|

Yazarlar ve yayınevleri hem sevdalı hem kavgalı

Son dönemde çeşitli şekillerde sıkça gündeme gelen telif haklarına dair tartışmalardan yola çıkarak Türk edebiyatının değerli kalemlerinden Fatma Barbarosoğlu, Güven Turan, Cevat Çapan, Güray Süngü ve Mustafa Çiftci’nin kapısını çaldık ve onlara birkaç soru yönelttik. İşte telif hakları konusunda ilginç teklifler, beklentiler ve geleceğe dönük çizilen ümitli-ümitsiz tablolar...

Halil Solak
04:00 - 15/04/2019 Pazartesi
Güncelleme: 10:33 - 14/04/2019 Pazar
Yeni Şafak
​Yazarlar ve yayınevleri hem sevdalı hem kavgalı
​Yazarlar ve yayınevleri hem sevdalı hem kavgalı
HALİL SOLAK
Edebiyatçıların aldıkları ilk telif ücretleri ve Türkiye’deki telif hakları meselesiyle ilgili bir dosya yapma fikri gündeme geldiğinde aklıma, Türk edebiyatının iki ustasının yaşadığı, biraz tebessümle hatırladığım, şu iki örnek geldi.

Birincisi bir şairden: Behçet Necatigil, kendisiyle yapılan bir röportajda edebiyata ilgisinin nasıl başladığını anlatırken aldığı ilk telif ücretini söylemeyi de ihmal etmez:

“1931-1933 arası Akşam gazetesinin haftalık ‘Çocuk Dünyası’ sayfasında ‘Küçük Muharrir’ imzasıyla manzum, mensur, hikâye, fıkra, şiir yayımladım. Gazetenin o sayfasını idare eden İskender Fahrettin Sertelli, telif ücreti olarak her yazıma bir kutu bonbon veya bir büyük paket çikolata verirdi.”

İLK TELİF BONBON ŞEKERİ

15 yaşındaki küçük muharrir emeğinin karşılığını bonbon ya da çikolata olarak alır. Yani yazdıklarının sadece “manevi” düzlemde değil, maddi düzlemde de bir karşılığı olduğunu/olabileceğini anlar ve aradan ne kadar zaman geçerse geçsin ilk aldığı telifi unutmaz.

ANNEM İŞE YARADIĞIMI GÖRSÜN

İkincisi bir hikâyeciden: Rıfat Ilgaz Yokuş Yukarı adlı hatıratında, yeni çıkan bir derginin sahibi tarafından yakın arkadaşı Sait Faik’ten bir hikâye “kopartmakla” görevlendirilir. Dergi sahibinin verdiği devre göre dolgun sayılabilecek telif ücretini cebine koyup soluğu Burgazada’da alan Ilgaz, köşkün bahçesinde olta bağlarken yakalar Sait Faik’i ve hemen meseleyi açar. Semaver yazarının biraz gönülsüz olduğunu gören arkadaşı, “Ama hikâyene Yaşar Nabi gibi on liradan paha biçmiyor. Sana tam otuz beş lira yolladı benimle!” der demez Sait Faik, “Hem de peşin öyle mi?” diye heyecanlanır. 35 lirayı uzatan Rıfat Ilgaz, “Güle güle harca, hikâyeyi de hemen ver” der. Sait Faik, yukarıya annesinin yanına yemeye çıktıklarında, masada bu hikâye meselesini açmasını ve parayı da masanın üzerine koymasını söyler. Usta hikâyeci bu oyunu annesinin kendisini “işsiz adam, para kazanmayan adam” şeklinde nitelemesine bir cevap olarak tasarlamıştı: “Yahu şu kadar kitabım var, her gün okuyup yazarım. İşsiz adam sayılır mıyım ben!” Nihayet yemeğe oturduklarında Rıfat Ilgaz “Saitçiğim” diye söze başlar: “Beni yeni çıkacak olan bir derginin patronu gönderdi, selamları var. Bu ilk sayı için bir hikâye rica ediyoruz. Eğer kırmayıp da verirsen…” Bu arada cebinden çıkardığı telif ücretini de masanın üzerine bırakır: “Otuz beş lira gönderdi, buyur!” Görev başarıyla tamamlandığında Sait Faik, arkadaşına şunları söyler: “Doğrusu iyi kıvırdın! Çok güzel! Anlasın oğlunun bir baltaya sap olduğunu artık! Yazılarının para getirdiğini!” Hikâyenin, romanın, şiirin hâsılı edebiyatın “boş adam işi” olduğu, “para kazandırmadığı” gibi düşünceler bugün de kuvvetle hâkim. İşin garibi, bu düşünceleri değiştirecek pek bir gelişme de yaşanmamış o zamanlardan bugüne… Zira hâlâ sadece kalemiyle geçinebilen yazar sayısı Türkiye’de bir elin parmaklarını geçmiyor.

