Kutlu ve dosyamıza farklı bir bakış açısı getirerek kütüphane konusundaki düşüncelerini şöyle anlatıyor: Kitap toplama, kitap biriktirme normal bir hadise olarak cereyan ederken bir de bunu tutku haline getirenler var. Çok tanıdığım kişiler var. Kitaplara karşı büyük bir sevgi besliyorlar ve neredeyse hastalık derecesinde onları kıskanıyorlar. Kendi uhdelerinde, elinin altında bulundurmak istiyorlar. Bu da bence tutkulardan bir tutkudur. Sonuçta bir takım nadir kitapların toplanmasını ve kuvvetli kütüphanelerin vücut bulmasını sağlıyor. Zamanı gelince kütüphanelerin sahipleri içlerinden geliyorsa eğer bunları herhangi bir kuruluşa bağışlıyorlar. Böylece kitaplar zayi olmadan elden ele dolaşarak, birikerek daha büyük kütüphanelere ulaşmış oluyor. Bazı zevat ise kitaplarını bağışlamıyor. Vefatlarından sonra varisleri onları peyderpey satılığa çıkarıyor. Bu kütüphanelerin dağılması da çok dramatik bir hadisedir. Buraya kadar anlattıklarım gerçekten kitap severlerin kitap toplayanların normal bir davranış olarak özel kütüphane kurmaları...

Bana gelince, ben belki bu soruya cevap veren insanların içerisinde derbederliği yüzünden kütüphane kuramamış, biraz da bir tutum yüzünden kitaplarını kendinde bulundurmaktansa ehli olanlara, sevenlere dağıtmayı şiar edinmiş birisiyim. Benim kütüphanem yok. Zaten kitap toplayan birisi de değilim, ama 54 senelik bir yazı hayatım var. Yayıncılıktan geliyorum. Dolayısıyla kitapla haşır neşir olmuş biriyim ama hiçbir zaman titizlikle kitap seçip, kitap toplayıp kendine kütüphane kurma durumunda olmadım. Okuduğum kitapları, beğenip sevdiğim kitapları beğenip sevdiğim, ehli kişilere dağıtmayı severim. Dolayısıyla biraz benimki şeye benziyor, Edip Cansever’in Yer Çekimli Karanfil şiiri vardır... Alıp sana veriyorum işte, sen de bir başkasına veriyorsun, o başkası yok mu bir yanındakine veriyor, derken karanfil elden ele. Hiçbir zaman kitap mülkiyetim olmadı. Dolayısıyla benim tutumum da o kadar kitap severin arasında aykırı bir çiçek olarak, bir kır çiçeği olarak görülebilir. Ömrümce kitaplarımı biriktirerek bağışlamaktan ziyade hiç biriktirmeden bağışlayan bir adamım.

#Gönül Tekin
#Günay Kut
#Doğan Hızlan
#Ahmet Kot
#Ali Haydar Haksal
#Mustafa Kara
#Süleyman Uludağ
#Ümit Meriç
#Sıtkı Türkan
2 yıl önce