Bundan 5-6 yıl önce, üniversite 2. sınıftayken bir akşam telefonum çaldı. Arayan Furkan abiydi (Çalışkan) ve şöyle diyordu: “Rıdvancım şiirini İtibar’ın bu sayısında yayınladık.” Ben 15 gün önce şiiri göndermeme rağmen, gönderdiğimi çoktan unutmuşum. Haberi alınca o saatte evden fırladım ve ilçede İtibar dergisini bulabildiğim tek yere doğru yürümeye başladım. Bu da 15-20 dakika ediyor. O yürüyüş boyunca saatin kaç olduğunu unutmuştum, kitapevine gittiğimde kapalı kepenkleri görünce saatin kaç olduğuna baktım. Saat neredeyse gece yarısıydı. Varın neler hissettiğimi buradan anlayın.
İçerisini açmadan uzun uzun baktım, biraz mahcup oldum kitaba karşı, bir hayli de yaşlandığımı hissettim, erkekler için “birkaç anda büyüdüklerinin farkına varırlar” denmişti bana birçok kez. Sanırım benim için o birkaç andan biri kitabımı elime almamdı.
Bu soruyu cevaplarken kitap çıkalı bir hafta oluyor, araya bayram girdi. Kime mi imzaladım? Dedeme. Beni hep benzettikleri benim de benzemek istediğim adama, rahmetli Naim hocaya. İmzaladım ve kitaplığın en üst rafına koydum, bence görse mutlu olurdu.
Buna net bir cevabım yok ama; bir şiir kitabını elime aldığımda refleks olarak ilk şiiri ve rastgele açılmış bir başka şiiri okuduğumu fark etmiştim bir zamanlar.
Aslında gündüz yazıyorum sanırım, sadece gün boyu aklımda gezdirdiklerime son halini vermek ve onu kâğıda dökmek geceye kalıyor. Ne çok sanırım diyorum bu arada.
Bilgisayarda başlayıp bilgisayarda bitirdiğim tek bir şiirim var, onu da kitaba almadım. Geri kalan bütün şiirlerimin ilk dizeleri defterden çıkmış bu soruya yanıt ararken fark ettim. Artık bilgisayara geçebilirsin bu şiiri dediğinde bilgisayarı kullanmaya başlıyorum açıkçası.