|

Gelenek bilmeden geleceğe yürümek zor

Şirin Pancaroğlu ve Bora Uymaz İKSV Müzik Festivali kapsamında Yunus Emre’den ilhamla “Sarı Çiçek” isimli konserlerini verecek. Bora Uymaz, “Gelenek dediğimiz şeyi bilmeden, klâsik âsârımızı kavramadan geleceğe yürümenin zor olduğu kanaâtindeyim. Çünkü gelenek ve ecdâdın oluşturduğu eserler bizim vârımız” diyor. Pancaroğlu ise, “Bu bereketin üzerinde çok yoksuluz” diyor.

Merve Akbaş
04:00 - 5/09/2021 Pazar
Güncelleme: 14:36 - 5/09/2021 Pazar
Yeni Şafak
Şirin Pancaroğlu - Bora Uymaz
Şirin Pancaroğlu - Bora Uymaz

İstanbul Müzik Festivali’nin “Sarı Çiçek” isimli projesi festival programı açıklandığı anda dikkatleri üzerine çekti. Şirin Pancaroğlu ve Bora Uymaz tarafından kaleme alınıp Yunus Emre’nin dizeleriyle birleşen besteler bu konserde ilk kez seslendirilecek. Klasik müzik geleneğiyle yetişmesine rağmen Türk müziği, doğaçlama, tango ve öncü türlerdeki çalışmalarıyla övgüler alan; özgün projelerle yeni müzik tarzlarına her daim kapılarını açık tutan arp sanatçısı Şirin Pancaroğlu ve çeşitli biçim ve türlerde 800’den fazla bestesi bulunan İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu solisti Bora Uymaz ile bu değerli projelerini konuştuk.


Bu proje nasıl ortaya çıktı? Çalışmalarınız nasıl Yunus Emre üzerinde şekillendi?

  • Şirin Pancaroğlu:
    Bora Uymaz ile 2013’ten bu yana farklı müzikler üzerinden birlikte çalışıyoruz. Bora’nın ilk daveti şöyleydi: “küçük, manevi şeyler” yapalım. Tasavvuf müziğini tarif ediyordu. Bu tabiri ilk duyduğumda kalbimi bir sıcaklık kaplamıştı. Küçük ama manevi olarak derin! Bora müziğin bu yolunda epey yürümüştü benden önce. Bu doğrultuda kıymetli birikimini ortaya koydu ve yeni yollar açmak üzere çalıştık. Yıllar içinde hem Türkiye hem de ülke sınırları dışında küçük ve manevi meseleler üzerine yeni bestelerden oluşan epeyce konserler verdik, kayıt yaptık. İstanbul Müzik Festivali 2021 yılı için festival temasını açıkladığında, ki bu aslında pandemiden önceydi, “bir başka dünya mümkün” konusunun bu küçük manevi meselelerin gözlüğünden çok güzel ele alınabileceğini düşünerek konuyu Bora ile konuştum. Farklı mutasavvıfların dilinden “bir başka dünya mümkün” meselesini ele almayı düşündük. Festivale sunduk, beğenildi. Ancak daha sonra 2021 yılı UNESCO’nun önerisi üzerine Türkiye tarafından Yunus Emre anma yılı olarak belirlenince, festival yönetimiyle birlikte bir karar alarak pusulamızı Yunus Emre’ye çevirdik.

Konser günü dinleyiciler hangi besteleri dinleyecekler? Bu bestelerde kullandığınız dizeleri nasıl seçtiniz?

