|
Ölüm üreten zihniyet

Sorgulamaya yanaşmadığımız, karşı tarafta gördüğümüz zaman hoşnutsuzca mırıldandığımız bir zihniyet sorunu geldi içimize oturdu...

Bu zihniyet Baykal''dan Çiçek''e, katillerden Veli Küçük''e kadar herkesi kuşatıyormuş gibi geliyor insana...

Nasıl bakmalı bu zihniyete, nasıl anlatlamalı?

Türkiye''de hakim siyaset algısındaki “kök anlayış” kimlik ve mensubiyet üzerine kuruludur. Bu anlayış, ana hatlarıyla, çok parçalı toplum fikrini tek parçalı millet kavramıyla ikame eder.

Tarihi milletler ve kültürler arası gerilim olarak tanımlayan ve sürekli bir seferberlik hali olarak “devlet-siyaset-toplum-insan” özdeşliği kurma eğilimi taşıyan bir yapıdadır. Diğer bir ifadeyle mensubiyet duygusuna yapılan aşırı vurgu, tüm ataerkil düzenlerde olduğu gibi burada da, “içine kapalı doğal düzen” algısını her aktörün içine doğduğu doğal bir değer kılar. İçe kapalılık ise doğal olarak kuvvetli bir öteki mefhumunu besler ve kimlik tanımında “öteki” fikrini hatırı sayılır bir şekilde araçsallaştırır.

Gelelim kritik noktaya...

Bu zihniyette “sabit ve en güçlü öteki din, kimlik, gelenek” olarak Batı''dır.

Batı algısı bu anlayışta birbirini besleyen iki temel unsur, hem “din-mensubiyet ilişkisi” hem “kimlik-tarih ilişkisi” açısından kilit bir rol oynar.

Bir yandan Batı''nın etkisi ve kimliği karşısında farklılığı, güç arayışını vurgulayan “ötekileşme” eğilimini besler. Diğer yandan son 100-150 yılın deneyimlerinden hareketle Batı''yı kendi kimlik ve bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak algılayan, reflekslerini bu tehlikeyi bertaraf etmek üzerine kuran “tarihi belleğin” arka planını oluşturur.

Verili belleği bu çerçevede, yüceltilmiş ve yüceltilen geçmişle yoğun bağlantı içinde inşa edilen bir değer, kimlik, hatta kişilik tasavvuru olarak tanımlamak mümkündür.

Nitekim milli ve yerel ortak deneyim öğeleri ve dini verilerle örülmüş mensubiyet duygusunda, geçmiş tasavvuru ve “geçmişin ütopya kılınması”, geçmiş üzerinden güç ve büyüklük algısı, bu zihniyetteki “kimlik ve kişilik refleksleri”nin en önemli unsurları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Geçmişin ütopya kılınması bir yönüyle bugüne, hatta geleceğe yönelik beklenti ve tasavvurların tarihi referanslar, semboller ve öykünmelerden hareketle oluşturulmasını ifade eder. Diğer yönüyle, fiili eylem planlarında, bu planların alt yapısını oluşturan “anlama ve açıklama” faaliyetlerinde ve bunlara yönelik zihinsel alıştırmalarda düşünce haritası işlevini görür.

Gerçekten de, geçmiş zaman mitosu ataerkil düşünce ve varoluş biçiminin en önemli meşruiyet kaynağını oluşturmakla kalmamakta, bu yapının “mikro-fizik işlevi”ni de yerine getirmektedir. Nitekim toplumsal aktör, verili zihniyet yapısında geçmiş ile bugün arasında bağ kuran, tarihsel sürekliliği temsil ettiğine inanan, sorumluluk duygusunu bu çerçevede inşa eden “düşünce kodları silsilesi”yle şekillenir.

Bu silsilede yargılar, algılar ve tanımlar, aktörler için “somut ve güncel deneyimler dışında kalan” tarihsel bagajlar, aktarılmış ve aklanmış sözlü - simgesel - yazılı bellek üzerinden oluşmaktadır. Başka bir ifadeyle bu çerçevede, örneğin Batı gibi verili “öteki”, Viyana Kuşatması gibi verili “olgu” ve Ermeni meselesi gibi verili “sorunlar”la kurulan mutasavver ilişkilerden üremektedir.

Bu işleyiş, kişinin zihin donanımı ve bilgi dağarcığında geçmiş zaman ile şimdiki zaman arasındaki mesafeyi asgariye indirme işlevi görerek, aynı zamanda söz konusu düşünce kodlarını da koruma altına alır.

Toplumsal alanın ana düzenleyicisi işte bu kapalı dairedir..

Tahammülsüzlük, ölüm üreten işte bu kapalı dairedir.

17 yıl önce
Ölüm üreten zihniyet
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi