Artık tünelin ucu görünmeye başladı. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla simgeleşen iki kutuplu dünyanın ortadan kalkışının ardından başlayan uzun belirsizlik dönemi son buluyor. Gidişin yeniden iki kutuplu dünyaya doğru olduğu anlaşılıyor. Unsurları, işleyişi öncekinden çok farklı, yeni bir iki kutuplu dünya…1989'dan bu yana bir geçiş sürecinde yaşadık. Sistemi ayakta tutmak isteyenler, belirsizlikle baş edebilmek için bir “öteki” uydurdular. Modernliğe karşı en çetin ceviz olarak gördükleri “İslam
Artık tünelin ucu görünmeye başladı. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla simgeleşen iki kutuplu dünyanın ortadan kalkışının ardından başlayan uzun belirsizlik dönemi son buluyor. Gidişin yeniden iki kutuplu dünyaya doğru olduğu anlaşılıyor. Unsurları, işleyişi öncekinden çok farklı, yeni bir iki kutuplu dünya…
1989'dan bu yana bir geçiş sürecinde yaşadık. Sistemi ayakta tutmak isteyenler, belirsizlikle baş edebilmek için bir “öteki” uydurdular. Modernliğe karşı en çetin ceviz olarak gördükleri “İslam ve Müslümanlar”ı hedef tahtasına koydular. İç kavgalarını, vekâlet güçleri vasıtasıyla, Müslüman coğrafyada sürdürdüler. Onlar, birbirlerini kırdıkları iki büyük dünya savaşından sonra artık kendi aralarında açıktan kavga etmemeyi öğrendiler ama biz av olmamayı, kurdukları tuzaklara düşmemeyi bir türlü kavrayamadık. Hali pür melalimiz sürüyor. Başımıza gelen onca beladan sonra şimdi de kurulan yenidünyada bölük pörçük olacağımız belli oldu. Siyasetçi, devlet yöneticisi, büyük ölçüde reel-politiğin kurallarına uymak, ona göre hareket etmek zorunda ama münevverlerimiz buna mecbur değil. Türkiye'nin, İran'ın, Mısır'ın, tüm İslam coğrafyasının münevverleri, reel-politiğe kulak asmayarak mütemadiyen birlik olmanın ve yaşananlara bir alternatif üretmeye çalışmanın derdine düşmek zorundalar. Zira bu dünyanın onarılmaya; kavramların, hayatın arınmaya ihtiyacı var ve bunu, yaşadıkları berbat hale rağmen, Müslümanlardan başka yapabilecek kimse yok. Geçen yazımızda ahlak ve siyasete bakışımızın Batıdan farkını anlatmaya çalıştık. Adalet anlayışımız da çok farklı… 2011 Aralık ayında ebediyete irtihal eden Rahmetli Aydın Menderes'e bırakalım isterseniz sözü, onun 1995'te “Gelenekselci Çevrecilikten Gelenekselci Liberalizme” kitabımıza yazdığı Önsöz'den aktaralım:
“İnsan hakları, hürriyetler, hukuk devleti, demokrasi gibi kavramları tek bir kelime ile ifade etmek istersek bu adalet olur… Batının adaleti ile İslam'ın etkisi altındaki Doğunun adaleti birbirinden çok farklıdır… Adalet, Şarkta a priori, Batıda ise a posteriori bir kavramdır. Şarkta adalet; hayatın anlamı, bu ve öbür dünyanın anahtarı, huzurun tek bayrağıdır. Bunun içindir ki adalet, uygulansa da uygulanmasa da zihinlerde ve vicdanlarda her zaman var olmuştur.
Batıda ise durum, tam tersinedir… Roma, adaleti değil düzeni esas alır ve acımasızdır. Bütün feodal otoriteler de kilisenin kendisi de öyledir. Sanayileşmeye geçişte, Batının emperyalizmi de acımasızdır. Herkesin adaleti bir kenara bırakıp birbirini ezip, hakkını yediği bir düzenin devamı, toplumsal kesitler arasında bir güç dengesizliğinin devamına bağlıdır. İnsanların iradi davranışlarının dışındaki toplumsal değişim, toplumsal kesitler arasında güç dağılımı eşitlendikçe ortaya çıkacak, toplumsal denge daha hakkaniyetli uygulamaları beraberinde getirecek ve adalet kavramlaşacaktır. Ancak bu güç dengesinin tam bir eşitlik içerisinde olması, hemen hemen imkânsız olduğuna göre, mutlak bir adalet kavramına ve buradan kaynaklanarak bir uygulamaya ulaşılması da imkânsızdır. Eninde sonunda adalet kavramı, Batıda diğerlerine göre biraz daha egemen bir toplumsal kesitin görüşlerini ve çıkarlarını tanıtacaktır.
Batıda insan hakları, demokrasi, hukuk gibi (hepsi adaletle ilintili) kavramlar, çifte standartlı bir uygulamaya konu olurlar. Adalet, batılıların kendi aralarında gereklidir. Başka toplumlara ve insanlara tam tersini yaparlar. Sebebi açıktır. Adalet, Batı için her türlü beşeri davranış ve ilişkiden önce var olan bir kavram değil, toplumsal hayata ait pratiklerin bir toplamı ve güç dengelerinin kaçınılmaz bir sonucudur… Batı, sadece gücü ister. Başka türlü davranması mümkün olunca da adaleti bırakıverir.
Hâlbuki İslam, adaleti bütün insanlar için emretmektedir. Adalet, hem talep etmek hem de uygulamak açısından fıtri bir olaydır. İslam da fıtratın dinidir. Kendisinin bir yaratıcısı olduğuna inanmayan, bütün insanların bu yaratıcı önünde eşit olduğunu göremeyen insan, adaletten çok zulme meyyal olur. Önce “kendi nefsine zulmeder”, cehennemin ateşine yönelir. İnsanlar arasında fark gözetmemek, her türlü gücü eşit olarak dağıtmak demektir. Birebir eşitliğin sağlanamayacağı noktalarda ise fazla gücün başkalarını ezmesini önler. Gücün temerküzü şirke yol açar. İslam bunu istememektedir.
Hal böyle olmasına rağmen adalet, Batıda daha fazla uygulanır haldedir. Batı, güç dengesi üzerine oturur. Şark ise güç fetişizmine doğru yozlaşmıştır. Devlet, giderek adaleti sağlayacak (sağlaması gereken) bir araç olmaktan çıkmış, adaletin bile uğrunda feda edilebileceği kendi adına ve kendi başına var olacak bir kuruma dönüşmüştür. Bu tezat, bir medeniyetin ihyacısı ve inşacısı görevini yüklenecek organik aydınların önünde mutlaka çözülmesi gereken bir mesele olarak durmaktadır.”
#batı toplumu
#islam dünyası
#İnsan hakları
#hürriyetler
#hukuk devleti
#demokrasi