|
İnsafsız Adalet

''Adalet'' deyince, bugün dünyada herkesin aklına, öncelikle “sosyal adalet” gelir. Evet, herkesin! Üstelik ideolojisi ne olursa olsun.

“Sosyal adalet”, yani âdil paylaşım. Çünkü adı üstünde: toplumsal paylaşım. Adl-i ictimaî.

Hangi bilim dalına yakışır bu terim? Elbette öncelikle Sosyoloji''ye, yani Toplumbilimi''ne. Sebebi basit: Adalet''in üzerindeki ağır toplumsallık vurgusu.

İkinci olarak İktisad İlmi''ne. Malların âdil biçimde paylaşımı sözkonusu olduğundan, ''adalet'' terimi ''sosyal'' ön-ekiyle birlikte ve fakat ekonomik bir terim olarak kullanılır. “Adil paylaşım” demek, biraz da “ekonomik paylaşım” demektir çünkü.

* * *

Sosyoloji ve ekonomi''den sonra Hukuk''u unutmamalı. Zira adalet —tamamen yanlış anlaşılmakla beraber— “mülk”ün temeli bilinir. Mülk''ün, yani mal ve mülkün.

Türkçe''de ''adalet''in hemen yanıbaşında ''insaf'' kelimesinin bitivermesi boşuna değildir. Meselâ adl u insaf sahibi olmak!

İnsaf''ın kökü, Arapça ''nısf'' (yarım) kelimesine dayanır. Yarmak ise, tam ortadan (yarı yarıya) bölmek demektir. Yargı, yargıç sözcüklerinin hukukî birer terim hâline gelmeleri, yargıçların tam ortadan yarmakla (insafla) görevli olmalarından kaynaklanır.

''Adalet'' teriminin çok defa ''müsavat'' (eşitlik) terimiyle karıştırılması, yarma işleminin, ortadan yarmak, eşit olarak yarmak gibi niceliksel bir anlamı da içermesindendir.

Bölünen, bölünebilen herşey nicelikseldir. Yarma/bölme işleminin kendisi kadar, bu işlem sırasında eşitliğin gözetilmesi, ister istemez terime ''niceliksel'' bir mahiyet kazandırır.

* * *

Sosyoloji, İktisad ve Hukuk''tan sonra ''Siyaset'' bilimini de hatırlamalıyız. Çünkü paylaşmak, sadece malları paylaşmaktan ibaret değil, haklar da paylaşılır.

Hakça paylaşmak ve hakları paylaşmak.

Burada ''mülk'' kelimesi doğru anlaşılmalı. Mülk''ün Türkçesi ''egemenlik''tir ve terim kesinlikle siyasî niteliklidir. Meselâ tam da burada ''melik'' ve ''memleket'' kelimeleri hatırlatılabilir.

Mülk''ün çoğulu olan ''emlâk'', ne yazık ki terimin anlam alanının iktisad ve hukuk''la sınırlanmasına yol açmış, siyasî değeriniyse arka plana itmiştir.)

İşin içine siyaset girince, adalet, zorunlu olarak mülkün temeli olur, yani idarenin/yönetimin.

Yönetimde adalet aranır. Adil olmayan yönetimler ayakta duramazlar, yıkılırlar. Zorunlu olarak.

Sözün özü, tıpkı yargıçlar gibi yöneticilerin de adil olmaları gerektiğini düşünürsek, terimin iktisadî ve hukukî tarafı kadar siyasî tarafının da açıklığa kavuştuğunu söyleyebiliriz.

Adalet''i ''ictimâî'' düzeye getiren, kavramın işbu iktisadî, hukukî ve siyasî vasıflarıdır. Toplum yoksa, ekonomi de, hukuk da, siyaset de olmaz. Adalet''i vazgeçilmez kılan da, nitekim, toplumun ve devletin idaresinde kendisine dayanılan en temel kavram olmasıdır.

Adalet, hakikaten mülkün temelidir.

* * *

Fransız devrimiyle birlikte siyasal bilinç üç terimi yanyana getirdi:

Liberté, Egalité, Fraternité. (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik.)

Nerede, Paris''te, Palais de JUSTICE''in tam alnında. Yani bugün Paris''in göbeğindeki ADALET SARAYI''nda. (Demek oluyor ki justice (adalet) başka, egalité (eşitlik) çok daha başka!)

Peki bizim İttihad''çılar, İslâmcılar, Türkçüler, vs. bu terimleri nasıl iktibas ettiler, nasıl içselleştirdiler?

Çokluk,

Hürriyet, Adalet, Uhuvvet şeklinde.

Bazen de,

Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet şeklinde.

Bizim dünya-görüşümüz, dünyayı kavrama biçimimiz toplumsal eşitlik (müsavat) kavramını bir yere oturtamaz, toplumu niceliksel bir kavramla tanımlamayı beceremez. hâlen de bu böyledir biraz.

''Müsavat'' yerine ''adalet'' kelimesi kullanılır. Toplumda adalet, yönetimde adalet, iktisadda ve hukukta adalet... Bizimkiler, o yıllarda bu tamlamaları bu hâlleriyle anlayabilirlerdi, ve tabiatıyla adalet''in yerine müsavat''ın kullanılmasını, en çok, sürç-i lisan olarak telâkki edebilirlerdi.

Çünkü onlar adalet''i ictimâî değil, bilâkis ilahî sıfatıyla birlikte kullanırlardı. Yani adl-i ilâhî sayesinde âlem ayakta durduğu için, adl-i ictimâî sayesinde de toplum ve devlet ayakta durabilirdi. Onların zihninde ''adalet'', itikadî ve ahlâkî bir kavramdı yani.

* * *

Adl-i ilâhî teolojik (akidevî) bir terim olmakla birlikte, ''adl-i ictimâî'' de bir o kadar ahlâkidir. İktisad, hukuk ve siyaset, en son tahlilde toplumun ve devletin yönetimiyle ilgili alanlardır. Ahlâk ise ferdin, bireyin yönetimiyle.

Birey adil olmadıkça toplum da, devlet de âdil olamaz. Çünkü toplumsal ve kurumsal adaletin teminatı bireysel ahlâktır. Etik olmaksızın bu alanların hiçbiri meşruiyetini kazanamaz. (Gel de şimdi millî eğitim meselesine bu açıdan masaya yatırma!)

Kısacası, bugün adalet dendikde, İslâmcıların bile aklına adl-i ictimâî gelir, adl-i ilâhî gelmez.

Adl-i ilâhî ihmal edilince adl-i ictimâî''deki ahlâkî temel de iptal edilmiş olur. Binaenaleyh din ötelenince, ahlâk da mecburi olarak ötelenmiş olur.

* * *

— “Adalet Partisi”nin adalet tasavvuru ile “Adalet ve Kalkınma Partisi”nin adalet tasavvuru arasında bir fark var mıdır?

Soru şöyle de sorulabilirdi:

— Bir zamanlar “adil düzen” tamlaması aracılığıyla yapılan ''adalet'' çağrısıyla, sözgelimi Fransız Devrimi''nde dile getirilen ''eşitlik'' çağrısı arasında bir fark, meselâ bir duygu farkı var mıdır?

Bizde sol nasıl eşitlik kavramını hakkıyla temellendirilemezse, sağ da adalet kavramını temellendiremez.

“Kalkınma yoksa adaleti neyliyek?” diye bakan gözler önünde düşünmeyi sürdüreceğim.

15 лет назад
İnsafsız Adalet
Bir Duvar, bir yalan: Daha ne diyebilirim!
Saldırgan hayvanların öldürülmesi meselesi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’