Son dönemde çeşitli şekillerde sıkça gündeme gelen telif ücretleri ve genelde telif haklarına dair tartışmalardan yola çıkarak edebiyatçıların kapısını çaldık ve onlara iki soru yönelttik:

1. İlk telif ücretinizi ne zaman ve hangi çalışmanızla aldınız? O ücretle ne yaptınız?
2. Türkiye’de telif hakları konusundaki düşünceleriniz neler?

Türk edebiyatının değerli kalemlerinden Fatma Barbarosoğlu, Güven Turan, Cevat Çapan, Güray Süngü ve Mustafa Çiftci bu iki sorumuzu kendi yazarlık serüvenlerinden yola çıkarak büyük bir samimiyetle cevapladılar. Hazırladığımız bu dosya, farklı düzlemlerde, yazar-yayıncı-dağıtımcı gibi çok geniş açılardan ele alınması gereken telif hakları meselesine dikkat çeker ve umarız sonuç herkesi memnun edecek şekilde bir çözüme kavuşturulur.

FATMA BARBAROSOĞLU
Gazeteler telif karşılığı hikâye yayınlamalı

1. İlk telifimi yanlış hatırlamıyorsam İzlenim dergisinden almıştım. İlk kitap telifimi de İz Yayıncılık’ta yayımlanan Moda ve Zihniyet ile Acı Deniz’den aldım. Dergiden aldığım telif ile şunu yaptım diye bir iz kalmamış. Muhtemelen kitap almışımdır. Kitap telifini ailemin o sıra alacağı eve katmıştım.

2. Telif hakları meselesi bir hayli sıkıntılı. Geçmişe göre biraz mesefa kat edildi ama henüz istenilen düzeye gelmedi. Yaşayan yazarların hakkı kadar merhum yazarların telif hakkının mirasçılarına kalması konusunu da tartışmamız gerekiyor. Hayatta olmayan yazarların varislerine ödenen telifler ile ilgili bir önerim var. Yazarların ardından, 25 yıl daha evlatlarına telif hakkı ödemesi yapılmalı ama bu torunlara ve akrabalara asla geçmemeli. Günümüzde uygulandığı şekliyle 70 yıl sonra herkes telif ödemeksizin merhumun kitaplarını basma hakkını da elde etmemeli. Ya ne yapılmalı? Genç yazarları, şairleri desteklemek için bir vakıf kurulmalı ve basılan eserlerin telifi bu vakfa aktarılmalı diye düşünüyorum. İlk kitabını yayınlatmak böylece bir dert olmaktan çıkar ve edebi kamu zengin bir çeşitliliğe kavuşur diye düşünüyorum. Diğer taraftan yeni medya anlayışı ile birlikte gazeteler tıpkı eskiden olduğu sayfalarında telif karşılığı hikâye yayınlamalı. Medyanın gittikçe kuruyan diline canlılık kazandırmak için “hikâye anlatıcısı” yeni medyanın yol göstericisi olmalı.

GÜVEN TURAN
Yapıtların kamuya açılması görüşündeyim

1. İlk telifimi aldığımdan bu yana o kadar uzun zaman geçti ki… Birkaç olasılık içinde bana en sağlam geleni şu: 1964 yaz başında Ankara’ya gitmiştim üniversite sınavları için. O arada, Yordam dergisini o sıra Asım Bezirci ve Turgut Uyar’la birlikte yöneten Hüseyin Cöntürk’le buluşmuştum. Bir yıldır bazı yazılarım ve çevirilerim çıkmıştı dergide. Cöntürk (ona daha 1963’teki ilk tanışmamızdan başlayarak Cöntürk dedim) onun karşılında bana bir para verdi. Kaç lira olduğunu unuttum ama onunla bir tel zımba (o zamanlar, yani kâğıt yıllarında çok kullanırdık) ve bir de gümüş kitap/zarf açacağı (bıçağı) almıştım. O zamanlar bu da çok kullanılırdı. Şimdi her ikisi de masamda…

2. Bu konuda görüşüm net: Ben yazılı yapıtları, her ne şekilde yayılıma sokulurlarsa sokulsunlar, mal ya da meta gözüyle görmediğim, hele hele handı, hamamdı, tarlaydı tabaktı sınıfına sokmadığım için yazarın ölümüyle birlikte (yazar yaşarken emeğinin karşılığını almalıdır elbette) telif hakkının kalkması ve yapıtların (mal değiller) kamuya açılması görüşündeyim. Bizimde bağlı olduğumuz uluslararası telif yasasından birileri yararlanıyor ama genel olarak kültür, sanat ortamı kaybediyor. Hele hele müzelerin sergiledikleri sergilemeyip depolarında tuttukları, yetmiş yılı da aşan telif hakkı istekleri benim gözümde düpedüz gasp! Yapıtlar insanlığın mirasıdır, onun bunun değil.

