Saraylı simit kaçlık simittir?

Yeni Şafak
09:302/06/2017, Cuma
G: 2/06/2017, Cuma
Derin Tarih
Simit ve çay: İşte vazgeçilmez ikili.
Simit ve çay: İşte vazgeçilmez ikili.

Kahvaltıların vazgeçilmezi olan simit ve çay ikilisi sokak lezzetlerimizin başında geliyor. Peki simitin dilimize geçiş hikayesi nedir? Batılılarda hiçbir karşılığı bulunmayan simit kelimesi dilimize Arapça'dan geçmiş olabilir mi? Yazar D. Mehmet Doğan simitin 17. yüzyıla dayanan hikayesini Derin Tarih'e yazdı.

Bundan 80 sene önce “simit dükkânlarda satılacak, simit ismi etrafında hızlı yemek mekânları, hatta lokantalar açılacak” denilse, kim inanırdı? Hele “simit”in “saraylı” olacağına hiç ihtimal verilir miydi?

Daha geçenlerde umreden dönen bir dostum, Mescid-i Haram'ın çok yakınında böyle bir “saray”da kifaf-ı nefs ettiğini keyifle anlattı. Londra'da, Berlin'de veya Newyork'da Türk usulü yeme içme mekânları...

Simit, düne kadar sokaklarda, sadece seyyarların sattığı daha çok çocuklara ve ucuza karın doyurmak isteyenlere, daha doğrusu midesini susturanlara mahsus bir yiyecekti. Hatta bir aralar öylesine rağbetten düşmüş ki, Cumhuriyet'in 29 Ağustos 1934 günkü nüshasında, “Simit gözden düştü. Halk galetaya rağbet ediyor” başlıklı bir haber yer alıyor. Simide rağbetin azalmasının sebebi olarak galetanın simitten 20 para ucuz olması gösteriliyor.

Halkın simit muhabbeti için kaynağımız Evliya Çelebi. Türkçenin Evliya'sı İstanbul esnafı meyanında “esnaf-ı simitçiyan”ı da sayar, yani simitçiler esnafı. “Dükkân 70, neferat 300, pirleri Reyyan-ı Hindî'dir, Selman belin bağlayıp İmam Hasan'a ve Hüseyin'e simit halka hedaya getirüp ol şehzadelerin hidmetinde olurdu. Kabri Mısır diyarında Kına şehrinde Abdürrahim Kınavî cenbinde medfundur. Kuddise sırrıhül-aziz” (cilt.1, sf. 266).

Yüzyılları atlayıp, 20. yüzyılın başına gelelim. İzmir doğumlu Venedikli bir Levanten'i dinleyelim: “İşçiler, hatta alt derecede memurlar açlıklarını simitle giderirler. Bir bardak çayla iki simit bir kahvaltı veya bir yemek yerine pekâlâ geçebilir”. Willy Sperco, Yüzyılın Başında İstanbul kitabında sadece İstanbul'da okul zamanı 250 bin adet simit satıldığını belirtiyor.

Simit ve çay

Simit ve çay: İşte vazgeçilmez ikili. Bir de peynir olursa değmeyin keyfine! Simit ve çay muhabbeti bize mutlaka Sait Faik'i hatırlatır. 1950'lerin başında yayınlanan Havuz Başı kitabında bir hikâyenin adıdır “Simitle çay”:

“Yalnız simitten, sabahın o leziz, insan icadı yemişinden söz açmalıydım. Ama ne yaparsın, çaya kıyamadım. Simidin yanında, o da ikinci planda kalıyor, ama dostlukları da samimî bir dostluktur. Hiç bir kahvaltı simitle çayın yerini tutamaz.”

Eğer bu ayrılmaz ikiliye bir üçüncü arkadaş gerekiyorsa, o muhakkak peynirdir. Sait Faik millî hikâyecimiz, simit de “millî yiyeceğimiz” desek, asla yalancı çıkmayız. Daha 17. yüzyılın sözlüğü Meninsky'de “çörek, gevrek” olarak geçiyor. Karşısında Batı dillerinden bir açıklama da yok. Yani Avrupalının benzer bir yiyeceği mevcut değil.

Redhouse Efendi'nin Müntehabat-ı Lügat-ı Osmaniye'sinde, yani 1850'lerde “semid”in karşılığı olarak yazdığına ne demeli: “Malûm bir nevi beyaz ekmek halkası”. “Malûm” olduğuna göre herkesçe bilinen demek. Bir şeyin herkesçe bilinmesi, bilhassa o zamanlar, hayli vakit alır.

Ahmed Vefik Paşa kelimenin -nedense- Hindce olduğunu kaydettikten sonra “beyaz un, beyaz ekmek halkası” diyor. Bize kalırsa simit halis muhlis Türkçe bir kelime; tadıyla ve kültürüyle bize aidiyetinden şüphe yok. Sadece Arapça ve Farsça kelimelere yer verilen Latin harfli Osmanlıca sözlüklerimizde Mustafa Nihat Özön'de Ferit Devellioğlu'nda ve hatta Mehmet Kanar'ın lügatlerinde böyle bir kelimeye rastlanmaz.

Raif Necdet (Kestelli) Resimli Türkçe Kamus'unda (1927) simid veya simit şeklinde yazdığı kelimenin Türkçe olduğunu belirtiyor. “Halka” ve “halka şeklindeki ekmek” açıklamasından sonra “cankurtaran simidi”ni de açıklıyor. “Tahlisiye simidi, gemilerde simit şeklinde mantar”.

Kamus-ı Türkî'ye atf-ı nazar eylersek neyle karşılaşırız? Şemseddin Sami de “simid yahud simit” diyor. Gayri dil belirtmediğine göre, Türkçe olarak kabul ediyor ve “Küçük halka şeklinde has ekmek” açıklamasını veriyor. Sonra “simid unu”nu tarif ediyor: “Simid imalinde kullanılan has un”. Ardından “tahlisiye simidi”- nin açıklaması: “Denize düşenlerin tutunması için gemilerde bulunan simid şeklinde mantar”.

Kamus-ı Türkî'de “simidci” de var. Açıklama ilgi çekici: “Simid yapan ekmekçi.” Simidin açıklamasında da ekmek kelimesi geçiyor, demek ki simit börek, çörek nev'inden sayılmıyor o zamanlar. Tabiî “simitci” sadece imalatçı değil. ”Simit gezdirip satan adam” açıklaması da var. Kamus'da “simidci ekmeği”nin tarifine de yer veriliyor: “Simid için hası alındıktan sonra kalan kabaca undan yapılan ekmek ki ikinci nev'i olub daha ucuzdur” deniliyor.

Yeni Türkçe Lügat'te M. Bahaeddin (M. Baha Toven) daha muhtasar bir açıklamaya yer veriyor: “Halka şeklinde has undan yapılan lezzetli ekmek”; “tahlisiye simidi”ni de şöyle açıklıyor: ”Denizde batmayan simit şeklinde mantar”.

Şemseddin Sami Türkçe sözlüğü yazmaya başlıyor. Sonra gelenler benzer ifadeler kullanıyor veya benzerlikten kaçmak için ufak tefek değişiklikler yapıyor. Raif Necdet'in benzerlikleri yanında kelimenin şekil yönünden adlandırılması farklılık taşıyor. Simit “halka” anlamına da geliyor. En bilinen halka can simidi. Raif Necdet'te geçen can simidi, Şemseddin Sami'de olduğu gibi M. Bahaeddin'de de yok. Onlar “tahlisiye simidi”yle yetiniyorlar. M. Baha kısa ifadeyi tercih ediyor. “Tahlisiye simidi”ni kullanımına göre değil, batmama özelliğine göre tarif ederek ifadesini farklılaştırıyor. Velhasıl sözlükçülük zor zenaat!

Simit yoksa Arapça mı?

Emrullah İşler Türkçe-Arapça Kapsamlı Sözlük'te “simit”in Arapça olduğunu belirtiyor. Nişanyan, Sözlerin Soyağacı'nda Arapçada ince bulgur veya irmik anlamına geldiğini kaydediyor. Aramicede de “un” demekmiş. Akadcada ise “samidu” öğütmekmiş. Kubbealtı'nda “simigdali irmik, Arapçaya Yunancadan, Arapçadan da Türkçeye geçmiş olabilir” deniliyor.

Sin-mim-tı ile yazılırsa “simit” kolye ve kolye dizilişi anlamına geliyor. Ki bu kelimenin şeklini ifade ediyor. Sin-mim-dal şeklinde yazılırsa “simid” gafil olmak ve sehiv anlamı yanında yükselmek mânasına geliyormuş. Çiftçinin toprağı sürerek, kazarak ekime uygun hale getirmek için kabartmasına benzetilerek bir şeyi kökünden sökmek, düzeltmek ve halka şeklinde yapmak anlamında kullanılmış. A Dictionary of Egyptian Arabic'e göre de Kıptî dilinden Arapça'ya geçmiş.

Urfa ve Antep'te “simit kebabı” bile var! Halil Soran/Munise Soran Urfa'da Pişer Bize de Düşer isimli yemek kitabında, “Köfte bulgurundan daha ufak ve undan daha iri bulgura simit” denildiğini yazıyorlar. Simit kebabı da tahmin edilebileceği gibi bu ince bulgurdan yapılan kebap.

Simidin Türkçeliğine fazla delil gerekmez: Eğer Yunancaysa, Yunanlarda kendilerine mahsus simit var mı? Ve eğer Arapçaysa, Araplar simidi bilir mi? Tabiî biz biraz önce bahsi geçen o güzelim lezzetli çıtır “simit”ten bahsediyoruz. Nitekim, Günay Karaağaç Türkçe Verintiler Sözlüğü'nde bu anlamıyla simit kelimesinin Arapçaya, Ermeniceye, Rumenceye, Bulgarcaya, Sırpçaya, Arnavutçaya, Makedoncaya ve Yunancaya geçtiğini kaydediyor. Yunanistan'da “simitçi” karşılığında “simitçis” kullanılıyormuş.

Hadi bir tahminde bulunalım: Bu sözlüğün yeni baskısında simidin Fransızcaya, Almancaya, İngilizceye de geçtiği kaydedilecek… Çünkü simit dünya markası oldu, tıpkı “döner” gibi…

Hani şu sıralar boşuna değil simidin beşlik simit gibi kurulması! Simit sınıf atlayınca ne oldu? Bu halis gıdanın, susamdan başka aksesuarı reddeden simitin artık peynirlisi, kaşarlısı, haşhaşlısı, mahleplisi hatta ay çekirdeklisi bile var! Ne dersiniz, simit “beşlik simit” gibi kurulmakta, kasım kasım kasılmakta haklı mı?
#Derin Tarih
#Simit
#Ramazan
#Çay