
Boğaziçi Film Festivali’nde izleyiciyle buluşacak olan Ensar Altay’ın ilk uzun metraj kurmaca filmi “Kanto”, aile bağları ve bireysel fedakârlıklar arasındaki dengeyi sorguluyor. Altay, “Kanto, insanın insanı yorduğu gerçeğinden yola çıkan bir film. Bu durumu küçük bir aile içinde tartışmaya çalıştım. Yaşlı bir kadının kaybolmasından çok, kimsenin onu aramamasını anlatıyor” diyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından gerçekleştirilen 13. Boğaziçi Film Festivali başladı. 14 Kasım’a kadar sinemaseverlerle buluşmaya devam edecek olan festival uluslararası yapımlar, özel seçkiler ve belgesellerle dolu zengin bir program sunuyor. Geçtiğimiz günlerde 62. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapan, Ensar Altay’ın yönettiği ilk uzun metraj kurmaca filmi “Kanto”, 13. kez gerçekleştirilecek Boğaziçi Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda ödül için yarışacak. 11 Kasım saat 18.00’de Atlas Sineması’nda da sinemaseverlerle buluşacak olan “Kanto” filmi, hayatını uzun yıllar ailesine adayarak geçiren Sude’nin hikâyesine odaklanıyor. Başkarakterin düzenli bir işe başlamaya hazırlandığı dönemde kayınvalidesinin gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasıyla gelişen olayları konu alıyor. Başrollerinde Didem İnselel, Sinan Albayrak, Yıldız Kültür, Ece Bağcı ve Züleyha Yıldız’ın yer aldığı filmin yapımcılığını Süleyman Civliz ve Ensar Altay üstleniyor. Yeni Şafak Pazar olarak; Altay ile filmi ve festivali konuştuk.
Soruların içinde dolaşan bir film
“Kanto”, insanın insanı yorduğu gerçeğinden yola çıkan bir film. Bu durumu küçük bir çekirdek ailenin içinde tartışmaya çalıştım. Çünkü bana göre insan, insanı evet yorar ama bu yorgunluğa tahammül edemezsek neler başımıza gelir. O zaman neyle karşılaşırız? Bu sorulara cevap vermekten çok, bu soruların içinde dolaşan bir film Kanto. Hikâye, yaşlı bir kadının kaybolmasını anlatıyor. Daha doğrusu, kimsenin onu aramamasını anlatıyor. Onun kaybolmasıyla birlikte ortaya çıkan psikolojik ve toplumsal çözülmeleri göstermek istedim. Dışlanma, aidiyetin kırılganlığı ve geçmişin bugünü şekillendirmesi, benim için sadece temalar değil, filmin biçimini de belirleyen sınırlardı. Belki de Kanto, bu sınırların içinde yürürken o çatlaklardan sızan ışığa bakma cesaretiyle hayata geçmiş bir film.
Asıl çıkış noktam, 2020’de çektiğim Kodokushi belgeseliydi. “Kodokushi”, Japonca’da “yalnız ölmek ve bir süre bulunamamak” anlamına geliyor. Bu belgeseli çekerken karşılaştığım yalnız ölümler beni derinden etkilemişti. İnsanlar karanlık bir köşede ölüyorlardı ve bundan kimsenin haberi olmuyordu. Bu durum beni hem kişisel olarak hem de gözlemleyerek sinema yapan biri olarak çok etkiledi.Gözümüzün önünde olup da görmezden geldiğimiz, önemsizleştirdiğimiz şeylerin aslında nelere yol açabileceğini tartışmak istedim. Ve bunu en iyi yapabileceğim yer kendi toplumumdu. Kendi ailem, çevrem, kendi insanım. Dolayısıyla Kanto’yu yapma fikri de ilk olarak buradan doğdu.
Kanto’da da elbette hem kendimden hem çevremden izler var. Ama sadece yakın çevrem değil… Toplumda, haberlerde, dünyada gördüğüm o sessizlik, görünmezlik, tersinden bakarsak görünür olma çabası… Aslında bunlar filmdeki karakterleri şekillendirdi. Ve bunun en stilize görüldüğü yer aile. Bir evin içinde, aynı çatı altında yaşarken bile birbirine uzak düşebilen insanlar… Bazen söylenmeyen bir özür… Bazen geç kalınmış bir “seni seviyorum”… Ya da bunları içinde tutmak zorunda kalmak… Kanto biraz bu sıkışmışlığın hikâyesi.
Yalnızlığın getirdiği boşluğun ve sessizliğin, bir ailede nasıl yaşandığını anlatmaya çalıştım. Her şeyi kadınların sırtına yükleyerek mutluluğu bulamayız.
Kalabalıkların içinde sessizce yaşanan bir uzaklaşma
Bugün hemen her toplumda farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Artık herkesin birbirine çok yakın göründüğü ama aslında giderek uzaklaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Birlikte yaşıyoruz ama birbirimizi duymuyoruz, görüyoruz ama temas etmiyoruz. Kanto bu anlamda bugünün insanına çok tanıdık bir yerden konuşuyor. Çünkü filmdeki yalnızlık, dramatik bir “tek başınalık” değil; kalabalıkların içinde sessizce yaşanan bir uzaklaşma hâli. Hatta Kanto’nun hikâyesi sadece bir evin içinde geçen bir hikâye değil, hepimizin yaşadığı çağın duygusal bir yansıması. Yok sayılma çağı adeta. Öyle ki filmde vurgulamaya çalıştığım temel fikir de bu; Nefret edilmek, yok sayılmaktan daha iyidir.

İlk ödülümü Boğaziçi’nde almıştım
2021 yılında, daha önce bahsettiğim ilk uzun metrajlı belgeselim Kodokushi ile Boğaziçi Film Festivali’nin uluslararası ana yarışmasında yer almıştım. Türkiye’deki ilk ödülümü de o festivalde aldım. Bu yüzden Boğaziçi’nin benim için özel bir yeri var. Şimdi de ilk uzun metrajlı kurmaca filmim Kanto ile ulusal uzun metraj yarışmasındayız. İyi filmler var, dolayısıyla heyecan da büyük.