CEVAT ÇAPAN
Verilen emeğin karşılığı değil

1.Memet Fuat’ın De Yayınları’na Sağlık Yurdu adlı bir çeviri yapmıştım 1962 yılında. 200 lira gibi bir ücret aldım oradan zannederim. O zamana kadar Varlık’ta da bir iki çevirim çıkmıştı ama dergiler o zaman pek telif ücreti vermezlerdi. De Yayınları’ndan aldığı telif ücretiyle başka kitaplar aldığımı hatırlıyorum.

2.Telif ücretleri ülkemizde çok düşük. Kesinlikle verilen emeğin karşılığı değil. Bu konu için bazı yazar dernekleri, yazarlarla ilgili sivil toplum örgütleri bir çeşit rayiç belirleyebilir ve yayınevlerine bunu empoze edebilirler. Tabii bu ne kadar etkili olur, bilemiyorum.

“Bizimde bağlı olduğumuz uluslararası telif yasasından birileri yararlanıyor ama genel olarak kültür, sanat ortamı kaybediyor. Hele hele müzelerin sergiledikleri sergilemeyip depolarında tuttukları, yetmiş yılı da aşan telif hakkı istekleri benim gözümde düpedüz gasp!”
GÜRAY SÜNGÜ
Kitabımın
yayınlanmış olması daha önemliydi

1.İlk telif ücretimi hatırladığım kadarıyla dördüncü kitabım için aldım. Önceki kitaplarım için yayınevleri ile aramda hep telif sözleşmesi yapıldı ama ben yayınevini sıkıştırmadım, onlar da çok istekli görünmedi, benim kitabımın yayınlanmış olması daha önemliydi, böyle şeyler nedeniyle pek telif pazarlığına da girişmedim zaten. Parayla ne yaptığımı inanın hatırlamıyorum. Çünkü yazdığım için bana verilen para benim için haricen kıymetli değildi. Sembolik değeri bile yoktu. Zira sembolik değerinin olması, sadece yazarlığın değil, paranın da insan için değerli olmasıyla mümkündür. Mesela sonrasında da yayınevlerinden doğru düzgün telif filan istemedim. Ama bir yerden sonra siz istemeden ödenir hale geliyor.

2.Ülkemizde bu mesele her iki taraf için de çok sorunlu. Yayıncı için mesela matbaaya ödenecek ücret asli ödemedir, yazara ödenecek telif tali ödemedir. Ruhlara, genlere işlemiş bir şey bu. Oysa ortada bir eser olduğu için matbaaya gidiyor. Yazar için ise sanki namus meselesi halini alıyor. Kitap beş yüz ya da bin adet basılmış, yarısı depoda duruyor, yazar bana telif ödenmedi hakkım yeniyor diye düşünüyor. Oysa bazı yayıncılar, bazı kitapları şimdi hiç satmaz ama ikinci kitabı olur, üçüncü kitabı olur, edebiyatımız bir yazar daha kazanır zamanla okurunu bulur diye basıyor. Biliyorsunuz ki edebiyat kitaplarının okuru epeyce az bir kaç yayıncı risk almazsa bildiğimiz yazarların dışında kimsenin kitabı filan basılamaz.

MUSTAFA ÇİFTCİ
Benim umudum yok

1.İlk telifimi kitabım vesilesiyle aldım ve borç ödedim. Miktarı azdı fakat borcum da azdı, ödedim kurtuldum.

2. Müellifin hakkı ödenmez. Zaten üç kuruş olan telif ödemesi yayıncılara pek zor gelir. Telif ödenmesi geçtim. Yazınızı yayınlayan dergi bir tane numune bile göndermez. Tecrübe ile sabit ki yazdığım dergileri cebimden para vererek alırım. En azından bir dergi gönderseler biz de çoluk çocuğumuza “bak yavrum benim yazım burada çıkıyor” diyebiliriz ama o bile yok ülkemizde. Telif konusunda çok yol almamız lazım ama benim umudum yok. Yazarlar korsan kitapçılardan dertlidir ama hak yiyen yayıncıdan dertlenmekten korkarlar. Belki de o korku yayın dünyasını ayakta tutar. Uzun lafın kısası yazarlar yayıncılarla hem sevdalı hem kavgalıdırlar. Sebebi de gayet açıktır; telif!

#yazar
#halil solak
5 yıl önce