Ş.P:
Literatür taramasında Anadolu erenlerinin edebiyatına hakimiyeti sebebiyle Konya’dan bir dost, Ali Bektaş ile çalıştık. O bize festivalin hazırladığı tema metni doğrultusunda bir seçki önerdi; biz bu seçkiden derledik bestelerin sözlerini. Farklı formlarda eserler besteledik. İlahi, şarkı, türkü ve fantezi formlarının yanı sıra, “bilmece”, “gülmece”, “hikmet” gibi yeni isimler verdiğimiz tarzlar da yenilikler arasından yer alıyor programda. Çeşitlilik içeren ama aynı zamanda homojen bir atmosfer yaratmayı hayal ettik. Sözlerin içindeki müziği duymaya ve duyurmaya gayret ettik, çünkü şiir de özünde bir müzik. Konser bir saz eseri ile başlıyor: bu yaz ülkemizde ve dünyada yaşan yangınlardan etkilenerek bestelediğim “Küllerinden” başlıklı bir peşrev bu. Sonra sözlü eserler farklı enstrümanların taksimleriyle birbirlerine bağlanacak ve tüm eserlerin ilk seslendirilişini yapacağız bu konserde. Ayrıca bu projeyi albüm olarak yayınlamak için kaynak arayışındayız.

BESTE BAHÂNE İNSAN ŞAHÂNE

Yunus Emre’nin dizeleriyle birleşen bu bestelerinizin sizce günümüz dünyası için nasıl bir mesaj taşıyor?

  • Bora Uymaz:
    Sanat insanın hakîkâti ile doğrudan bağlantılı bir mevzû. İnsan kendinden yani hakîkatinden uzaklaştıkça muhakkak ki sanattan da uzaklaşıyor ve yâhut sanattan uzaklaştıkça da kendinden . Çünkü sanatın terbiye edici ve insana hakîkâtini hatırlatıcı bir işlevi de var . Tam da bu mänâda Niyâzî Mısrî hz.’nin bir beyiti çıkageldi . ”Sânî’i gör,günde yüzbin türlü san’at gösterir. Kendini göstermek içindir o san’attan garaz.” Mesele bu gâyeyi anlamaktır kanaâtimce. Bu bağı kurabilen birileri her devirde olduğu gibi günümüzde de olacak ve bu sesi duyuracaktır . Sizin ifâdenizle bu mesajı verecektir . Yunus Emre Hz ve daha niceleri gibi. Bizim de amacımız bu hakikâti kavramak, mümkün olduğunca yaşamak ve hem kendimizin hem de duyan kalplerin hatırlamasına vesîle olmak. Yâni kısacası mesele ,insanda sırlanmış mutlak güzelliği duyurmak. Besteler bu anlamda vasıtadır.

Geleneğin çizgisinden ayrılmadan birbirinden değerli ve özgün projeler hayata geçiriyorsunuz. Bu anlamda geleneğin sürdürülebilirliği üzerine neler söylersiniz? Yani eski ve yeni arasında nasıl bağlar kurmalıyız?

B. U.:
Gelenek dediğimiz şeyi bilmeden, klâsik âsârımızı kavramadan geleceğe yürümenin zor olduğu kanaaâtindeyim. Çünkü gelenek ve ecdâdın oluşturduğu eserler bizim vârımız . Vârınız yoksa üzerine birşey koyamazsınız. Çok şükür biz bu konuda zengin bir milletiz. Sadece bunun farkında mıyız, asıl sorgulamamız gereken mesele budur. Tam da bu minvalde Yahya Kemal’in bir beytini hatırlatma gereği duydum. Kendisini eleştirenlere şöyle cevab ediyor; “Ne harâbîyim, ne harâbâtîyim . Kökü mâzîde olan âtîyim.” Sanırım demek istediğim, belki de ifâde edemediğim şeyleri iki cümlede özetlemiş üstad... Tâbî sadece bu yeter mi ,yetmez. Konumuz müzik ise şâyet, diğer önemli medeniyetlerin müziklerinden de haberdâr olmanız ve bu anlamda dünyada ne oluyor ne bitiyor, buna da açık olmanız gerekiyor. Bendeniz Klâsik Türk Müziği eğitimi almış ve meşkle yetişmiş biriyim meselâ. Ancak tango da besteleyip icra ettim, arp ve piyano için eserler de besteledim, Uzakdoğu ve Hint müziğiyle de ilgilendim . Kendimi anlatmak sevdiğim birşey değil ancak, sorunuza böylelikle cevap vermiş oldum umarım.

