
İnsanı tanımak, bilmek güç iş. İnsanı, yani insanoğlunun düşünce, duygu ve davranışlarını...
Doğru''yu yanlış''ı, iyi''yi kötü''yü tanımadan, dolayısıyla hangi düşüncenin doğru veya yanlış, hangi duygu ve davranışın iyi veya kötü olduğunu kavramadan insanı nasıl tanıyacağız?
İnsanı, “bilfiil insan” (Hz. İnsan) olarak tanıma, ne yazık ki esasen tek tek insanları tanıma çabasıyla sınırlı görünüyor; başka bir deyişle, her gün muhatab olduğumuz, gözlemlediğimiz insan teklerini... Lâkin bu, bir tür tümevarım, yani parçadan bütüne gidiş. Tecrübe ettikçe, denedikçe/deneyimledikçe, yaşadıkça anlamak. Anladıklarımızı biriktirmek. Bu birikimden bir kavrayış oluşturmak. Bu kavrayış gereğince davranışlarımıza yön vermek. vs.
Oysa “bilfiil insan” (Hz. İnsan) bir ''bütün''ün adı; üstelik gelişigüzel sokakta rastlayamayacağımız, sınırlı sayıdaki deneyimlerimizle, denemelerimizle tüketemeyeceğimiz, yaşam süremiz içinde kolay kolay oluşturamayacağımız denli bir ''bütün''ün hem de.
Düşünürken hata yapmasını engellemek amacıyla, insana, çokluk içeriğinden bağımsız olarak akıl yürütme sürecindeki doğru ve yanlışların nasıl oluşabileceğini gösteren, böylelikle kavramlarının ve yargılarının sıhhatini nasıl sınayabileceğini öğreten sanatın adıdır Mantık. Bir başka deyişle Mantık, doğruların ve yanlışların dünyasını tanıma-bilme sanatıdır; yani düşüncelerin dünyasını. İnsanın sadece bir yönünü. Bir âlet. Dağa, insanlık dağına tırmanırken kişinin yanında bulundurması gerekli alet-edevat türünden bir âlet. Evet, sadece doğru-yanlışı temyiz etmeye yarayan bir alet.
Peki duygular? İnsanı, insanın düşüncelerini harekete geçiren duygular?
Mantık aletini kullanacak insanın duygularını hakkıyla tanımadan, deneyimlemeden, doğruların ve yanlışların dünyası, acaba bize insanı ne kadar öğretebilir, ne kadar tanıtabilir? Bu sanatın uzağında kalan öfkenin, kinin, intikamın, hased ve kıskançlığın veya aşk, arzu, muhabbet, ferah, neşe ve sevincin dünyasını?..
Cevabının ihmâl edilmemesi gereken bir soru çıkıyor önümüze: Sevinci tanımak için sevinmek; kini, hasedi, nefreti anlamak için kin ve hased duymak, nefret etmek mi gerekiyor?
Hiç kuşkusuz ki bu sorunun cevabı ''evet'' olacak; zira duyguları tanımak ve anlamak için evvelemirde nefsin bu duyguları yaşaması, bizzat hissetmesi gerekir; hiç değilse, yaşamışcasına bu duygulara yaklaşması, yakınlaşması.
Peki ya açıklamak için?
İşte bu başka bir iş. Çünkü anladıklarımızı her zaman anlatamaz; tanıdıklarımızı her zaman tanıtamayız; kavramsal olarak tanıtamaz ve anlatamayız. Yoksa tasvir ve işaret edebilir, genel hatlarıyla gösterebiliriz.
O hâlde duygularımızı açıklamak için, zorunlu olarak, duygu ve davranışları kendisine konu edinen ilmin de sahibi olmalıyız. Anlamak ve tanımak (marifet) yetmez, ayrıca bilmek (ilim) de gerekir. İşaret etmek için değil, tanımlamak için. İlm-i Nefs ve İlm-i Ahlâk''ın tedvinine ihtiyaç duyulması da bu yüzden. Sadece duygu ve davranışları bilmek ve bildirmek için.
Ne var ki düşüncelerin dünyasına bizzat girmedikçe, mücerred İlm-i Mantık tahsili bir işe yaramadığı gibi, duygu ve davranışları tecrübe etmedikçe de onların açıklamalarına sahip olmanın, yani kuru kuruya İlm-i Nefs ve İlm-i Ahlâk kurallarını öğrenmenin de pek bir değeri olmuyor; ayrıca uygulamak, yani tatbik etmek de gerekiyor. Mezkur ilimlerin aynı zamanda bir sanat —günümüzdeki karşılığıyla “uygulamalı bilim”— olarak adlandırılması da işbu gerekçeyledir.
Dilbilgisi kurallarını bilmek düzgün konuşmak ve yazmak için; keza düşünme bilgisinin kurallarını bilmek doğru düşünmek için nasıl yeterli olmuyorsa, iyi davranmanın (ahlâk''ın) bilgisine sahip olmak da aynı şekilde iyi olmayı temin etmiyor.
Sonuç olarak, sadece ''tanımak'' (irfan) da, tek başına ''bilmek'' (ilim) de talibin hedefine varması için yeterli değildir; bilâkis matlubunu hem tanımalı, hem de bilmeli; kısacası ilim-irfan sahibi olmayı becermelidir.
Hz. İnsan''ı tanımak için, ilim-irfan sahibi olmanın önemine ve gerekliliğine sanırım yeterince işaret ettik. Lâkin bilfiil insan ''olma''nın koşullarına değinme fırsatı bulamadık.
İmdi, cevabının peşine düşmemiz gereken kahredici soru şu: Olmadıkça, mücerred bilmenin ve tanımanın bir anlamı var mı? Daha doğrusu, bilkuvve insan, bilfiil insan hâline gelmedikçe, gerçekten de Hz. İnsan''ı hakkıyla bilebilir ve tanıyabilir mi?
Olmak ölmekse şayet, cevabı bulmak pek kolay olmayacak demektir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.