Bu devr-i felekte kesilmez (mi) ümit?

00:0021/06/1999, Pazartesi
G: 9/09/2019, Pazartesi
Dücane Cündioğlu

Ekseriyet onlara karşı geldi. Halbuki tecrübeye müstenid olan mevadd-ı siyasiyede ekseriyete müracaat münasib olur. Çünkü ne tarafta ekseriyet var ise o tarafta tecrübe çok demek olur. Fakat fikr-i dakik ile bilinecek akâidde ekseriyete bakmak büyük hatadır. Zira ezkiyâ''ya nisbetle humeka ziyade olduğundan ekseriyet onlarda bulunmak tabiidir. İşte İznik cemiyetinde aynıyla böyle oldu. Ekseriyet ile öyle butlânı bedihî ve şirki müeddî bir itikada karar verildi."Dünkü yazımda Ahmed Cevdet Paşa''nın

Ekseriyet onlara karşı geldi. Halbuki tecrübeye müstenid olan mevadd-ı siyasiyede ekseriyete müracaat münasib olur. Çünkü ne tarafta ekseriyet var ise o tarafta tecrübe çok demek olur. Fakat fikr-i dakik ile bilinecek akâidde ekseriyete bakmak büyük hatadır. Zira ezkiyâ''ya nisbetle humeka ziyade olduğundan ekseriyet onlarda bulunmak tabiidir. İşte İznik cemiyetinde aynıyla böyle oldu. Ekseriyet ile öyle butlânı bedihî ve şirki müeddî bir itikada karar verildi."

Dünkü yazımda Ahmed Cevdet Paşa''nın açıklamalı Kur''an çevirisinden naklettiğim bölümün dikkat çekici pasajlarından biri de yukarıdaki paragraftı. Çoğunluğu kutsamanın, çoğunluğa itibar etmenin revaçta olduğu bir çağda İslâm''ı "çağdaş" değerlerle telif etme (modernleştirme), İslâm düşüncesinin kaynakları arasında bu değerlerin izlerini keşfetme, -Akif''in deyişiyle- İslâm''ı asrın idrakine sunma çabalarının, hem siyasal çoğunluk, hem de kültürel çoğunluk kavramlarına olumlu bir anlam atfetmemeleri mümkün değildi. Nitekim öyle de oldu ve bugün İslâm dünyasında siyasal ve kültürel anlamıyla "çoğulcuk yanlısı olmamak" ile "lânetli olmak" arasında hemen hemen hiçbir fark kalmadı.

Saltanat''ın gayr-ı İslâmîliğinden bahisle "şûra, istişâre, meşveret, meşrûtiyet" gibi kavramlar baştacı edildi önce. Daha sonra hilafet-saltanat ayrımı devreye girip hilafet, ilkin meşrûtiyet''le ve ardından cumhuriyet''le özdeşleştirildi. Bugün ise artık saltanat ve hilafet''e karşı demokrasi''yi savunmak en sıradan zekâların bile marifet addettikleri bir tutum haline geldi. Globalleşme retoriğinin siyasal ve kültürel çoğunluğun cazibesini artırması ve müslümanların ma''lûm baskılar nedeniyle kendilerini "öz vatanlarında parya" gibi hissetmeleri, tabiatıyla onların, hesabını veremeyecekleri mevzîlere sürüklenmelerine yol açtı. Şimdi herkes demokrat, şimdi herkes her konuda demokrat... Halk (sessiz çoğunluk) kavramının günümüzde büyülü/büyüleyici bir değer kazanması da benzer nedenlerin sonucu hiç kuşkusuz.

Cevdet Paşa merhûm, İznik Konsili''nde Tevhid''i ("Tek Tanrı" anlayışını) savunan görüşler olmasına rağmen, ekseriyet''in (çoğunluğun) kararıyla Teslis (Üç Tanrı) inancının tercih edildiğini belirtiyor ve bu olgudan hareketle ekseriyete itibarın sınırlarını tayin etmeye çalışıyor. Söylediği şu: siyasî meseleler, tecrübe''nin konusudur. Tecrübe, ekseriyet arasında daha çoktur. Bu bakımdan, siyasî meselelerde ekseriyet''in görüşüne itibar etmek münasiptir. Ancak nazarî meseleler (meselâ, fikr-i dakik ile bilinecek akâid) böyle olmadığından, bu konularda ekseriyet''e itibar etmek büyük bir hatadır. [İslâm düşünce geleneğinde Hukuk, Ahlâk ve Siyaset''in "nazarî hikmet" değil, "amelî hikmet" çerçevesinde ele alınmasının bir nedeni de buydu. Nitekim Fıkıh İlmi, amelî hikmet''e karşılık geldiğinden medreselerde ayrıca böyle bir ders okutulmasına gerek görülmemişti.]

Bir düşünelim bakalım: Bugün fikr-i dakîk ile bilinebilecek nazarî meselelerde itibar neyedir, kimleredir? İslâm''ın inanç esasları (varlık ve bilgi tasavvuru) hangi esaslara istinaden ortaya konulmakta, İslâm hakkında görüş beyan eden zevât, teberrüken okudukları o âyet ve hâdislerin anlamını tayinde hangi ölçüleri, kimlerin ölçülerini kullanmaktadırlar? Bir başka şekilde söylenecek oldukda, iknâ edilmeye çalışılanlar kimlerdir? [İknâ edilmeye çalışanların kimler olduğunu anlamak için; hiç kuşkusuz ki geçen yüzyılın sonlarına gitmek ve tabiatıyla, "halkın anlayabileceği lisan ile yazmak" sloganının niçin ve nasıl revaç bulduğu suâlinin cevabını vermek icab etmektedir. Çoğunluk kavramıyla halkın (sessiz çoğunluğun), çoğulculuk ile de halkçılığın kastedilmesi bizi yanıltmamalı. Çünkü bu takdirde, halkçı geçinenlerin tamamının niçin hep halkla savaşmak zorunda kaldıkları suâlinin cevabını da veremeyiz. Bu suâllerin cevabını veremezsek, hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki -meselâ- ulemanın tasfiyesi meselesinin de niçin hep karşımızda çözülmemiş bir düğüm olarak kaldığı suâlinin cevabını veremeyiz.]

Mevcut siyasî baskılar nedeniyle mütedeyyin insanların kendilerini, kendisine itibar edildiği iddia olunan çoğunluk dairesinin içerisinde görmek istemelerini tabii karşılayabiliriz. Lâkin hesabı verilmemiş böyle bir çoğulculuğun itikaden faturasını pahalıya ödediğimizi kim inkâr edebilir? Öyle ya, ülkemizde çoğulculuğun; çoğunluğun aleyhine işleyen bir mekanizma olduğunu, adına methiyeler düzülen çoğunluğun görmemesi bizleri kuşkulandırmalı değil mi?

Bu suâllerin can sıkıcı olduğunu hepimiz biliyoruz; hem de siyasî ve ticarî mülahazalarla çoğunluğu, çoğulcuğu, halkı, ve halkçılığı önemser görünenlerin maksadlarını bildiğimiz gibi... Lâkin diğer taraftan, Cevdet Paşa merhûmun, "ezkiyâ''ya nisbetle humeka ziyade olduğundan ekseriyet onlarda bulunmak tabiidir" şeklindeki yargısının, "fikr-i dakik ile bilinecek akâid" ifadesiyle kayıtlı olmasına aldanıp onun "mevadd-ı siyasiyede ekseriyete müracaat münasib olur" sözünün ne anlama geldiğini göremiyoruz. Çünkü Yöneten Akl''ın, "kendisine müracaat edilecek ekseriyet"le halk''ın kastedilmediğini gayet iyi bildiğini bilmiyoruz.

Daha da acı olanı, bilmediğimizi de bilmiyoruz.

NOT: Yazarımız Dücane Cündioğlu''nun geçtiğimiz Cumartesi günü yayınlamamız gereken bu yazısını bugün yayınlıyoruz. Yazarımız, önümüzdeki Cuma gününden itibaren haftada iki gün (Salı ve Cuma günleri) yazacaktır. Okuyucularımıza duyurulur.