Bir röportajınızda popüler olmayan yani gelip geçici olmayan bir müziği icra etmenin zor olduğunu söylüyorsunuz. Peki iyi bir müzik çalışması popüler de olabilir mi?

  • B. U.:
    Popülerlik , halkın zevkine uygun ve halk tarafından tutulan şey ise şâyet, halkın zevk ve seviyesinin, bir anda tüketilip biten ve hiçbir sanat zerreciği barındırmayan şeylerden ibâret olduğunu düşünmüyorum kesinlikle. Nasıl böyle oldu, nasıl bir kasıtla bu hâle getirildi toplum? Ancak popülerlik derken, göz önünde bulunurluktan ve halka ulaşabilirlikten bahsediyorsak, bu bir devlet meselesi hâline geliyor, ki tam da şu anda şu soruları sormamız gerekiyor; Devletimizin gerçek bir kültür -sanat politikası var mı? Eğer yok ise bununla ilgili bir çalışma yapılıyor mu? Böyle baktığımızda da ben bu sorunun muhattabı olmaktan çıkmış oluyorum . Çünkü benim işim bestecilik ve müzik icrâcılığı. Ben bu konuda en estetik ve kaliteli olan şeyi üretmekle ve sunmakla mükellefim.

ARP GÖRMÜŞ GEÇİRMİŞ BİR ÇALGI

Arp aslında batı müziği çalgısı sanılabilir. Oysa ki evrensel bir yönü var. Aynı biçimde Yunus Emre’nin dizelerinin evrenselliği söz konusudur. Bu bağlamda Yunus dizelerinin yanında arp sesi duymanın anlamı üzerine neler söylersiniz?

Ş.P:
Arp tüm medeniyetlerde varlık göstermiş bir çalgı. Belirttiğiniz gibi evrensel olduğu kadar, kadim de. Aslında bilge bir çalgıdır arp, kadim olduğu için, çok görmüş geçirmiş biri gibi düşünebiliriz onu. Her tür müziğe uyum sağlar ve her daim biraz ilkeldir, kendisidir. Arpın kültürümüzdeki versiyonu olan çeng, ki bir orta çağ çalgısıdır, yüksek bir mistik sembolizimle ile yüklüdür; gerek edebiyatımızda gerekse görsel kültürümüzde örneklerini görebiliriz. Bu bağlamda arpın Yunus Emre ile yüksek bir titreşime gireceğinden şüphe duymuyorum.

Klasik müzik geleneğiyle yetişmiş biri olarak Türk müziği, doğaçlama, tango ve öncü türlerdeki çalışmalarınızla da konuşuluyorsunuz. Özgün projelerde yer almak sizin müziğinize nasıl yansıyor?

  • Ş.P:
    Müzikte proje kavramını kısaca ele almakta fayda var bu soruyu tam olarak yanıtlamak için. Proje dediğimiz, ki bu kavramın bugün Türkiye’de doğru şekilde kullanıldığını düşünmüyorum, aslında belli bir odak etrafında derinlemesine düşünce, yaratıcılık, yeni icra pratikleri, araştırma ve iş birliği içeren bir yaklaşımla ortaya konulmuş çalışmalardan oluşan bir bütündür. Bir başka deyişle, x ile y nin ya da Ahmet ile Evgeny’nin, ya da farklı gelenekleri temsil eden üstadların biraraya bir araya gelip konser vermesi proje olmaz. Daha derin uzantılar gerekir. Bunu çok görüyoruz. Organizatürler iki üstadı yanyana getirip, tek tük prova hatta provasız sahneye “koyuyorlar” ve bu proje olarak lanse ediliyor; ne yazık ki dile de bu şekilde yerleşti maalesef. Proje denilen en fazla bundan ibaret oluyor. Ya da bir temanın altında toplanan bir seçki…oysa bu iş çok daha derin. Mimari eserleri ele alalım. Kültürel miras olarak devraldığımız mimari eserlerin projelerini tahayyül edelim. İnşaat projesi mesela. İş temelden başlar. Bin bir türlü hesabı vardır. Kurallar vardır, gelenek vardır mimaride ama özgün olmalıdır. Sanatta da böyle olmalıdır. Temelden ele alırsınız bir konuyu. Ona farklı noktalardan yeniden bakarsınız. Araştırırısınız. Yeniden inşa edersiniz, malzemeniz, yaklaşımınız yeni ve size has olmalıdır. Sonucunda yeni bir söz söylersiniz müzikle; katmanlı çalışırsınız ve belki de tarihe yeni bir iz düşersiniz. Bu paralellikten anlayabileceğimiz bir başka konu da “bu mimarın” bir projede yer almadığıdır. Proje onundur. Bir ekip olur tabii ki, ama kendisi projenin sahibidir. Dolayısıyla ben yukarıda tarif ettiğim şekilde çalışıyorum “projelerimi”. İlgi alanım biraz genişçe, farklı kaynaklardan beslendim hep çünkü. Yolcu gibi hissediyorum. Yol üzerinde neler nelerle karşılaşıyor insan. Ve neleri içinize alıyorsunuz. Biriktirerek yol alınıyor. Katman katman… ve bu katmanlar zaman içinde hiç beklemediğiniz şekilde birbirleriyle diyaloğa giriyorlar. O noktada bu birikime ev sahipliği yapıp, biraz geri çekilmek gerek. Bu da bir düşünme pratiğidir. Gözlemleyerek müsaade etmek yeni muhabbetlere, ama sonra bir işçi arı gibi devreye girersiniz “oldurmak” için.

Bu bereketin üzerinde çok yoksuluz

Anadolu mirasını özellikle müzik bağlamında yeterince değerlendirebiliyor muyuz?

Ş.P:
Maalesef ki hayır. Müthiş girift, katmanlı bir coğrafyanın insanlarıyız. Dün bitmedik burada. Çok eski yollar, upuzun kanallar var.
  • Bu miras bence o kadar değerli ve o kadar yoğun ki müzik mirasımız da aynı şekilde çok doğurgan ve çok bereketli. Türkiye’de müzisyen olmak mevzu, yollar, seçenekler ve bakacağınız yönler bakımından çok zengin. Ancak bu bereketin üzerinde çok yoksuluz. Bu nasıl bir tezattır değil mi? Nasıl acıdır. Müzik bir defa yakın tarihimizde büyük ideolojik çatışmaların en yoğun yaşandığı sanat dalı olarak müthiş yoksullaştırıldı. İnsanımıza belli bir kimlik dayatma derdinden, müziğin DNA’sıyla oynandığını düşünüyorum. Manipülasyon üstüne manipülasyon, insanların hangi müzikle özdeşleştiği kimlik kartına dönüştürüldü. Müzik kategorize ederek, kendi içindeki diyaloglar kesilmiş; o yüzden bugün müzik düşkün gibi adeta. Bir yandan hal buyken, öte yandan müzik eğitimimiz çok zayıf. Balık baştan kokar: okullardaki müzik dersleri vahameti ortaya koyuyor. Müzik maşa orada adeta. Törenler için uydurulmuş, ideolojik olarak kısırlaştırılmış, kendinin bir parodisi gibi seyrediyor bahtsız müzik dersi K12’de. Devam edecek olursak, profesyonel müzik eğitimi de küçük kutulara konulmuş, Türk müziği, batı müziği, kısır paketler halinde. Kendimizi göremiyoruz bile. Ne olduğumuzu, ne tür bir mirasın üzerinde oturduğumuzun farkında değiliz. Daha doğrusu farkında olalım istenmiyor. 2021’e geldik hâlâ bir kültür politikası yok Türkiye’nin. Yani hiçbir şey değerlendirilemiyor açıkçası. Bir fikir yok; ve buna bağlı olarak destekler çok yetersiz, eğitim kurumları müziğe ve açıkçası insana hizmet edemiyor hal böyleyken.
#İKSV
#Yunus Emre
#Şirin Pancaroğlu
#Bora Uymaz
3 yıl önce